Özgür Özel’in kimlik arayışı…

AKP için hayal kırıklığı olan yerel seçimler sonrasında CHP ve yeni Genel Başkanı Özgür Özel yakından takip ediliyor. Haklı ve yapıcı eleştiriler olduğu gibi, salt yıpratmaya yönelik bir tutum da dikkat çekiyor. Bu yıpratma edimini yalnızca AKP’ye ve ortağına mal edemeyiz. Saldırılar daha çok parti içerisinden ve çevresinden geliyor. CHP’nin içi ve çevresi her devirde olduğu gibi cadı kazanı… İç ve dış unsurların tamamının aynı anda memnun edilip lidere biat etmesiyse çok zor... “Biat” mevhumu esasen parti içi demokrasinin ve çoksesliliğin olmadığı hâllerde geçerlidir… Ancak; Türkiye’deki hayatın ve siyasetin realitesi gereği, liderin “koşulsuz itaat edilen figür” olmasına yönelik beklentiyi göz ardı edemeyiz.

Özel, henüz biat edilecek ağırlıkta değil; olup olamayacağını zaman gösterecek. İmamoğlu ve Yavaş gibi Türkiye’nin lideri olmaya namzet isimlerin ön planda olduğu bir düzlemde işi hiç kolay da değil. Göreve hasbelkader çok şanslı başladı. Tüm temel politikalarda çuvallayan bir iktidarın cezalandırıldığı yerel seçimlere ayağının tozuyla girdi ve gelen başarının -iktidarın başarısızlığının- üstüne oturdu. Her ne kadar bu başarıyı sahiplense de aslan payını İstanbul ve Ankara Belediye Başkanlarına bırakmayı ihmal etmeyerek “Önümüzdeki CB seçimlerinde iki forvetimiz var, vakti gelince karar vereceğiz.” türünden laflar etti. Belki de etmek zorundaydı. Zira Genel Başkanlığa gelmesinde İmamoğlu’nun payının büyük olduğunu, onu her şekilde desteklediğini biliyoruz. Tabii bundan sonrası ciddi bir irade savaşı olacaktır. Siyaset öyle ahde vefa duygusunu kaybetmeden yapılacak bir iş değil. Bakın, Erdoğan’ın çevresinde birlikte yola çıktığı kurmay kadrodan neredeyse kimse kalmadı. Bu yönüyle de siyaset bir nevi “engelleri ortadan kaldırma sanatı” olarak nitelendirilebilir.

Neticede; nöbetçi de olsa emanetçi de olsa Özel, hâlihazırda ana muhalefet partisinin lideridir. Söylemleri ve eylemleri gerek partisi gerekse ülke siyaseti için belirleyicidir ve dikkatle izlenecektir. Özel, göreve geldiği günden beri partisinden ziyade sözüm ona normalleşmeye hizmet ediyor. Cumhurbaşkanı’yla görüşmesi, Bahçeli’yle muhabbeti iktidarın belirlediği “normal”in dışına çıkmadığını gösteriyor. “Kılıçdaroğlu o ‘normal’in dışında davrandı da ne oldu?” diyebilirsiniz. “Konjonktür farklıydı, samimiyetten yoksundu, Türkiye için ihtiyaç olan lider karizmasına sahip değildi, seçim stratejisi fiyaskoydu” gibi cevaplar almanız muhtemeldir. Ama en önemlisi konjonktür farklıydı, iktidar bu denli yıpranmamıştı, halen “Yaparsa AKP yapar!” bayrağını sallayabilecek yüzleri vardı vesaire... Dolayısıyla; bugün muhalefet yapmaya, yapılan muhalefetin karşılığını almaya daha elverişli bir zemin var. O yüzden de ana muhalefet liderinin nasıl bir tarz-ı siyaset izlediği geçmiş döneme nazaran çok daha önemli ve belirleyici.

Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecini hatırlayalım. Kılıçdaroğlu’nun, terör örgütü liderleriyle yan yana gösterildiği rezil bir propagandaya şahit olmuştuk. Erdoğan da ama montaj ama şu ama bu diyerek bu işe sahip çıkmıştı. Belki herkes itibar etmedi ama özellikle kırsalda veya kentlileşememiş toplum vasatında bu propaganda karşılık buldu. Kılıçdaroğlu’nun Aleviliği dahi toplumu inandırmak için zımnen kullanıldı. Şimdi PKK aynı PKK, iktidar aynı iktidar, Türkiye’nin de daha kötüye gitmesi dışında büyük bir farkı yok. Yani, Bahçeli’nin yakın geçmişte devletten aldıkları maaşları geri ödemeleri gerektiğini söylediği DEM’lilerin yanına giderek tokalaşması için bir neden yok. Peki, bunun CHP’de bir karşılığı yok mu? CB seçimleri öncesinde masanın altında olduğu söylenen DEM Parti ile gizli ittifak kurduğu gerekçesiyle türlü iftiraya ve hakarete maruz kalan, terörle iş birliği yapmakla, dahası ülkeyi bölmekle suçlanan CHP’nin bugün yaşananlar karşısında sergilediği tavrın farklı olması gerekmez mi? “Normalleşme” diyerek bu ikiyüzlülüğü ifşa etmemek veya New York’taki rüşvet skandalı örneğinde olduğu gibi yanlışı sahiplenmek, suça ortak olmaktır.

Kılıçdaroğlu’nun tarihi stratejik hata ile muhafazakâr cenahtan oy almak adına meclise soktuğu, oy toplamı %1’i bulmayan AKP artığı partiler, bugün iktidardan çok CHP eleştirisi yapıyorlar. Demek ki her durumda kapsayıcı siyaset işe yaramıyor. Bahçeli’nin, arkasında anayasa değişikliği ve seçim mühendisliği olan samimiyetten yoksun Türkiyelileşme çağrısına “normalleşme” adına ayak uydurmak, itiraz etmemek ve uzlaşmak iktidarları süresince yapılan kötülükleri hafife almak ve sıradanlaştırmaktır. Özel’in, eleştiriler karşısında “Yaptımsa ben yaptım, bedelini de ben öderim.” tutumu yeni bir AKP döneminin önünü açar. Bedeli de Özel falan değil, Türkiye öder…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi