DEVLET ŞİRKET GİBİ YÖNETİLİRSE…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye de öyle yönetilmelidir” diyeli yaklaşık 6 sene oldu. Erdoğan bu sözü ‘Ekonomi Ödülleri’ töreninde iş insanlarının önünde söyledi. Onlara, birer iş insanı olarak Türkiye’nin böyle yönetilmesini isteyip istemediklerini sordu. Cevap alkışlarla geldi…

O tarihten bu yana bu söz çok tartışıldı, çok yazılıp çizildi. Erdoğan bu düşüncesini iş dünyasıyala ilgili bir toplantıda söylediği için, doğal olarak bu söz ekonomik bir argüman olarak algılandı ve hep bu eksende tartışıldı. Ama işin ekonomiden kısmen bağımsız, siyaset felsefesi tarafından değerlendirilmesi gereken bir yanı var. Esas değerlendirmenin de bu bakış açısıyla yapılması gerektiğini düşünüyorum.

Şirket yönetimlerini incelediğinizde göreceksiniz ki (pek çok organizasyon çeşidi olmakla birlikte) temelde iki tür yönetim biçimi vardır. Biri monarşi, diğeri ise oligarşi…

Monarşi tek adam yönetimidir. İmparator, kral ya da tiran vardır yönetimde. Monarklar, çevrelerinde akıl alacakları danışmanları olsa bile nihai kararı veren, ülkenin kaderini belirleyen hükümdarlardır. Monarşi döneminde Avrupa’da tüm topraklar kralın malıydı, tüm halk da onun buyruklarına uymak zorundaydı. Bizim coğrafyamızda da ‘cümle Osmanlı mülkü’ padişaha aitti, ‘cümle Osmalı halkı’ da padişahın kuluydu. Tıpkı patron şirketleri gibi. Patron şirketlerinde de müdürler, genel müdürler, danışmanlar olsa da karar patronundur. Tüm mülk patrona aittir, şirketin ve çalışanların kaderi onun iki dudağı arasındadır.

Oligarşi ise aristokratların söz sahibi olduğu bir azınlık yönetimidir. Antik Yunan’da olduğu gibi zengin sınıfın temsilcilerinden oluşan bir konsey, devlet politikalarını ve yasaları belirler, halk da onların aldıkları kararlar doğrultusunda yaşar. Karar verici bu aristokrat sınıf ülkenin en verimli topraklarının büyük bir kısmına sahiptir. Esas gelir onların cebine girer. Tıpkı kurumsal şirketler gibi. Hadi Erdoğan’ın deyimiyle söyleyelim… Anonim şirketler gibi. Bu tip şirketlerde de bir ‘yönetim kurulu’ denilen yönetici kadro vardır. Mülkün büyük bir kısmı bu gruba aittir, şirketin ve çalışanların kaderini de bu yöneticiler belirler.

Dikkat ederseniz her iki şirket yönetiminde de refahın çalışanlarla (devlet jargonuyla söylersek ‘halkla’) paylaşılması monarkların ya da oligarkların keyfine kalmıştır. Bu kişilerin mülkü olan şirketin çıkarları her şeyin üstündedir. Şirket çalışanlar için değil, çalışanlar şirket için vardır. Şirketler tek hedefleri olan ‘kâr’ı elde etmek amacıyla maliyeti yüksek olan çalışanlarını işten çıkartabilir. Bu durum adaletsiz olsa bile, hukuki koşullarını yerine getirdikleri sürece yasaldır. Peki ya şirket gibi yönetilen devletler bu durumda ne yapacaklar? Sağlık ve eğitim giderleri, emeklilik maaşları ve benzeri konularda maliyetleri yüksek diye insanlarını vatandaşlıktan mı çıkartacak?

Bu konunun altında yatan esas tehlike işte bu yönetim yapısının zorunlu olmasıdır. Yani devleti şirket gibi yönetiyorsanız ya monarşik ya da oligarşik bir yönetim anlayışınız olmak zorunda. Demokrasiyi yaşatma şansınız yoktur. Öyle ya… Siz hiç demokrasiyle yönetilen bir şirket gördünüz mü? Şirketlerde çalışanların ortak kararıyla göreve gelmiş, onların bakış açılarını, fikirlerini, dünya görüşlerini yansıtan çok sesli bir yönetim kurulu olabilir mi? Şirketler yapıkları tüm harcamaların ve yatırımların hesabını paydaşlarına verirler ama bu hesabı çalışanlarına veren bir şirket gördünüz mü?

Millet olarak söylenen her sözü üstünkörü değerlendirmek, sözcükleri sadece sözlük anlamlarıyla algılamak eğilimindeyiz. Hiçbir sözü kavramsal bir bütünlük içinde düşünmek, değerlendirmek gibi bir geleneğimiz yok maalesef. Eğer böyle düşünebilseydik, ‘devleti şirket gibi yönetmek’ sözünün arkasında yatan anlamı çözebilirdik. Ekonomik refah vaat ettiğini zannettiğimiz bu sözün aslında demokrasinin askıya alınması anlamına geldiğini görebilirdik.

Şimdi gelelim ‘devlet anonim şirket gibi’ yönetildiğinde ne olur meselesine…

Dedik ya, patron şirketlerinde karar alıcı tek bir kişi vardır, anonim şirketlerde ise bu görevi bir yönetim kurulu üstlenir… Bir de Türk tipi anonim şirketler var. Görünürde bir yönetim kurulu vardır ama o kurula başkanlık eden esas patron ne derse yönetim kurulu da o karara imza atar. Yani oligarşi görünümlü monarşi. Türkiye’de anonim şirketler genellikle böyle yönetir. Kararı patron (yönetim kurulu başkanı) alır ama o karar yüzünden bir problem çıkarsa hesap yönetim kurulundan birilerine ve yönetim kurulunda olmayan bazı yönetici ve çalışanlara kesilir. Diyelim ki yönetim kurulu (başkanın isteği doğrultusunda) ödemelerle ilgili bir karar aldı. Ama bu karar şirketin nakit akışında bir probleme neden oldu ve şirket zarara uğradı. Sizce bu zararın faturası kime kesilir? Tabii ki yönetim kurulunda finanstan sorumlu üyeye, CFO’ya (finanstan sorumlu üst düzey yönetici), finans direktörüne, finans müdürüne… Bu silsile muhasebeciye kadar gider. E ama kararı başkan aldı. Muhasebecinin ne suçu var?

Şirketler yatırım yapar. Bu yatırım kararlarını da yönetim kurulu başkanın isteği doğrultusunda alır. Bu yatırımın nasıl yapıldığı, hangi amaçla yapıldığı sorulduğunda ise eğer hesap vermek istenmiyorsa sığınılan çok güvenli bir liman vardır: Ticari sır. Şirket bir harcaması ya da yatırımı için ‘ticari sır’ açıklamasını yaptığında akan sular durur. Çünkü bu sırrı saklama hakkı vardır.

Yönetim kurulunda olan birisinin kendi şahsi şirketi de olabilir. Yasalar buna izin veriyor. Peki kendi şahsi şirketinde ürettiği bir mal ya da hizmeti yönetim kurulunda olduğu anonim şirkete satabilir mi? Neden olmasın?

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Ama devleti şirket gibi yönetiyorsanız, demokrasiden bahsetmek… İşte o mümkün değil.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi