Erhan Erkut
Rektör atamaları
Yeni yıla girer girmez aldığımız Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atama haberi ile sosyal medya epey hareketli saatler geçirdi. Hem öğrenciler hem de öğretim üyeleri atanan rektöre itirazlarını çeşitli şekillerde dile getirdiler. Tepkiler atanan rektörün akademik geçmişi ve Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olacak seviyede olup olmadığının yanında siyasi geçmişi üzerine yoğunlaştı.
Prof. Bulu’nun Web of Science sitesine göre SSCI endeksli dergilerde 2014 ile 2020 yılları arasında 8 makalesi bulunuyor. Bu makalelere aldığı atıf sayısı 125 ve h-endeksi 6. Hoca doçent olduğunda hiç SSCI makalesi yokmuş, Profesör olduğunda ise 5 SSCI makalesi varmış. Bu akademik çıktıları bir Profesör için oldukça hafif buldum. Prof. Engin Karadağ’ın ülkemizdeki rektörlerin araştırma çıktılarını inceleyen makalesine göre rektörlerimizin ortalama yayın sayısı 27,5 ortalama atıf sayısı ise 279’dur. Fakat aynı makaleye göre tam 68 rektörün sıfır Web of Science endeksli makalesi (ve atıfı) olduğunu düşünürsek, makalesi olan rektörlerin ortalama yayın ve atıf sayılarının daha da yüksek olduğu sonucuna varırız.
Prof. Bulu’nun yöneticilik kariyerini de ilginç buldum. Akademik göreve başladığı Şehir Üniversitesi, 2019-2020 URAP vakıf üniversitesi sıralamalarına göre 57 üniversite arasında 34. sırada imiş. Ondan sonra görev yaptığı İstinye Üniversitesi 41. sırada, en son görev yaptığı Haliç Üniversitesi ise 52. sırada imiş.
Kanımca Prof. Bulu’nun atanmasına gelen tepkilerin esas nedeni akademik özgeçmişi veya daha önce görev yaptığı üniversiteler değil, siyasi kimliği. İktidar partisinin bir ilçe teşkilatını kurmuş olması ve seçimlerde milletvekili aday adayı olmuş olması daha büyük tepki doğuruyor. Üniversitenin akademisyenleri ve öğrencileri üniversitelerinin en tepesine siyasi kimliği bu kadar net birisinin getirilmesinin siyasi kadrolaşma ile sonuçlanacağını düşünerek itiraz ediyorlar.
Fakat bence esas sorun atanan rektörün kimliği değil ülkemizde uygulanan rektör atama süreci. Geçmişte üniversitede rektörlük seçimi yapılırdı. İlk 6’ya girenlerden 3 isim YÖK tarafından Cumhurbaşkanlığına iletilirdi ve Cumhurbaşkanı bu 3 isimden birisini atardı. Demokratik olduğunu iddia etmek oldukça zor olsa da, bu sistemde üniversitedeki akademisyenlerin bir miktar ağırlığı vardı. Son dönemde bu ağırlık sıfırlandı ve akademisyenlerin rektörlük atanmasında hiç bir katkısı olamıyor. YÖK bir kısa liste belirliyor ve Cumhurbaşkanı atamayı yapıyor. Anladığım kadarıyla ülkemizde “bütçeyi devlet veriyorsa atamayı devlet yapar” mantığı uygulanıyor. Fakat o bütçe vergilerimiz ile oluştuğu halde rektörlük seçiminde vatandaşın hiç oyu yok.
Peki, akademisyenlerin seçmesi ile Cumhurbaşkanının ataması dışında başka bir rektör belirleme sistemi mümkün mü? Dünyanın en önde gelen üniversitelerinde rektörler nasıl belirleniyor? Örneğin ABD’deki üniversitelerde 10 ila 50 kişi arasında değişen bir mütevelli heyeti vardır. Rektör ataması için mütevelli heyeti genellikle bir insan kaynakları şirketi ile birlikte çalışır ve tüm dünyadan başvuru toplar çünkü amaç en iyi adayı belirlemektir. Mütevelli heyeti üniversitenin misyon ve vizyonu doğrultusunda nasıl bir rektör ile çalışılması gerektiği konusunda bir ön çalışma yapar, ve bir rektör seçim komitesi belirler. Bu komitede genellikle üç mütevelli heyeti üyesinin yanında, bir veya iki rektör yardımcısı, bir veya iki dekan, bir veya iki öğretim üyesi, bir veya iki üniversite çalışanı, bir lisans öğrencisi, bir lisansüstü öğrencisi, ve bir mezun bulunur. Özetle, seçim komitesinin yönetimi mütevelli heyetinde olsa da komite üyelerininin çoğu üniversite mensubudur. İnsan kaynakları şirketi ile birlikte seçim komitesi gelen başvuruları inceler ve 3 ila 6 adaydan oluşan bir kısa liste çıkarır. Kısa listeye girebilen adayların hepsi kampüse gelir ve seçim komitesi ile en az yarım gün geçirirler. Bu süre içinde aday bir sunum yapar ve komitenin sorularını cevaplar. Bu sürecin sonunda seçim komitesi adayları sıraya koyar ve önerilerini mütevelli heyetine bildirir. Mütevelli Heyeti Başkanı da önerilen sıraya göre adaylara tekliflerini iletir. Bu sürecin hiç bir noktasında siyasilerin fikri sorulmaz.
Ülkemizde şu anda uygulamada olan sistem üniversitenin en önemli paydaşı olan akademisyenleri dışlamakta, hatta hiçe saymaktadır. Tek adam yönetiminin bir uzantısı olan bu atama sisteminin savunulabilir hiç bir yanı yoktur. Ayrıca liyakat üzerine kurulu olan akademik sistem açık bir şekilde yıpratılmaktadır. Ülkenin en önde gelen üniversitelerinden birisine, hele devletin “araştırma üniversitesi” olarak belirlediği 11 üniversitenin birisine rektör ataması yapılırken araştırma çıktılarına büyük önem verilmesi gerekir. Eğer üniversitelerimizin araştırma çıktılarını yukarılara çıkarmalarını istiyorsak rektörleri araştırma geçmişi başarılı kişiler arasından (yönetim becerilerini de gözönüne alarak) ve tüm paydaşların katkısı ve uzlaşması ile seçmemiz gerekli. Rektörlük pozisyonu siyasi bir pozisyon değildir. Amaç bilgi üretimi ise işi ehline teslim etmek gerekir.
Boğaziçi Üniversitesi US News & World Report’a göre dünyada 197. Türkiye’de ise birinci sıradadır. THE’ye göre ise gelişmekte olan ülke üniversiteleri sıralamasında Türkiye’deki devlet üniversiteleri arasında birinci sıradadır. Elit olan ama elitist olmayan Boğaziçi Üniversitesi hemen her lise mezununun hayallerini süsler ve hemen her programında taban puan sıralamasında en tepede yer alır. Ülkemizde bu seviyede üniversite sayısı bir elin parmaklarını geçmez ve bu üniversitelerimize gözümüz gibi bakmamız gerekir. Benim tahminim, Prof. Bulu tüm bunların farkında ve üniversitenin misyonunu, vizyonunu ve kültürünü çok iyi bilen akademisyenlerden oluşan rektör danışma kurulunu etkin bir şekilde kullanırsa Boğaziçi’ni daha da yukarılara taşıyabilir. İktidarlar geçici, üniversiteler kalıcıdır ve rektörler üniversitelerinde yaptıkları ile bilinirler. Prof. Bulu’ya yeni görevinde bol şans diliyorum.