Boray Acar
Bir Yol Bulmamız Lazım
Toplum olarak dertleri ortaklaştıramamak gibi önemli bir sorunumuz var. Bunu sadece toplumsal bilinç düzeyinin düşüklüğü ile açıklayamayız. Neye dertleneceğimize, hangi acıları ortaklaştıracağımıza, neye hangi ölçüde itiraz edeceğimize siyasi otorite karar veriyor. Onun belirlediği sınırları aşan karşı çıkışlar ve örgütlü sivil girişimler devlet gücü kullanılarak şiddetle engelleniyor. Çünkü engellenmediğinde ne kadar kapsayıcı, kendileri açısından da ne kadar korkutucu olabildiğini Gezi hareketinde yaşadılar. Şiddetle bastırdıkları bu tarihi vakıayı bir şekilde düşmanlaştırmaları ve şiddeti gerekçelendirmeleri gerekiyordu. Onun içini de darbe masallarıyla, dış güçlerle, Soros’la, terör örgütleriyle doldurdular.
Kendilerine itaat etmeyenleri kendi belirledikleri ve norm hâline getirdikleri bir hukuksuzlukla cezalandırdılar. Geçtiğimiz hafta Yargıtay’ın -kanıtsız- onama kararı salt orada olanlara, eylemi destekleyenlere değil, itaat etmeyenlere ve bunda ısrar edenlere verilmiş olan cezadır. Malum; o zaman orada olmasına rağmen tutum değiştiren, boyun eğen ve Devlet Tiyatroları’nın başına geçenler, hazineden geçinmeliler sınıfına katılanlar da oldu. Tabii bu mahkeme kararlarının bir gayesi de dışarıda olan muarızları ile örgütlenme potansiyeli olan toplum kesimlerine gözdağı vermek. O nedenle her toplumsal kıpırdanmayı Gezi’ye benzetiyor ve sopa gösteriyorlar. Devlet Bahçeli’nin “Nasıl ki Gezi’de konu ağaç değilse Akbelen’de de değildir…” mesajı buna örnektir.
Sanırım birkaç gün önceydi; “Mavi Vatan” konseptinin mimarı olarak tanınan Cihat Yaycı, Türkiye’nin 15 Temmuz 2016’ya çok yaklaştığını, ekonomi veya sığınmacı sorunu bahane edilerek her an kargaşa çıkabileceğini söylüyor. Tabii; AKP’nin trolleri de bunun üstüne oturup, “Aman tetikte olalım, her an her şey olabilir...” mesajları veriyorlar. Her toplumsal tepki, büyük patlamanın kıvılcımı olabilir bu durumda… Yakınlarını faili meçhul cinayetlere kurban vermiş insanların isyanları da, sendikal haklarını kullandıkları için sokağa atılan Agrobay işçilerinin tepkileri de neden olabilir bu büyük patlamaya. Bu nedenle, otorite nezdinde faili meçhul cinayetlerin şüphelilerinin de Agrobay işçilerini kapıya koyan kapitalistin de iş cinayetlerinin sorumlularının da aynı “hukuk(suzluk)la” aklanması meşrudur. Artık demokratik hakların kullanılması ile darbeci ve terörist olarak yaftalanmak arasında ince bir çizgi var… Otoriteryanizmin korkuları, toplum ile demokrasi arasına duvarlarını örmekte…
Eylemleri ile evrensel hukuk arasındaki uçurumun kendileri de farkındalar. İşte bu yüzden bu hukuksuzluğa bir kılıf arıyorlar. “Yeni yüzyıla adımıza yakışır demokratik bir anayasa ile girelim” düşüncesinin alt metni budur. Oysa mevcut anayasayı defalarca kez değiştirdiler. Daha demokratik olması için değil, otoritelerini tahkim etmek için değiştirdiler. Şimdi, ana muhalefetin marifeti olan meclisteki gerici unsurları da kervana takarak, mevcut anayasadaki değiştirilmesi teklif edilemeyecek her şeyi değiştirmek, dördüncü defa başkan seçilmenin önünü açmak ve “Yeni Türkiye”yi kendi anlayışlarına ve dünya görüşlerine göre dizayn etmek istiyorlar.
AİHM kararları, Avrupa’nın tutumu vesaire kimseyi ümitlendirmemeli. Popülist ve otoriter liderler dönemini yaşıyoruz ve herkes kendi bahçesini temizlemekle meşgul… Avrupa-Çin yakınlaşması da bir fikir vermeli; zira sermayenin vicdanı yoktur, çıkarları vardır.
Hülasa, çözümü kendi içimizde yaratmamız, bu karanlık tünelden çıkış için bir yol bulmamız lazım. Tüm muhalif unsurları, ezilen toplum kesimlerini, ayrıştırılan, kutuplaştırılan, değerleri ve dilleri yok edilmek istenen halkları birleştireceğimiz, acıları ortaklaştıracağımız, gerçeklerle örülü bir hikâyemizin olması lazım. Yalanlarla yıpratamayacakları bir hikâyemiz, korku duvarlarını yıkacak cesaretimiz olması lazım. Bu saatten sonra, “güçlü ve büyük Türkiye” masallarıyla ve demokratikleşme vaatleri ile önümüze getirilen her ne ise koşulsuz bir şekilde reddetmemiz, seçim kazanmak için aramıza aldığımız sağcı unsurlardan arınmamız, anayasal ve demokratik haklarımıza sahip çıkmamız lazım…