Necdet Saraç
ASLOLAN LAİKLİĞİN UYGULANMASIDIR
Kılıçdaroğlu’nun uzunca bir süredir kutuplaşma karşısında uzlaşma ve diyalog üzerine kurduğu politik söylemin iktidarı doğrudan temsil eden Erdoğan şahsında hiçbir karşılığının olmadığını dün bir kez daha türban tartışmasında yaşayarak gördük.
Kılıçdaroğlu’nun “Bu millet ne çektiyse ayrışmadan, kutuplaşmadan, siyasilerin bile isteye düşmanlaştırmasından çekti. Eğer bu toplum yarınlara umutla bakacaksa, geleceğe odaklanacaksa bu ayrışmanın kesinlikle bitmesi lazım. Artık devlet bu yaraları kapatmak zorundadır” vurgusuna Erdoğan’ın cevabı olumsuz örneklemeler üzerinden yeni kutuplaştırma söylemi oluyor. Çünkü Erdoğan konu ne olursa olsun, politik tercihini kutuplaşma ve gerilim üzerine kurmuş durumda. Konu ister ekonomi, ister dış politika, isterse türban, sonuç değişmiyor. Sürekli düne atıfta bulunuyor, dün de gördüğümüz gibi aynı konuşma için de kerelerce “CHP faşizmi” vurgusu yaparak asıl olarak Atatürk Cumhuriyeti ile hesaplaşıyor ve Erdoğan bu söylemleriyle bilerek ve isteyerek dünü temsil ediyor, dünkü kutuplaşmalardan besleniyor. Bu yüzden iktidar aklı da özgürlük alanlarını genişletme üzerine değil, sansür yasasında olduğu gibi daraltma üzerine çalışıyor…
Çok açık ki, siyasi iklimin bu kadar gerildiği bir ortamda korkudan ve kutuplaşmadan beslenen iktidar asla yumuşamaz ve hiçbir konuda muhalefetle ortak çözüm üretmek için de asla harekete geçmez. Seçimlere kadar bu gerçeğin daha da sertleşerek devam edeceği kesin gözüküyor. Türkiye’de iktidar değişmeden, siyasal iklimi ve siyasal kültürü değiştirmeden yol almak mümkün değil…
İktidarın ve temsilcilerinin her fırsatta bir mağduriyet sembolü olarak gündeme taşıdıkları “türban konusu” üzerinde herhangi bir tartışma ya da kısıtlama yokken, Kılıçdaroğlu’nun önerisi ile CHP’nin 132 milletvekili imzasıyla “türbanı yasal güvenceye almak için yasa teklifi” verilmesi ve arkasından Erdoğan’ın konuya müdahil olması bütün gündemi değiştirdi.
Krizin derinleştiği, hayat pahalılığının ve yoksulluğun arttığı, yargının siyasal iktidarın elinde bir cezalandırma aracına dönüştüğü, sansür yasası ile alternatif medyanın susturulmaya çalışıldığı bir ortamda adı ister başörtüsü, ister türban olsun bu çıkış muhalefet lehine doğru bir çıkış olmadı.
Dini ve etnik kimlikler üzerinden demokrasinin olamayacağını ülkemizde kerelerce test etmişken, bölgemiz özellikle inançsal kimlikler üzerinden savaşa devam ediyorken türban tartışması, Türkiye’yi ilerletmez, geriletir.
2019 yerel seçimlerinde “Bunlar belediyeleri alırsa sayaçları okumaya teröristlere gelecek” propagandası yapan bir zihniyetin, siz ne yaparsanız yapın “CHP iktidara geldiği takdirde başörtüsü yasağı yeniden gündeme gelecek” propagandası yapmaması mümkün değil. Bu nedenle de siyaset kurgusu karşı tarafın ne dediği üzerine kurulmaz, asıl olarak sizin ne dediğiniz üzerine kurulur!
Siyasette bütün toplumsal kesimlerin duyarlılıklarına dikkat etmek ve bu yaklaşıma uygun politik söylemler geliştirerek herkesten “rızalık” alma isteği anlaşılır bir yaklaşım olsa da kutuplaşmanın çok derinleştiği bir ortamda hiçbir siyasi partinin veya ittifakın toplumun bütün kesimlerinden “rıza” alması mümkün değildir. Nitekim kamuoyu araştırma şirketlerinin yayınladıkları sonuçların ortalamaları dikkate alındığında Cumhur İttifakı’nın yüzde 35-40 bandında, Millet İttifakı’nın da 45-50 bandında “rızalık” aldığı görülüyor. Aday kim olursa olsun en az yüzde 30-35’lik bir seçmenin “karşı tarafa” oy vermeyeceği kesin. Bu yüzden muhalefetin her konuda yüzde 100’ü ikna etme sevdasından hızla kurtulması gerekir…
DEVLET LAİK VEYA SEKÜLER OLMALI
Her konuda herkesi ikna etmek mümkün olmayacağına göre, muhalefet açık tercih yapmalıdır: Eğer Türkiye ikinci yüzyılını demokrasiyle taçlandıracaksa, geriye değil, ileriye gidecekse bu asla dini ya da etnik kimlikler ve semboller üzerinden olmaz, olamaz! Çok açık ki eğer tercihimiz demokrasi olacaksa devlet laik veya seküler olmadan olmaz!
“Kadının kıyafetinin; bireylerin yaşam tarzı, inancı ve etnik aidiyetinin siyasetin konusu olmaması gerektiği, kadın bedeni üzerindeki tüm egemenlik biçimlerinin sona erdirilmesi” kesinlikle doğru bir yaklaşım ama asıl mesele demokratik, laik hukuk devleti olup olamadığımızda yatıyor…
Laiklik uygulanırsa, isteyen istediği gibi inanır ya da inanmaz, kimse kılık kıyafeti tartışmaz, devlet bütün inançlara eşit mesafede durur, hakem rolünü üstlenir ve Türkiye kutuplaşmadan kurtularak normalleşir!
Nitekim Türkiye’yi diğer İslam ülkelerinden pozitif anlamda ayıran, farklılaştıran en önemli neden de yaşanan onca soruna rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nin halen “demokratik, laik bir hukuk devleti” olmasıdır…