Mine Uzun
KAPANA-MA-MA
29 Nisan… Tam kapana-ma-ma açıklamasının ardından herkesi aldı bir telaş. Kim kiminle nereye kadar gidebiliyor? İzin kimden nasıl alınıyor? Hangi ürünlerin satışı yasak? Köpeği hangi menzilde gezdirebiliyoruz?
Neden tam kapanmaya ihtiyaç duyduk? Çünkü vaka sayıları altmış binlerin üzerine çıktı. Vefat sayıları üç yüzleri aştı. Yoğun bakımlar doldu taştı.
Peki, neden tam kapanamadık. Bunun bence iki temel nedeni var. Bunlardan birincisi elbette ekonomi. Diğeri ise kural tanımaz, ama kendisi dışındaki herkesin kurallara uymasını isteyen yurdum insanı.
Önce biraz yurdum insanının dedikodusunu yapalım istiyorum. 17 gün kapanmayı; tatil ilan edenler, kendini Bodrum sahillerine atmaya başladı. Yarım saat önce Bodruma giren “amaaaaan ne işiniz var Bodrum”da diye başlıyor söylenmeye.
Köpeği anladık da; yolda kendi halinde mırlayan sokak kedisine tasma takıp gezdiriyor Ayşe Ablam; elinde ünlü market zinciri poşeti her izin kağıdından daha geçerli diye deneyimini sosyal medyada paylaşıyor Ahmet Abi. Kendini kurtarmış, başkalarına yol gösteriyor belli ki.
Diğer yandan her türlü kurala uysaydı bile insanımız, yine de tam kapanmayı başaramayacaktık. Tam kapanma; tanımsal olarak ülkeyi tam kapatmak demek. Her şeyin durması demek. Üretimin olmaması demek. Sosyal yaşamın kalmaması demek. Yani komşunla da olsa mantı açamazsın demek. Ülkenin yaşamsal koşulları sağlayabilmesi için en fazla, o da çok zaruri oldukça ancak, yüzde beşinin sokağa çıkabileceği bir ortamı yaratmak demek. Yani ekonomiyi durdurmak demek. Ama durduramıyoruz. Bir açıl bir kap an; çok daha ciddi bir hasar veriyor aslında.
Özellikle ne zaman açılacağını, ne zaman kapanacağını kestiremeyen hizmet sektörü ve gündelik çalışanlar çok zor durumda.
Hele hele kadınlar… Zaten çalışma hayatından “normal zamanlarda” bile uzak kalan kadınlar, salgın dönemi çok daha ciddi bir işsizlikle karşılaştı. Kısa çalışma ödeneğinden yararlandırıldılar, işten çıkartmalar yasaklansa da işten ayrılmak zorunda kaldılar. Okulların kapalı kalmasıyla, çocukların peşinden koşmak da annelere kaldı zira. Ve o kocaman “cam tavanlara” çarpa çarpa bihal oldular.
Desteksiz atmak oluyor da desteksiz kapanma olmuyor. Kapanmasız normalleşme gerçekleşmiyor. Son bir yıllık sürece bakıldığında hayat pahalılığı almış başını gitmiş, işsizlik kol geziyor. Yoksulluk her köşe başını tutuyor. Bunlar konuşulur, yazılır çizilirken, eee hani pandemi döneminden büyümeyle çıkan iki ülkeden biriydik tartışması karşımıza geliyor. Bana göre konunun tartışılacak bir tarafı yok aslında zira bir kredi patlaması yaşanıyor. Kredi ile sağlanan büyüme kompozisyonu, çok da kendini kalkınma olarak gösteremiyor ve maalesef bir rakam olmaktan ileri gidemiyor. Yanında bir de promosyonu var “Enflasyon”
Görüldüğü gibi rakamlar; sizin baktığınız yere göre yorum ortaya çıkarabiliyor. Mesela; Nisan ayında yayımlanan IMF’nin Mali İzleme Raporu’na göre; milli gelirine oranla, Meksika ve Arnavutluk ile birlikte en az yardımda bulunan üç ülkeden biri Türkiye oldu. (GSMH’nin %1.1’i) Hatta gelişmekte olan ülkeler arasında sonuncu. Sağlık dışı nakit harcama ve desteklere baktığımızdaysa yine %1’in altındaki bir oranla en kötü sıralamasını Meksika ve Nepal ile paylaştı.
Yine aynı IMF’nin Mali İzleme Raporu’na bakıldığında salgın süresince kendi kendini toparlasın diye kredilendirme, yani borçlandırma yoluyla geçici rahatlama sağlatma konusunda, gelişmekte olan ülkeler arasında birinci sırada yer alıyor. Bu krediler önünde sonunda ödenecek. Kredi kullananlar, işlerini kaybeder ya da toparlayamazlarsa bir sarmala girecekler. Devlet ağırlıklı olarak küçük esnaf ve hizmet sektöründe faaliyet gösterenleri bu yolla ayakta tutmaya çalışıyor. Halbuki onlar için nakit desteği ve hibe şart.
Yani özetle yine konu dönecek dolaşacak “yapısal” sorunlara gelecek. Hem ekonomi hem hukuksal alanda elimizi taşın altına sokmalıyız. Bir fatura var ortada, ödeyeceğiz mecbur. Bu süreç bittiğinde sosyolojik bir analiz de yapmamız gerekecek elbette.