Hüseyin Tapınç
EŞİK
Bugünlerde hepimizin tartışmasız bir şekilde üzerinde hemfikir olacağı ender konuların başında tahammül eşiklerimizin düşmüş olması gelmektedir. Hiçbirimizin hiçbir şeye hiç kimseye neredeyse tahammülü kalmadı. Bu tahammülsüzlüğün arkasında farklı faktörler rol oynuyor, her birisinin tahammülsüzlüğümüz üzerindeki etki gücü son derece farklı. Ancak, tüm bu faktörleri tek bir şemsiye başlık altında değerlendirme şansımız bulunuyor: kaos.
Biz bugün insanlık olarak hayatımızdaki birçok şeyi yeniden tanımlıyoruz ve COVID 19 ruh dünyamızın haritasını yeniden şekillendiren en büyük güç.
Biz insanlık olarak geçtiğimiz yıldan bu yana son derece ciddi bir travma ile sınandık ve travmanın yarattığı sürecin her bir aşamasını deneyimledik. Bir virüsün tetiklediği bu süreç hayatta kalma mücadelesi ile birlikte günlük hayat pratiklerimize damga vurdu. Bazı hayat pratiklerini hayatımızdan çıkarttık, yepyeni pratikleri günlük hayatımıza dahil ettik. Bu pratiklerin ömründen bağımsız olarak her birisi hayatımızda farklı boyutlarda iz bıraktı. Her ne kadar içinde bulunduğumuz toplumda çok fazla gözlemleyemesek de bugün birçok toplum farklı ölçeklerde ve sürelerde de olsa yas tutma pratiklerini günlük hayatlarında deneyimliyor. Tüm bu yaşananlar aslında mevcut kurulu düzenin yıkıldığı, yeniden tanımlandığı bir kaos ortamında yaşandı ve yaşanıyor.
Hepimizin hayatında ilk kez deneyimlediği bir başka önemli gelişme mekan ve zaman tanımlarının dönüşmeye başlaması oldu. Bugün artık mekanlar arasındaki farklılıklar ortadan kalktı, kamusal alan ve özel alan ayrımları silindi. En klasik örneği ile birçok insan için ev ve iş yeri ayrımları bir anda yok oldu, kamusal alanda gerçekleştirdiğimiz birçok etkinlik evlere taşındı. Oysa, hepimiz biliyoruz ki, Batı medeniyeti özel alan – kamusal alan ayrımı üzerinde yükselen bir medeniyet. Bu ayrımda yaşanan dönüşüm belki de bizim medeniyet ile bildiğimiz her şeyi unutmamız ve yeniden kurgulamamız için bir davetiye.
Mekana paralel olarak zaman kavramı ile ilgili bildiğimiz bir çok şey de değişmeye ve dönüşmeye başladı. Teknoloji ve dijital dönüşüm sayesinde zaten zaman ile ilgili algılarımız değişmeye başlamıştı, pandemi dönemi bu değişime ivme kattı. Bugün zaman konusunda da eşiklerimiz aşındı; her şeyin hemen şimdi olmasını istiyoruz.
Zaman ve mekan konularında yaşanan bu algısal dönüşümler aynı zamanda bireylerin kimlik tanımlamaları ve hayattan beklentileri üzerinde etkili olmaya başladı. Kendi kimliklerimizi, iş ve aile hayatımızı, devlet ve sosyal kurumlar ile kurduğumuz ilişkileri sorgulamaya başladık.
Biz aslında bugün hayatı katman katman yeniden kurguluyoruz ve bu durum başlı başına travmatik bir süreç.
Tüm bunlar olup biterken ve bu sorunları insanlık ile paylaşırken, bir de bu topraklara özgü sorunlar yumağı ile birlikte yaşıyoruz.
Son iki buçuk yıldır yaşadığımız ve pandemi ile derinleşen ekonomik kriz ve onun yarattığı endişeler, aydan aya değişen toplumsal ruh halimiz ve çaresizlik hissiyatımız, son derece derin bir şekilde yaşanan toplumsal kutuplaşma, toplumda yükselen ancak bir türlü karşılık bulmayan özgürlük ihtiyacı, ancak buna karşın şiddetin ve şiddetle beraber gelen değerlerin toplumda egemen olması, hukuksal kuralların ya da etik değerlerin alt üst olması gibi bize özgü sorunlar yaşanan kaos ortamını perçinliyor. İşte bu kaos da bizim tahammül sınırlarımızla oynuyor, tahammül eşiklerimizi törpülüyor.
Pandeminin ilk dönemlerinde hepimizin önceliği beden sağlığımızı korumaktı, buna şimdi bir de zihin sağlığımızı korumak ve iyileştirmek eklemlendi. Şair ne güzel demiş; “benim dengemi bozmayınız”. Bizim dengemiz fena halde bozuldu ve tahammülsüzlüğümüzün asli sebebi de budur.