Ayşe Naz Hazal Sezen
14 Yıl Öncesinden 14 Yaş Mektubu
Kendini bilme, keşfetme ve kendi olma şansı tanınmayan sınav çocukları, yaşamadıkları yaşların yasını, ömürleri boyunca hep bir şeylere yetişmeye çalışarak tutuyorlar.
*Aşağıdaki metin 2008 yılında, 14 yaşında lise sınavına girmiş bir gencin günlüğünden izni ile alınmıştır. Değişiklik yapmadan, olduğu gibi aktarılmıştır. Sahibinin istediği üzerine sadece metnin sonundaki iki cümle çıkarılmıştır.
Bu mektubun 14 yıl sonra lise ve üniversite sınavının olduğu günlerde açığa çıkma sebebi; içinde bulunduğu dünyayı anlamaya çalışan gençlerin daha kim olduklarını anlamadan, kim olacaklarına karar vermek zorunda kaldıkları sınavlar silsilesindeki ergenlerin duygularına yaklaşmak; yetişkin olunca kendi yaşadıklarını unutan ebeveynlere, deneyimlediklerini bir kez daha hatırlatmak.
“Çocuk
Çocuk o yaz hayatının en güzel yazlarından birini geçirdi. Bütün yaz mutluydu. Daha doğrusu mutlu olduğunu düşünüyordu. Yazı yaşadığı, istediği, sevdiği kişileri gezerek geçirdi. Onlarla çok güzel anlar yaşamaya gayret etti. Çünkü biliyordu ki önündeki bir sene boyunca istediği yerleri gezemeyecek, sevdiklerini göremeyecekti.
Çocuk çok güzel resim çiziyordu. Aklında olanları sözle değil, resimle anlatıyordu. Kızgınlığını, mutluluğunu, acısını, hayata bakışını resimlerle ifade ediyordu. Resim yapmak onun için en tutkulu şeylerden biriydi; ama bir seneliğine yaptığı resimleri, resim yapacağı kağıtları ve hayatın renkleri saydığı renkli kalemlerini dolabın altına sakladı.
Çocuğun hayat kaynağıydı kitap. Onu okudukça ne olursa olsun kitabın baş kahramanıydı. Hayatta yaşayamadıklarını orada yaşıyor, yaşadıklarını kitaplarda buluyordu; ama onları da bir seneliğine odanın çeşitli yerlerine kaldırdı. Kitaplar onun hayalleriydi ve hayallerini kaldırırken çok acı çekti.
Çocuk müziksiz yapamayanlardandı. Uykusuna bile müzik dinliyordu. Kitap okurken, resim yaparken, sevdiklerine bakarken müzik dinliyordu. Çocuk en çok araştırma yaparken müzik dinlemeyi çok seviyordu. Araştırma yapmak yeni şeyler bulmak, öğrenmekti. Yeni şeyleri keşfederken onun yanında biri olması gerekiyordu -o böyle istiyordu- ve müzik dinlemeyi o anlarda seviyordu. Ama çocuğun müziğini de dikkati dağılmasın diye bir seneliğine aldılar.
Çocuk bir seneliğine, sadece bir seneliğine sevdiği şeylerden uzaklaştı. Kimse için bu önemli değildi. “Sonuçta on üç sene yaşadın, bir sene atla ne olacak, sonra yaşamaya devam edersin” gibi çocuğa bakıyorlardı. Çocuk onların bu yüz ifadelerini çok iyi anlıyordu. Çünkü o kadar çok kitap, yani hayalleri okumuştu ve bu bakışlarda ne olduğu anlatılıyordu.
Çocuk en sonunda bu bakışlara alıştırıldı, alıştı, alışmak zorunda kaldı. Başka çaresi yoktu ve bir sene geçti. Geçti gerçekten. Çocuk anlamamıştı. Çok çabuk geçmişti. İnsanlar çocuğa “Bak, amma abartmışsın, ne oldu? gözünü açıp kapayıncaya kadar bir sene geçti.” der gibi bakıyorlardı; ama çocuk bu sefer bakışları anlamıyordu. Bir sene boyunca hayallerini okumamıştı, artık insanların bakışlarını da okuyamıyordu.
