Boray Acar
İnadına siyaset, inadına Kanal İstanbul
90’lı yıllarda “Aşkın ve Devrimin Partisi” ve “İnadına Aşk” sloganları ile bir parti kurulmuş, kendini solda gören Türkiye gençliğinin heyecanını da arkasına alarak büyük bir gürültü yaratmıştı. Ya da ilk seçimlere kadar biz, öyle olduğunu düşünmüştük. Meğerse gürültü kaynağına yakın olmak bize öyle hissettirmiş. Bugün şikâyetçi olduğumuz siyasi açmazların benzerleri o günlerde de olmasına rağmen, duygu dünyamıza kast eden bir baskı yoktu. Dolayısıyla; neye inat aşkın referans alındığına da anlam veremiyordum. Yıllar sonra anlıyorum ki, gençlik ateşimizi körükleyen şey “aşk” değil, siyasi tarihimizde iz bırakmış olan liderlerin baskın davranış özelliklerinden birisi olan “inat”mış.
Bunları hatırlamama neden olan şey ise AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 7. İstanbul Olağan İl Kongresi’nde yaptığı konuşma oldu. Tayyip Erdoğan, “Bu CHP’lilerden bu tür şeyleri dinlediniz mi? Bunların kitabında hizmet var mı? … Kanal İstanbul projemizin etüt kapsamında yer alan tüm teknik çalışmaları tamamlandı. Onlara rağmen Kanal İstanbul’u yapacağız. İnadına yapacağız.” derken, konuşmanın merkezine CHP zihniyeti ile bitmeyen hesaplaşmasını ve “inatlaşmasını” koyuyor. Bu yolla; kollektif bir bilinç ile ele alınması ve istişare edilmesi gereken bir meseleyi daha, mutat hünerini göstererek oldubittiye getirmenin zeminini hazırladığını bizlere düşündürüyor.
Tayyip Erdoğan’ın “Kanal İstanbul projemizin etüt kapsamında yer alan tüm teknik çalışmaları tamamlandı” sözlerinden hareketle, projenin resmi internet sitesine girerek ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporuna şöyle bir göz attım. Rapor, kamu kurumlarına ve özel sektöre çok sayıda iş yapmış olan bir mühendislik ve müşavirlik firmasına hazırlatılmış, bakanlık tarafından da onaylanmış. Geçmişte birçok projenin ÇED raporlarının “sipariş” üstüne hazırlanabildiğini gördükten sonra, Tayyip Erdoğan’ın hayallerini süsleyen “Çılgın Proje”nin teknik hazırlık sürecinde bir aksilik çıkmasını beklemek de safdillik olur. Bunun yanında İBB’nin ve meslek örgütlerinin konu ile ilgili teknik değerlendirmelerinin ve projenin bölgenin ekolojik dengesine zarar vereceği yönündeki görüşlerinin ciddiye alınmıyor olması da konunun “inatla” teknik istişareye kapatıldığını gösteriyor. Örneğin; İBB iştiraki olan İstanbul Kültür A.Ş. tarafından yayınlanan “Kanal İstanbul - Çok Disiplinli Bilimsel Değerlendirme” isminde bir kitap var. Kitapta, her biri kendi alanında uzman olan on bilim insanı tarafından yürütülmüş detaylı bir çalışma sonucunda kanalın inşasının, kent ve çevre bağlamında yaratacağı sakıncaların tüm detayları ile ele alındığını görüyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı tarafından da okunmasını ümit ederdim ama malum; kitap okumaya vakit bulamıyor.
Ayrıca, projenin göz ardı edilemeyecek bir de hukuki boyutu var. Eski AİHM Yargıcı Rıza Türmen, 18 Aralık 2019 tarihinde T24 haber sitesinde bir yazı kaleme aldı. Rıza Türmen; Kanal İstanbul projesinin, 1936 senesinde imzalanmış olan “Montrö Boğazlar Sözleşmesi”nin dayandığı dengeleri bozabileceğinin ve Türkiye için bölgesel güvenlik riski yaratabileceğinin altını çiziyor. Konunun uzmanı birçok isim de benzer kaygıları yineliyorlar. Henüz siyasi iktidar kanadından, konuyu uluslararası hukuk normları açısından ele alarak bu kaygıları boşa çıkaran tatmin edici bir değerlendirme yapıldığına şahit olmadım. Bunu da Tayyip Erdoğan’ın, “Yapıyorsa bir bildiği vardır” mottosu ile onu kucaklayan ve sorgulamayan toplumsal tabanı ile arasındaki güçlü duygusal bağın bir neticesi olarak görmemek elde değil.
Nitekim, projenin yapılacağı güzergahta bulunan arsaların paylaşımı ve ciddi bir emlak pazarı oluştuğu yönünde yayılan şayialar, rant yaratmak uğruna projede ısrar edildiğini düşündürüyor. Kupon arsaları bir emlak danışmanı titizliğinde takip eden bir siyasi iktidarın varlığı da şüphe duymamızın haklı gerekçesi olabilir diye düşünüyorum.
Ezcümle; Tayyip Erdoğan’ın, söylediklerini hayata geçirmek noktasındaki “inadı”na karşılık, “İstanbul, birden büyüktür” gibi popülist mesajlar vermek yerine mevcut sivil dayanışmanın kitleselleşmesi gayreti ile istişare zemini yaratılmasının, İstanbul’un selameti için daha doğru bir tutum olacağına inanıyorum. Hem böylece günün birinde birileri de çıkıp “Bu kadim şehre ihanet ettik” türünde laflar etmekten kurtulur bakarsınız…
*Geçen haftaki yazımda maddi hata yaparak Gare’de 13 yurttaşımızın şehit olduğunu yazmışım, özür diliyorum. Teröre kurban ettiğimiz 16 yurttaşımızı rahmetle anıyor, şehit ailelerine sabır ve metanet diliyorum.