KARA FOTOĞRAF VE ORHAN PAMUK…

Bizim gibi basılı yayınlarla işi olmayan toplumlarda doğal olarak “yazın insanları” da önemsenmez. Hatta ilk fırsatta onları düşmanlaştırmaya ve ezmeye motive bir potansiyel hazır bekler. Hayatının bir kesitinde yazı ile ilgilenmiş olan herkes, yazıya adanmış hayatlara derin bir hayranlıkla, biraz da kıskançlıkla bakar. Bu insanların nazarında; okuma alışkanlığı gelişmemiş bir toplumda hayatını yazı ile kazanmaya karar vermek, büyük bir cesaret işidir. Orhan Pamuk, bu cesareti gösterebilmiş ve yaptığı işlerle evrensel olmayı başarmış bir yazı insanıdır.
Velhasıl Orhan Pamuk, sosyal medyaya düşen bir fotoğraf ile yine gündemimizde. Bazıları Orhan Pamuk’un bu yıl yayınlanacak olan “Veba Geceleri” romanının PR’ını yapmak ve adından söz ettirmek gibi bir maksatla fotoğrafı servis ettiğini düşünseler de ben buna ihtimal vermiyorum. Dünyanın en prestijli edebiyat ödülü olan “Nobel” başta olmak üzere 30’un üstünde ödül almış, kitapları 100’ü aşkın ülkede 60’dan fazla dile çevrilmiş bir yazarın böyle bir işe tevessül etmiş olması da zaten akla yakın değil.
Sakince konuşulması gereken meseleleri dahi hoyrat bir fanatizm ile ele almak, mahkûmu olduğumuz linç kültürünün en belirgin özelliklerinden birisidir. Dolayısıyla; bu fotoğrafı da öyle ele aldık ve Pamuk’u, çok kısa bir sürede insan içine çıkamayacak hâle getirdik! Hâliyle; bizim gibi düşünmeli, uygun göreceğimiz insanlarla görüşmeli, özellikle de yazdıkları ve söyledikleri ile kutsal değerlerimize halel getirecek, beka tehdidi yaratacak, dünya kamuoyu nezdinde bizi utandıracak işler (!) yapmamalıydı. İtiraf etmek gerekirse Pamuk’u, müesses nizamın gücüne yaslanan ve üslup çirkinliği ile raiting arasındaki ilişkinin esrarını kullanarak birer popüler kültür ikonuna dönüşen insanların mahfilinde “hâlinden memnun” görmek ilk başta beni de rahatsız etti. Bu duygunun; okurun yazar ile kurmuş olduğu bağın ve onu fazlasıyla içselleştirmiş olmasının bir yansıması olduğunu düşünüyorum.
Murat Belge bir sohbetimizde; “Orhan, tüm bakanlıklarını bizzat kendisinin üstlendiği bir devlet gibidir. Hayatın tüm veçhelerini roman ile anlatmaya odaklanmış olmasının alt metninde bu vardır.” demişti. Belge’nin de söylediği gibi; hayatı roman ile anlatmayı düstur edinmiş Pamuk’un, Nobel Ödülü aldığı İsveç Akademisi’nde “Türkçe” yaptığı konuşmada ifade ettiği gibi; “… Yirmi beş yıl Türkiye’de yazar olarak ayakta kalabilmek için kendini bir odaya kapattıktan sonra yazarlığın, içinden geldiği gibi yazmanın, toplumdan, devletten, milletten gizlice yapılması gereken bir iş olduğuna babasının bavuluna bakarken isyan eden” adamın davranış şeklini belirlemeye çalışmak bana göre kollektif bencilliktir.
Onun meselesi ve hüneri evrensel olmaktır; edebi kimliğinin sınırları kaldırdığı evrende, toplumsal hassasiyetleri gözetmek zorunda olmadan fikren ve bedenen özgür olabilmektir. Kendi ifadesi ile “Kapanıp yıllarca yazan biri, işte böyle bir insanlığa ve merkezi olmayan dünyaya seslenmek ister.” Övünmemiz gereken şey; böyle büyük bir yazın adamının evrene bizimle aynı kara parçası üstünden bakabilmesi ve İsveç’te “Ben; ötekiler, bizler, İstanbul’da nasıl bir hayat yaşadık, yaşıyoruz, bütün dünya bilsin diye yazıyorum.” diyebilmiş olmasıdır.
Hrant Dink cinayetini, devletin, toplumun, dünyanın gözleri önünde planlamış olan bir adamın bağıra bağıra Pamuk’u tehdit etmesi üstüne bunun toplumda karşılık bulması ve yazarın belli bir süre yurt dışında yaşamak zorunda kalması, kendilerine edebiyatçı diyen birilerinin de fırsatı ganimet bilerek köşelerinden saldırıya geçmesi toplumsal ayıbımızdır. Hazin olan; kurduğumuz sosyal medya mahkemelerinde, Pamuk’u sorgusuz sualsiz infaz etme acımasızlığını göstermiş olmamızdır.
Rahmetli Çetin Altan, 13 Ekim 2006 tarihinde Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan yazısında; “Orhan’ın Nobel Edebiyat Ödülü’nü almış olması, bende sadece Türk edebiyatında bir yazarın sanat pırlantaları koleksiyonunda hak etmiş olduğu yere oturmuşluğunun sevincini değil, aynı zamanda yüreğimdeki küskün ve sönmüş yıldızların ortak cümbüşünü de yeniden yarattı.” diyordu. Hülasa ben de büyük usta Çetin Altan gibi düşünüyorum; “Bayrakların değerini ne kadar yükseltirseniz yükseltin, bayraklar o ülkeden ilk kez Nobel Ödülü almış bir yazar kadar görünemiyor dünyadan.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi