Hüseyin Tapınç

Hüseyin Tapınç

Yaren

Geçtiğimiz Cumartesi, Türkiye büyük bir kavuşmaya tanıklık etti.

Yaren Leylek Cuma günü göçten döndü; biz, “O mu, değil mi” diye tartışırken önce eşi Nazlı ile hasret giderdi, ertesi gün ise 14. kez Adem Amca ile kayığında buluştu.

Bu olayı yakından takip edenler, boğazlarında düğüm, gözlerinde yaşlarla bu olağanüstü kavuşmanın mutluluğunu yaşadı. Alper Tüydeş’in buluşma anında çektiği fotoğraf, toplumsal hafızamıza derin bir mutluluk anı olarak kazındı.

Uluabat Gölü’nde zamanı durdurmak istedik. O gün, gelebilecek herhangi bir kötü habere kendimizi kapattık; mutluluk anını ise elimizden geldiğince uzatmaya çalıştık.

O hafta sonu, bırakın baharı, memleketin büyük bir kısmına bir anda yaz geldi. Coşkumuz katlandı.

Dünyada eşine az rastlanır bir sevdaya tanıklık ediyoruz. Bu nedenle, hiç kuşku yok ki, bir balıkçı ile bir leylek arasında geçen bu masalsı hikâye, dünyanın dört bir yanında yakından takip edilir; haberlere ve günlük konuşmalara konu olur.

Şimdiden bir çocuk kitabına, ödüllü bir belgesele ve bir filme konu olan bu hikâye bizi neden bu kadar derinden etkiliyor? Bu hikâyeye, herhangi bir ülkede görülebileceğinden daha fazla bağlanmamıza neden olan şey nedir? Bu hikâyede ne buluyoruz?

Hepimiz hayatımızı bir denge arayışı içinde sürdürüyoruz; hiçbirimiz dengemizin bozulmasını istemiyoruz. Bu, bireyler için geçerli olduğu kadar toplumlar için de geçerli olan bir istektir. Dengesizlik, bize düzensizliği, kaosu, bilinmezliği ve huzursuzluğu çağrıştırıyor. Şair boşuna dememiş: “Benim dengemi bozmayınız.”

174218872067d7b0b0263c5.jpg

Son yıllarımızı büyük bir toplumsal dengesizlik, düzensizlik ve kaos içinde geçiriyoruz. Ruh sağlığımız hiç iyi değil. Yası ve toplumsal travmanın her türlü belirtisini net bir şekilde gösteriyoruz. Normal bir günümüz yok; toplum olarak sürekli adrenalin salgılıyoruz.

Hayatımızda ne huzur var ne istikrar. İyi ve olumlu olana hasret bir şekilde günlerimiz akıp gidiyor.

Yaren Leylek ile Adem Amca’nın hikâyesi bize huzur veriyor. Buluşma, kavuşma, vefa ve mucizenin gerçekleşmesi üzerine kurulu bu hikâye, mutluluk hormonlarımızı harekete geçirerek hepimizi hayata bağlıyor. Her yıl tekrarlanan bu masal, usul usul istikrar beklentimizi de karşılıyor.

Bu hikâye, kolektif travmanın pençesine düşen ve travma üzerinden ortak bir hafıza geliştiren toplumumuz için iyileşmenin rotasını çiziyor; hepimize bir dayanak noktası sunuyor. Elimizde olmadan kolektif travmaya karşı ortak iyileştirici semboller üretiyoruz ve bu hikâye de onlardan biri.

Adem Amca ile Yaren Leylek’in her yıl tekrarlanan buluşması, artık toplumsal bir ritüel haline geldi. Bu ritüel, iyileşmenin ötesinde, topluma aidiyet, dayanışma ve birlik duygusunu da hatırlatıyor. Bu buluşma etrafında, toplum olarak adeta bir bayram havasında ortak mutluluğumuzu kutluyoruz.

Öte yandan, buluşma anına kadar bir tedirginlik yaşadığımız da yadsınamaz bir gerçek. Hepimizin yüreği ağzında. Bunun en önemli nedeni ölüm korkusu: Ya Yaren bu sene gelmezse? Ya onu sonsuza dek kaybettiysek?

Yaren’in dönmesi ve onu bir kez daha Adem Amca’nın kayığında görmek, bizi ölüm korkusu karşısında sembolik olarak güçlü kılıyor.

Oysa biz, son yıllarda sürekli ölüm hikâyeleri duyan ve onlarla yaşamak zorunda kalan bir topluma dönüştük.

İki yıl önce yaşadığımız depremin kayıplarının travması hâlâ devam ediyor.

Bir yıl içine kaç kadın cinayeti sığıyor bu ülkede? Son yıllarda kaç genç kızı şüpheli ölümlerle kaybettik? Kaç trans bireyin hayatı son buldu? Son bir iki yılda ne kadar çok çocuk ölümüyle sınandı ruh sağlığımız?

Her gün, sokak hayvanlarının uğradığı şiddete ve katliamlara tanıklık ediyoruz. Üstelik büyük bir katliamın da eli kulağında.

Tüm bu acılar, yaşlı bir adam ile bir leyleğin hikâyesinde hafifliyor ve bize “Hayata devam et, çünkü hayatta mucizelere ve güzel günlere de yer var.” mesajını veriyor. Onlar bizim şifacımız

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hüseyin Tapınç Arşivi

Komşu

12 Aralık 2024 Perşembe 07:00