Sonra çocuk resim yapmayı denedi. Dolabın altından hayatın renkleri saydığı renkleri çıkardı; ama bir gariplik vardı. Renkler solmuştu. Solan renkler artık çocuğun duygularını anlatamıyordu. Çünkü o bir sene boyunca renkler ona küsmüştü. Çocuk da şaşırmıştı. Bir senedir sadece soruların altını çizdiğinden resim çizememişti.
Çocuk resim çizemediğini anlayınca gözlerinde yaşlarla, renkleri bu sefer daha büyük bir acıyla dolabın altına kaldırdı. Renklerin ona küstüğünü biliyordu. Renklerin ona kızdığını bildiği için o da renklere kızdı. Bir daha renklerle konuşmadı.
Sonra herkes çocuğun müzik dinlemesini bekledi; ama çocuk dinlemedi. Çünkü artık resim yapmıyor, kitap okumuyordu. Bunları yapmayınca nasıl müzik dinleyecekti! Herkeste son bir umut: en azından çocuk araştırma yapar, müzik dinlerdi. Müzik dinlerse resim çizecek ve kitap okuyacaktı. Son umut buydu. Olmadı.
Neden olmadı? Çünkü çocuk yeni şeyler öğrenirken yanında birileri (sevdikleri) varmış gibi hissetmek için müzik dinliyordu. Oysa geçen bir sınav senesi boyunca herkesi yanında sandığı ama sonradan yanıldığını anladığı için müziğe dahi güvenmiyordu.
Herkes durumun farkındaydı; bilmeden de olsa çocuğun hayat damarlarını kopardıklarının farkında. Ama çocuğu “Bak, iyi bir lise kazandın, yaşadıklarına değecek.” diyerek avutmaya çalışıyorlardı. Ve başardıklarını sanıyorlardı!
Peki, ne oldu? Başarmışlar mıydı? Evet, başarmışlardı ama çocuğu avutmayı değil. Onu hayattan silmeyi başarmışlardı. Çocuk, aşklarını, tutkularını, korkularını, kederini… duygularını kaybetmişti. Ruhu olmayan boş bir beden gibiydi.
Peki sorumlusu kimdi?
….
Çocuk asla 14 yaşına dönemedi.
31.03.2008”
Bir süre önce elime geçmiş, on dört yıl geriden gelen bir anlatıdaki duyguların, günümüzde de değişmediği görmek, değişmediğimizi ve hala gençlerin benzer yaralarla hayata başladıklarını anlamamıza olanak sağlıyor. Yetişkinlerin, gelecek için en iyisi(!) kaygısıyla erinlik döneminde çocuklarının duygularını hafife almaları, çocukların kendi dünyalarında büyük hasarlara neden olabiliyor. “Geçer, unutulur, iyi bir akademik başarı daha önemli, büyüyünce bize teşekkür edecek…” benzeri söylemlerin ergenin iç dünyasında konumlanamadığını, yetişkinlerin abartı gibi algılayabileceği hislerin çocuğun kendi gerçekliğinde ona acı verdiğini görebiliyoruz. Rol karmaşası içinde geçen ve kimliğin kazanılmaya başladığı bu dönemde etkin özdeşim modellerini görmesi gereken ergen, hayatı boyunca sınavı başarıyla geçmesi gereken öğrenci, yarışan rolünde kalıyor. Yaşamdaki uyumunu arttıran rol repertuarını genişletemediği gibi sosyal ilişkilerini ve sosyal rollerini kazanmaya başladığı yaş aralığında çevresiyle yeterince ilişki içinde olamıyor. Kimlik oluşturma sürecinde yetişkinlerle çatışma içinde olabilen ve anlaşılmadığı hisseden ergenler, sınav stresiyle ve başarısızlık korkusuyla kendilerini anlatılması zor bir yalnızlık içinde bulabiliyorlar.
Yeryüzünde henüz geçirmedikleri zamanlar için yaşamayı öğrenen çocuklar, kimlikleri başarılı olmak, geleceği belirlemek, yarış halinde olmak, yeterli olmak gibi hedeflere bağlı yetişkinlere dönüşüyor. Kendini bilme, keşfetme ve kendi olma şansı tanınmayan sınav çocukları, yaşamadıkları yaşların yasını, ömürleri boyunca hep bir şeylere yetişmeye çalışarak tutuyorlar.