Mehmet Şandır
SON VİRAJA GİRİYORUZ
Türkiye Büyük Millet Meclisi, 27’inci dönemin son yasama yılına başladı.
Öncelikle tüm siyasi partilerimize, milletvekillerimize, milletimize ve devletimize hayırlı olmasını ve başarılı çalışmalar yapmasını dilerim.
TBMM, en değerli varlığımızdır; yedeği ve eş değerlisi yoktur, O’nu kaybedersek, her şeyimizi kaybederiz. O bağımsızlığımızın, Cumhuriyetimizin, demokrasimizin, egemenliğin, temel hak ve özgürlüklerin teminatıdır.
Siyasi liderler, ülke gündemi üzerinde çözüm önerilerini sunacaklarına birbirlerine karşı hakaret dolu suçlamalar yaptıkları Grup toplantısı konuşmalarına yine yeniden başladılar.
Seçim sürecinin başladığı bu dönemde siyasetin dili, üslubu ve tartışmak için seçilen konular toplumu ayrıştırıcı ve kutuplaştırcı olmamalı. Herkesin, tüm siyasi partilerin ortak sorumluluğu birliğimizi ve kardeşliğimizi korumaktır. Siyaset yapıyoruz diye veya seçimleri kazanmak için karşımızdakini şeytanlaştırırsak doğruları söylediğinize inanıyor olsanız dahi sonuçta seçmenler arasında düşmalığı geliştirirsiniz.
Her partinin seçmeni özellikle seçim zamanlarında partisinin yönetimi ile bütünleşir. Muhalefet partilerinin, iktidar partileri tarafından “Türkiye düşmanlarıyla el birliği yapan, karanlığın propagandasına bel bağlayan siyasi mihrak” diye suçlanması veya “Bir biz varız bir de karşımızda malum düşmanlar” diye nitelenmesi “Milli Birlik” hassasiyeti ile bağdaşmaz.
İktidar ve muhalefet demokrasinin vazgeçilmezleridir; birbirlerini korumalı ve var etmelidirler.
Sayın Bahçeli’nin “HDP demek PKK demektir, cinayet demektir, ihanet demektir, melanet demektir” ve “Haine merhamet, mazluma hıyanettir. Türk ve Türkiye düşmanlarına acırsak, acınacak hallere düşeriz. Terör örgütlerine, terörist alçaklara merhamet haramdır” sözü el hak doğrudur ve ben de öyle düşünmekteyim. Ancak bu sözlerin muhatabını olabildiği kadar küçültmeliyiz, tüm muhalefeti kapsayacak şekilde genişletirsek çok stratejik bir yanlışlık yapmış oluruz.
Ayrıca muhalefet siyaseti ve özellikle de CHP, HDP gölgesinden acilen kurtulmalıdır, kurtarılmalıdır. Her şeyden önemlisi de Kürt soylu Türk vatandaşlarının HDP ipoteğinden kurtarılması bir milli görev haline gelmiştir.
HDP’nin PKK’nın hedeflerinden kendini soyutlaması, PKK’dan bağımsız hareket edebilmesi ve Türkiye partisi olabilme şansı mümkün değildir. Demokratik siyaset söylemi koca bir yalandır. HDP eşittir PKK’dır, PKK eşittir Türkiye düşmanları kim varsa odur.
Bölücü siyaset ve siyasi partilere Anayasa hükümleri acilen uygulanmalıdır.
Böyle bir ortamda seçimlere gidiyoruz.
Tekraren ifade ediyorum;
Yapılacak ilk genel seçimler, seçilecek cumhurbaşkanının kişiliğinden ve kazanacak siyasi ittifakın yapısından öte sonuçlar getirecektir. Kesin olan husus; ya “parlamenter sisteme geri dönülecek” diyen ittifak partilerinin kazanması halinde “ne olacak, nasıl olacak” belirsizliğini yaşayacağız ya da halen uygulanmakta olan Partili Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi geri dönülmez bir şekilde yerleşecek, kurumsallaşacak hatta toplumsallaşacaktır.
Kısacası bu seçimler sonuçları itibariyle Cumhuriyet tarihinin en stratejik seçimleri olacaktır. Milletimizin geleceğini ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin uluslararası arenada konumunu belirleyecektir. Buna, Türk Halkı OY’ları ile karar verecektir.
Bu sebeple bu seçimlerde sorumluluk tamamen toplumun üzerinde bulunmaktadır; toplum, kendi geleceğini bir anlamda kaderini OY’layacaktır.
Siyaseti 1957 seçimlerinden bu yana takip ederim. 1965 seçimlerinden bu yana da bir şekilde aktif olarak içinde bulundum. Çok sayıda seçim izledim hatta bazılarının yönetiminde bizzat bulundum, aday oldum, seçildim, seçilemedim, muhalefette bulundum, iktidar içinde yer aldım; sonuçlarından bu kadar endişelendiğim bir başka seçim yaşamadım.
Endişem, toplumun ortadan ikiye ayrışması ve cepheleşmesi ihtimalidir.
1960 öncesini hatırlarım 1980 öncesini ve sonrasını en acı şekilde yaşadım.
Mevcut seçim sistemine göre cumhurbaşkanı seçiminde yüzde 50+1 OY çokluğu aranmış olması, siyasi partilerin gruplaşmasına ve seçmenlerin yoğun bir propaganda altında kamplaşmasına ve ayrışmasına sebep olacaktır. Seçimlerde toplumun yarısı kazanmış olmanın coşkusunu yarısı da kaybetmiş olmanın öfkesini yaşayacaktır.
Ayrıca, seçimi kazanan ittifak partileri yasama ve yürütme erkini birlikte kullanacağından denetlenmeyen ve devlet kurumları arasında dengesini kaybetmiş bir yönetim sistemi ile bu kamplaşma daha da derinleştirecektir.
Ya Ortadoğu tipi “sözde demokrasi” başkanlık rejimine dönüşeceğiz ya da “yönetemeyen demokrasi” istikrarsızlık kaosunu yaşayacağız.
BENCE
Bu sonuca hazırlıklı olmalıyız.
Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının başlangıcında sırat köprüsünden geçiyoruz.
Yapılması gereken; öncelikle iktidar ve muhalefeti ile tüm siyasilerin toplumu tüm farklılıkları ile kucaklaması ve toplum olarak siyasetten bağımsız sağduyulu ve sorumlu bir yaklaşımla birliğimize ve kardeşliğimize sahip çıkmalıyız. Siyasi aidiyetimiz özelimizdir ve değerlidir ancak birliğimiz ve kardeşliğimiz bu topraklarda onurlu, huzurlu yaşamanın olmazsa olmaz şartıdır.
Kurucu Hukuk’a ve kuruluş felsefesine geri dönüş tek çıkış yoludur.
Son viraja giriyoruz.
AMAN DİKKAT!