Begüm Erdoğan
Bradley Cooper Yönetmen Koltuğuna Oturursa
İlk yönetmenlik denemesi Lady Gaga’yla başrolü paylaştığı “Bir Yıldız Doğuyor” (A Star Is Born)’dan sonra bu hafta Neflix’te seyirciyle buluşan “Maestro”yla yönetmenlik kariyerine devam ediyor. Oyuncu kimliğinden sıyrılıp, set ortamını yönetmek ve filmin her aşamasından sorumlu olmak “zor iş” demek hafif kalır. Peki Cooper oyunculukta gösterdiği başarıyı yönetmenlik koltuğuna taşıyabiliyor mu?
Bradley Cooper, “Silver Linings Playbook”, “American Hustle”, “Hangover” ve “American Sniper” gibi filmlerden mavi gözlerini ve yakışıklı yüzünü görmeye alıştığımız başarılı bir oyuncu. Hatta kendisinin sadece en iyi oyuncu ve yardımcı oyuncu dallarından dört tane ve toplamda dokuz Oscar adaylığı var. Komedi filmlerinden drama yapımlarına, farklı karakterler ve değişik tür yapımlarla denemeler yapan Cooper, oyunculuk konusunda çoktan rüştünü kanıtlamış durumda ama kendisi burada durmuyor. Oyunculuğun yanında son senelerde senaryo ve yönetmenliğe de adım attı. .
İlk yönetmenlik denemesi Lady Gaga’yla başrolü paylaştığı “Bir Yıldız Doğuyor” (A Star Is Born)’dan sonra bu hafta Neflix’te seyirciyle buluşan “Maestro”yla yönetmenlik kariyerine devam ediyor. Oyuncu kimliğinden sıyrılıp, set ortamını yönetmek ve filmin her aşamasından sorumlu olmak “zor iş” demek hafif kalır. Peki Cooper oyunculukta gösterdiği başarıyı yönetmenlik koltuğuna taşıyabiliyor mu?
Bir Yıldız Doğuyor (2018) TV+
Bu yapım, gerçekten de bir “yıldız”ın doğuşunu konu aldığı gibi bir yıldızın düşüşünü de işliyor. Daha önce birkaç defa büyük isimlerle beyaz perdeye taşınmış olan bu eser, bu sefer adeta Lady Gaga’nın hayatının kalıbından yeniden kaleme alınmış gibi üzerine oturuyor. Ally karakterini Tony Bennett’la yaptığı düetlerden görmeye alışık olduğumuz tutkulu vakur havayla canlandırıyor. Filmin hikâyesiyse şöyle:
Ally bir drag performansında Bradley Cooper’ın hayat verdiği alkolik olduğu kadar ünlü country şarkıcısı Jackson Maine’le tanışıyor. Daha ilk andan ikisi de birbirine hızla çekiliyor ve ilişkileri başlıyor. Turnesi sırasında Jackson’la sahneye çıkan Ally, ün trenini yakalıyor ve yıldızının doğuşu başlıyor. Ancak Ally yukarı çıkarken Jackson da aynı hızla çöküyor. “Bir Yıldızın Doğuşu”nu müzikal olarak sevmemek mümkün değil. Film Gaga’nın yeteneğini sonuna kadar kullanıyor ve Cooper da kendi kısmına düşen parçaları layığıyla yerine getiriyor. Ancak seyirci için hikayeyi duygusal olarak takip her zaman kolay değil. Lady Gaga’nın performansı müzisyenden devşirme bir oyuncu için iyi olsa da Cooper’ın yanında
sönük kalıyor. Ayrıca film, çiftin ilişkisinin kötüleşmesi ve Gaga’nın karakterinin Jackson’dan ve aslında kendinden de uzaklaştığını söylüyor, ancak göstermeyi unutabiliyor. Dinamiklerin ciddi şekilde değiştiğini sadece karakterler arası diyaloglardan öğreniyor izleyenler. Bu da ister istemez Cooper’ın ilk filmindeki hikâye anlatıcılığının gelişmeye açık olduğunu gözler önüne seriyor.
Maestro (2023) Netflix
Cooper’ın John Singer’la kaleme aldığı eser, Amerikalı besteci, orkestra şefi, piyanist ve yazar Leonard Bernstein’ı konu alıyor. Bernstein Amerika için oldukça önemli bir sanatçı, özellikle New York Filarmoni Orkestrası’nın direktörlüğünü yapmasıyla ve Batı Yakası Hikâyesi (West Side Story) gibi müzikallerde emeği geçmiş olması da onun yıldızını epeyce parlatmış.
Ancak Cooper verdiği röportajlarda da Bernstein’in daha önce görülmemiş taraflarını araştırmayı ve daha önce değinilmemiş yönleriyle onun hakkında farklı bir perspektif koymayı amaçladığını ifade ediyor. Aslında bunu, Carrey Mulligan’ın canlandırdığı, Leonard’ın eşi “Felicia Bernstein” karakterine odaklanarak başarıyor. Bu sayede izleyici, bu sene Oscarlarda da güçlü bir aday olarak görünen Mulligan’ın olağanüstü performansını
keyifle seyretme şansı yakalıyor.
Film Bernstein’in hayatını, kariyerinin hız kazandığı ilk noktadan başlayarak ele alıyor ve zamanda ileri geçişlerle, eşi Felicia ve çocuklarıyla olan ilişkisini ön plana koyuyor. Tabii filmin müzikleri Bernstein’in kendisine ait ve onu anlamak için harika bir arka pla oluşturuyor, onun yaşantısını ve karakterini pekiştiriyor.
Film, zamanda her geçiş yaptığında, ekran oranları da, renkler de onunla değişiyor, çekim stilleri bile dönemin yapıtlarını anımsatacak şekilde farklılık gösteriyor. Özellikle kamera ve kurgu ustalığı gösteren planlardan filmde sıkça bulmak mümkün.Ayrıca, filmin makyaj sanatçıları da büyük ustalık gösteriyor. Zira, Cooper’ı Bernstein yapan sadece dikkat çekici oyunculuk performansı değil aynı zamanda prostetik burnu ve makyajı. Aynı şekilde seyirci, oyuncuları yaşlanmış gördüğünde, onların o yaşta olduğuna inanmakta hiç zorlanmıyor.
…
Bir Yıldızın Doğuşu filminde “bir şeyler kaçırmış gibi hissediyorum” hissiyatı yaratan, hikayenin bazı anlarında izleyiciyi kaybeden bir yanı olduğunu belirtmiştik. Ancak “Maestro” zamanda ileri sıçramalar içeren zor kurgusuyla bile aynı hissiyatı yaratmıyor. İzleyiciyi hikayenin içinde tutuyor ve bir olaydan diğerine geçerken karakterlerin duygusal dünyalarındaki değişimler inandırıcılığını kaybetmiyor. Bradley Cooper belli ki risk almaktan, yeni şeyler denemekten çekinmeyen biri. Bernstein gibi o da farklı şapkalar takmanın kendine yakıştığını düşünüyor. Bu cesaret, müziğe duyduğu tutkuyla birleşince, gerçekten de farklı şeyler ortaya çıkarabilecek gibi görünüyor. Ancak özgeçmişine kattığı bu yeni yapımla yönetmen olarak kendini kanıtlayabildi mi noktasında henüz herkesi kazanabilmiş değil.
Bu Kısa Filmlere Şans Verin
- Anima, 2019, 15 dk (Netflix)
Paul Thomas Anderson ve Thom Yorke imzalı bu kısa film aynı zamanda Thom Yorke’un 2019’da çıkan aynı isimli albümünü tanıtma görevi görüyor. Hatta tam olarak bu sebeple bir “müzik videosu” olarak tanımlayanlar da bulunuyor. Ancak nasıl tanımlanırsa tanımlansın, bu yapımın kendine has olduğuna tahmin ediyorum herkes katılacaktır. George Orwell tarzı şov, Yorke’un bir rüya alemi hissi yaratan elektronik müziğiyle seyirciye görsel ve işitsel bir şölen sunuyor. Yorke’un vokalisti olduğu Radiohead grubunu ve özellikle “Daydreaming” şarkısını ve videosunu sevenler için kaçırılmaması gereken bir çalışma.
2. İstanbul İstanbul, 2022, 19dk (MUBİ)
Başrolde yakın zamanda hayatını kaybeden Ünal Silver’in bulunduğu ve Demir Özcan tarafından yazıp yönetilen kısa film, İstanbul’un Rum vatandaşlar için barındırdığı özel anlam ve öneme parmak basıyor. Silver’in sesinden, değişen İstanbul’un içinde tutunmaya çalışan, bir taraftan da anılara ve değerlere sahip çıkmaya çalışan ana karakterin hüznünü dinliyoruz. Bu bir tür yas filmi ancak bir görünen ölüm var, bir de görünmeyen. Filmin aynı zamanda Özer Kızıltan’ın anısına adanmış olduğunu da ekleyelim.
3. Çocuk, Köstebek, Tilki ve At (The Boy, the Mole, the Fox and the Horse) 2022, 32dk (AppleTV)
İdris Elba’nın ve Tom Hollander’ın seslendirmen kadrosunda bulunduğu kısa film, içiniziyumuşatacak türden bir yapım. 32 dakika boyunca, her yaştan izleyiciye farklı şekillerde dokunacak olan çok nazik bir anlatı sunuyor. Çizim tarzıyla da farklı bir hava yaratıyor ve bu sevimli anlatıyı destekliyor. Geniş kitleler tarafından çok sevilen aynı isimli çok satan kitaptan uyarlaması olan bu kısa filmin pandemi sürecinde yirmi farklı ülkeden insanın çabasıyla üretildiğini de belirtmeden geçmeyelim.
4.Ay’a Seyahat (Le Voyage Dans La Lune) 1902, 13dk (MUBİ)
Sinemanın bir sanat dalı olarak ortaya çıkmasında rol oynamış Fransız yönetmen George Melies’in ikonik filmi, “Ay’a Seyahat”. Melies, film yapımı sürecini sihirbazlık gibi ele alıyor. Onun için ikisi arasında belki de çok fark yok ve aynı yeteneklerinin en üst seviyesinde bir sihirbaz gibi, çığır açan ve “ilk bilimkurgu filmi” olarak anılan bir yapıt ortaya koyuyor. “Mutsuz aya inen mekik” karesinin ardındaki hikayeyi merak edenler ve bu sinema dehasının büyüsünü yakından izlemek isteyenleri MUBİ ekranlarına bekliyor.
5.Son Şnitzel 2017, 22 dk (BluTV)
Listenin sonuncu kısa filmi, iyi bir film olduğu için bu listede değil, bunu baştan belirtelim. Bu filmi, kısa film festivallerinde gösterilmesinin önünün kesilmesi ve içeriğinin değiştirilmesinin istenmesi haberleriyle hatırlayabilirisiniz. Film hicivli bir anlatımla Dünya’nın son günlerinde tüm ülkeler Mars’a gitmek üzere harekete geçerken Büyük Türk Devleti Başkanının “Şnitzel yemeden şuradan şuraya gitmem” şeklindeki ifadesiyle başlıyor.
Tabii tek sorun son tavuğun iki yüzyıl önce ölmüş olması. Hiciv sanatını alt metinle değil de neredeyse izleyicinin yüzüne vurarak yapan film, iyi bir sinematik anlatım olmayı ıskalasa da izleyenlere kesinlikle ilginç bir deneyim sunuyor.