Boray Acar
Otoriterleşmenin değişmeyen koltuk değneği: Militarizm
Varlığını sürdürmesi, iktidarda kalması ile mümkün olan siyasi yapıların gittikçe otoriterleşmesi, demokrasiyi ve hukuku hiçe sayması kaçınılmaz oluyor. Bizim gibi toplumlarda bu durumun rahatsızlığa sebep olmamasının temel yöntemi de toplumun kahir ekseriyeti nezdinde kutsallık zırhı ile koruma altına alınmış olan olgular ve kavramlar üstünden siyaset yapmak. Hiç kuşkusuz, bu ideolojik yönelimlerin başında da milliyetçilik ve militarizm geliyor. Siyasi iktidar, 2015 Haziran genel seçiminden sonra milliyetçilik temelli siyaseti kimseye bırakmıyordu. Bir süredir de militarist bir anlayış ile bu siyasetini tahkim etmeyi başardığı söylenebilir.
Gare Operasyonu sonrasında Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler’in, operasyonun detaylarını anlattığı açıklamaları basında yer aldı. Darbe dönemleri veya ordunun siyaset kurumuna sopa gösterdiği hâller dışında, ordu mensuplarını görmeye alışık olduğumuz söylenemez. Dolayısıyla, bunu da AKP’nin son dönem siyasetinin stratejik bir uzantısı olarak görmemiz mümkün. Başka bir deyişle; sürecin herhangi bir yerinde askerin sahneye çıkması, yapılan işin toplum nezdinde güvenilirlik dozunu artırıyor.
Pragmatist bir lider olan Tayyip Erdoğan’ın siyasi meşrebi, dini değerler yanında milliyetçi ve militarist toplum geleneğini kullanarak siyaset yapmayı kolaylaştırıyor. Bu yolla, iktidar ortağının hassasiyetlerine hitap ediyor olması da elini güçlendiriyor. Kuşkusuz üniformanın toplum nezdinde bir saygınlığı var. Öğrenilmiş veya öğretilmiş resmi tarih anlatısı da bunu gerektiriyor. Dönemsel olarak bu imaj zedelense de onarılması zaman almıyor. Çünkü daima iç politika malzemesi olarak kullanılan bir “Milli Güvenlik Riski” (!) var. Tabii askerliği biyolojik doğum ile başlatan toplum da bu riski bertaraf etmeye teşne olduğu kadar, aynı amaç için kolları sıvayan siyasetçileri de seviyor ve benimsiyor.
Son dönemde özellikle terör eylemleri gerekçe gösterilerek yapılan siyasi şovları bu bağlamda ele almak gerekiyor. Operasyon bölgelerinde askeri üniformalar ile boy gösterilmesini veya makbul sanatçılar ile yapılan karargâh ziyaretlerini hatırlayalım. Bu tutumun, askere moral ve destek vermekten ziyade topluma mesaj vererek bundan da siyasi rant devşirmek maksatlı olduğu açık ve net. Toplumun geneline göre ordu, ülke menfaatlerine aykırı olacak bir dayanışmanın içinde olmaz, olamaz. Dolayısıyla, uzun boylu analizlere girmeden de doğru yolda olunduğuna ikna olmak kolaylaşıyor. Ulusalcı muhaliflerin sınır ötesi operasyonlara verdikleri koşulsuz destek veya milli savunma yatırımlarını – her ne olursa olsun – takdir etmeleri de, bu stratejinin hedeflenen başarıyı elde ettiğini gösteriyor.
Tabii tüm bunlar bir anda olmadı. 28 Şubat postmodern darbesi ve 15 Temmuz darbe girişimi arasında yaşananlar da bir ortak yol bulunmasını gerekli kıldı. Tayyip Erdoğan’a, Kadir–i Mutlak Militarist Devlet geleneğinin kısmen de olsa tahribata uğramasından bir fayda sağlayamayacağını da gösterdi. Tam burada MHP faktörünü de göz ardı etmemek gerekiyor. Siyasi tarihi boyunca resmi devlet ideolojisi ile bir çelişkileri olmadığı gibi, 1980 darbesi öncesinde militarizmin tamamlayıcı unsuru olan paramiliter yapıların da kaynağı durumundaydılar. Sonradan “Ülkücü” olarak isimlendirdikleri militan kadronun, siyasi kavgadaki isminin “komando” olması bile, kendilerini “militarist devlet geleneği” sınırları dâhilinde tanımlama çabasının bir göstergesiydi. MHP ile aynı hatta siyaset yapmak, zaman zaman Tayyip Erdoğan’ı kabul edemeyeceği bir edilgenliğe hapsediyor olsa da dini değerleri milli değerlere tahvil etmek suretiyle de olsa ayakta kalmasını sağlıyor.
Bu siyaset tarzını toplumun gözü önünde eleştirebilmek, içindeki muhafazakâr unsurlardan bir türlü arınamayan ana muhalefet partisi için hiç de kolay değil. Partiyi tarihi geçmişi ile bütünleyen seçmen kitlesinde oluşacak rahatsızlık da cabası… Ayrıca; MHP ile aynı siyasi gelenekten gelen ittifak ortağına bunu anlatabilmesi de mümkün görünmüyor. En azından; dillere pelesenk olmuş “askeri vesayet” denen şeyin ibreyi siyasi konjonktüre göre bükebileceğini görmeleri, ötekileştirilen siyasi partileri de kapsayan ittifak alternatiflerini ele almalarını gerektiriyor.