Kayyım Açılımı…

Aklı başında olan hiç kimse Bahçeli’nin meclis açılışında Dem Parti’ye gösterdiği muhabbetten rahatsız olmadı. Bundan rahatsız olanlar, siyasi fanatizmi rasyonaliteye galebe çalan bir güruh idi. Ancak, bu muhabbetin samimiyetinden şüpheye düşenler oldu. Nitekim haklılıkları da kısa sürede ortaya çıktı. Önce CHP’li Esenyurt Belediyesine, ardından da DEM Partili Mardin, Batman ve Halfeti Belediyelerine kayyım atandı. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla kayyım atanmasını gerektirecek bir “bilinmezimiz” yok. Hatta Esenyurt özelindeki iddianame ve tespitlere bakıldığında o bilindik tiyatronun yeniden sahneye konduğunu görüyoruz. Siyasi jargona döktüğümüzde de buna “halk iradesinin gaspı” diyoruz. Arka planda kamuoyuna yansımayan bir anlaşamama durumu var ise onu da bilemiyoruz. Sonuçta iktidar yeni açılım sürecinden tornistan yapmış gibi görünüyor.

Yüz yıllık bir sorunla karşı karşıyayız. Hatırı sayılır bir zamanı “Ne sorunu kardeşim? Neleri eksik?” gibi bir siyasi vurdumduymazlık ile geçirdik. Tam manasıyla geçirmiş de sayılmayız, zira halen böyle düşünen ve bunu zikreden bir çoğunluk var. Bahçeli’nin selefi Alparslan Türkeş, renklerin bir aradalığına muhalefet eden ve farklı unsurların derdini değil bizzat varlığını reddeden “Ne mozaiği ulan!” sözü ile konuya bakışlarını açıkça ortaya koyuyordu.

Halefi konumundaki Bahçeli’nin de bugüne kadar farklı bir yaklaşım ortaya koyduğunu görmemiştik. Bu radikal dönüşümün nedenini değişen dinamiklere bağlayabiliriz. Bir zamanlar “iç mesele” olan sorun bölgeye yayıldı ve büyük güçlerin de dâhil olduğu bir “dış tehlikeye” dönüştü. Sınırımızda bir devlet kurulması ihtimali ile karşı karşıyayız. Bugüne kadar yapılan hatalar tekrar edilirse gelecek süreçte bunun bir iç çatışmayı tetiklemesi riski de var. BOP hayali kuranların ve “BOP Eş Başkanı” olmakla övünenlerin bu kaostaki katkılarını da buraya not edelim.

Öcalan’ı mecliste konuşma yapmaya davet edecek kadar marjinalize olmak ancak “dış tehdit” ile açıklanabilirdi. Bir heyecan da yarattı. Ancak, bunun sahadaki yansımaları ve Kandil’den gelen sesler beklendiği gibi olmadı. Tutsak bir iradenin yönlendirmesi ile bu işin bitmeyeceği söylendi. Bu da ayrı bir masal... Açıkça ifade edecek olursak; gücünü bölgeyi kaosa sürüklemek isteyen büyük devletlerden alan ve kavgadan beslenen Kandil’deki savaş baronları, barışa yönelik bir adım atmayacaklarını faş ettiler. Hukuki engeller bir yana, “Öcalan’ı meclise taşıma” romantizminin, gerçekleşse bile sınır ötesinde işlemeyecek bir girişim olacağı anlaşıldı. Oy hesabı açısından bakıldığındaysa iktidara kaybettirecekleri kazandıracaklarından fazlaydı. Çünkü senelerce şehit cenazeleri ile çalkalanmış olan Anadolu’ya bunu anlatmak ve kabul ettirmek hiç kolay değildi. Ayrıca sosyal zemini hazırlamadan damdan düşer gibi böyle bir girişimden sonuç beklemek ise siyasi körlüktü.

Sonuçta beklenen havanın yakalanamaması, “Biz elimizi uzattık ama karşılıksız kaldı...” denilerek bir siyasi avantaja çevrilmeye çalışılacaktır. Bunu yaparken muhalefete vurmamak ise iktidarın siyasi üslubuna aykırı olur. Kısa süreli bir demokrasi seferine çıkıldı, muhalefet de bunu onayladı ve sürecin dışında kalmamak adına tavır koydu. Ahmet Türk’ün yanında olarak da kayyım atamalarına kayıtsız kalmayacağını gösterdi. Muhtemelen bundan sonraki süreçte muhalefet yalnız bırakılacak ve seçim döneminde olduğu gibi terör destekçiliği ve teröristlerle iş birliği yapmakla suçlanacaktır.

CHP’li belediyeye sudan sebeplerle kayyım atanması da bir “iltisak” yaratma girişiminin başlangıcı olarak görülebilir. Bu alışılagelmiş parti dışı saldırı modeli. Bir de CHP’nin milliyetçi ve ulusalcı dinamikleri harekete geçirilerek parti içi çatışma yaratılmaya çalışılacaktır. Mansur Yavaş, Tanju Özcan ve Burcu Köksal gibi isimlerin kayyım atamaları karşısındaki antidemokratik tepkileri de parti içi çatışmaya hazır potansiyelin açık bir göstergesidir.

Samimiyetsizliği ve siyasi hesaplara dayandığı ortada olan, Öcalan ile sınırlanan, genel affa yönelik herhangi bir işaret olmayan, Kürt siyasi hareketinin barışçı ve karizmatik unsuru olan Selahattin Demirtaş’ı sürece dâhil etmeyen bir girişimin akim kalacağı aşikârdı. İktidar, siyasi yargı kararları sonucunda halk iradesini gasp ederek tavrını ortaya koydu. Bakalım; muhalefet, iktidarın manevralarından etkilenmeden demokrasi yolculuğunu tek başına ve kararlılıkla yürütebilecek mi, göreceğiz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi