Zübükler Biter mi Hiç?

İnsanoğlu varolduğu günden bugüne böylesine güce aşık, iktidara tutkun olanlar onu elde etmek için her tür renge bürünebilen bukalemunlara; kaybetmemek adınaysa en olmadık şekillere giren ahtapotlara evrilebilmişlerdir. Tarih değerleri olmayan, iktidar körü bu tür insanların erkek-kadın, genç yaşlı, bıyıklı-bıyıksız, uzun saçlı-kısa saçlı, gözlüklü-gözlüksüz, şişman olan- zayıf olan pek çok örneğine şahit olmuştur. Aziz Nesin bu türün bol olduğu bu bereketli topraklarda hepsini Zübük adıyla bir çatı altında toplamıştır. Fouché tarihte yerini almış sadece bir örnektir. Daha nice Zübükler yaşamıştır, yaşıyordur ve ne yazık ki daha niceleri de yaşayacaktır.

                Postmodernizmin her şeyi sulandıran fırça darbelerinden kurtulabilen oldu mu sahi? Kapitalizmle omuz omuza yaptıkları gayri insani yürüyüşlerinde bu ikilinin amaçları uğruna dokunmadıkları, kullanmadıkları ne kaldı ki? Tüm kutsallar, değerler, beğeniler, ilkeler birer birer ciğerlerine sızan gazla helyum yutmuş komedyen misali bir süreliğine hafifletilip daha ilgi çeker hale getirilmeye çalışılıyor; vasatlığın yüceltildiği bir zamanda olduğundan farklı bir şeye dönüştürülüyor.

                Sekiz asır öncenin mevlevi ritüeli bile bugünün sünnet düğünlerinde, mağaza açılışlarında şatafat göstergesi haline evrilmiş durumda. E böyle bir zamanda “tarih” gibi başat bir alanın da popüler hale getirilip hafifletilmesi, içinin boşaltılması da artık vakayı adiyeden sayılıyor sanırım. Ne çok şeyi kaybetmeye alışmışız. Ve nasıl da kolayca?

                Tarihi olayları ve kişileri magazinleştirmek, sulandırmak daha mı çok ilgi çekiyor acaba? Tarihin ciddiye alınması gereken ve insana kendini anlatan yüzünü palyaço misali boyadığımızda albenisi mi artıyor ? Kanuni’ye ders kitaplarında rastladığında burun kıvıranlar Meryem Uzerli’nin karşısına düştüğünde birer Kanuni hayranı haline gelmemiş miydi?

Ekmek bulamayan…

                Dünya tarihini değiştiren en önemli noktalarından birine, Fransız İhtilali’ne bakalım mesela. Yeryüzünde varolduğumuz günden bugüne gerçekleşen kırılma olaylarını saymaya kalksak adını anmadan geçebilir miyiz onun? Peki sokakta çevirip soracağımız insanların pek çoğunun Fransız İhtilali denince aklına gelen ilk şey ne olur sizce?

                Benim tahminim Marie Antoinette’ten yana. Ya da ona atfedilen “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” sözü.

                Peki dünyayı kökünden değiştiren bu önemli olayı giyotinde kurban edilen bir hanımefendinin söylediği varsayılan bir sözüne sığdırmaya çalışmak tarihi gerçekleri konsantre hale getirmek midir yoksa içini boşaltıp yutulmasını kolaylaştırmak, yutan kişide sahte “biliyorum” algısı yaratmak mıdır?

                Oysa bu devrim yıllarının yüzeyindeki pulları biraz kazıyabilsek o sulandırılmış görüntünün altında ne yüzler çıkar karşımıza. Robespierre’den Napolyon’a, Danton’dan Marat’a, Lafayette’den Talleyrand’a her birinin yaşamı ayrı birer hayat dersi olacak bu devrim kahramanlarından hangileriyle karşılaşırız? Her biri vakti gelince çıkmıştır sahneye. Çok azı huzur içinde bitmiş ömürlerdir bunlar. Yalnızca ülkeleri Fransa’nın değil insanlık tarihinin de değişmesine neden olmuşlardır. Oysa onların dışında adı kaynaklarda çok az geçen, sütre gerisinde kalmaya özen gösteren ve bu çalkantılı dönemi kendi ihtirasları için kullanmayı bilen nevi şahsına münhasır biri daha vardır. Alan araştırmacıları dışında sıradan vatandaşın da onu tanıması gerektiğine inanan Stefan Zweig’in eşsiz kalemiyle tanıştığımız bu kişi Joseph Fouché‘dir. Tüm biyografileri içinde adeta bir zümrüt gibi duran bu eserinin başında Zweig, Fouché‘yi “ Zamanının en güçlü, bütün zamanların en tuhaf adamlarından biri” olarak tanımlıyor.

                Gelin bu hafta “Liberté, égalité, fraternité” (sırasıyla özgürlük, eşitlik, kardeşlik) kavramlarıyla dünyaya damgasını vuran Fransız İhtilali’nin, giyotinden damlayan kanla kırmızıya boyanmış tarihinde Joseph Fouché‘nin yaşamından damıtacağımız şulelerle şöyle bir gezinelim.

***

                Güneş Kral namlı XIV. Louis’nin ardından ateşi harlı bir şimendifer edasıyla devrime doğru yol alan 18.yüzyıl Fransa’sında, 1759 yılında bir liman şehri olan Nantes’da dünyaya gelmiştir Joseph Fouché. Gardırop Soylularının yaygın olduğu bir dönemde soylu bir aileden gelmeyen Fouché‘nin başarı basamaklarını tırmanması hiç de olası görünmüyordur. Oysa o zekasını, kurnazlığını ve olayların önceden kokusunu alan usta burnunu kullanarak arzularına birer birer erişmeyi başaracaktır. Denizcilikle geçinen ailesi onun da bir denizci olmasını beklerken Fouché beklenmedik bir şekilde kiliseye dahil olur ve bir manastırda on yıl boyunca rahip öğretmen olarak görev yapar. Bu dönemde devrim sonrası Fransa’sını demir yumruğuyla yönetecek olan genç Robespierre ile tanışır. Her ikisinin de üzerine henüz devrimin kızıl kanı sıçramamış; giyotin icat edilmemiş mertlik bozulmamıştır. Bir zamanlar enişte-kayınbirader olma arefesine kadar gelen bu ikiliden önce Robespierre için kader ağlarını örmeye başlar.

                Genç Robespierre mali sorunlarla boğuşan Kral XVI.Louis’nin son çare olarak başvurduğu États Généraux yani Genel Meclis’e seçilir. Takvimler Fransa'da Ancien Régime’yi (devrim öncesi dönemi) göstermektedir. Ancak o da son yaprağını düşürmek üzeredir. Ekmek bulamamanın çaresizliği içinde açlıkla mücadele eden binlerce kadın Versay Saray’ına ulaşıp krala dertlerini anlatmak hatta kraliyet ailesini alıp Paris’e dönmek istemişlerdir. Tarihçi John Merriman’ın dönüş yolunda “Fırıncı, Fırıncının Karısı ve Fırıncının Küçük Oğlu” ile Paris’e döndüklerini ifade eden kadınların bu eylemi devrimin seyrini değiştirmiştir. Halkın krala yönelik öfkesi dinmez ve önderliğini Danton-Robespierre ikilisinin oluşturduğu cumhuriyetçiler ile kral arasında kedi fare oyunu başlar.

Lyon Mitralyözü

                Tüm bu süre içerisinde Joseph Fouché şartların kendisi için olgunlaşmasını beklemektedir. Önce Nantes’da Anayasa Dostları Derneği’ne başkan seçilir. Ardından devrim sonrası kurulan Konvansiyon Meclisi’ne seçilmek için çabalar. Ve nitekim 1792’de Nantes’tan Konvansiyon milletvekili olarak seçilir. Bu dönemde bu eski rahip öğretmenin konuşmaları daima sola yakın bir rüzgar estirmektedir. 1793 Fouché’nin meziyetlerini yavaş yavaş ortaya çıkarmaya başladığı yıldır. Ailesiyle beraber ülke dışına kaçmaya çalışan kral yakalanmış ve tutuklanmıştır. Varlığı devrimciler için hâlâ engel oluşturmaktadır ancak pek çok kişi “kral katili” damgasını ölene dek üzerinde taşımaya da yanaşmamaktadır. Fouché kralın yaşamasını isteyenlerdendir. Hatta bu uğurda güçlü bir konuşma da hazırlamıştır. Ancak oylama öncesi havayı koklar ve kendince doğru zamanda doğru yerde durması gerektiği inancı ile idama evet oyu kullanır. Alnına vurulan “kral katili” damgası yıllar sonra onun da sonunu hazırlayacaktır. Oysa şimdi zaman Fouché‘den yanadır ve o fırsatları değerlendirmede eşsiz bir yeteneğe sahiptir.

***

                Kralın idamının ardından zafer çığlıkları atar devrimciler, ancak devrimi Paris’in dışına taşımak, kırsala ulaştırmak lazımdır. Bunun için Ulusal Konvansiyonu temsil eden 200 milletvekili seçilir. Fouché de onlardan biridir. Görevlendirildiği Loire-Inférieure, Nantes ve Nevers ve Moulins de şiddet rüzgarları estirmeye başlar. Başta varsıllara ve kiliseye ait mallara karşı saldırganca davranır. Bu dönemde yayınladığı “Instruction” Zweig’e göre yeniçağın ilk ve net komünist manifestosudur. Tüm yıkımına rağmen göze de batmak istemez, bunun için de elde ettiği zenginlikleri Ulusal Konvansiyon’a gönderir. Görevi bitip de geri döndüğünde ise yıldızı parlamaya başlayan bir siyasetçidir artık o. Ancak Fouché‘yi Fransa’ya tanıtan asıl olay Lyon Ayaklanması’dır. Konvansiyonun tüm uyarılarına rağmen devrim taraftarı Charlier’i giyotinle acımasız şekilde idam eden Lyon Belediye Meclisi’ne karşılık, Fouché ve Collot d’Herbois yetkili olarak şehre gönderilirler. Yüzlerce insanın kanı dokuma sanayisinin merkezi konumundaki bu şehirde Rhone ırmağının sularına karışır. Burada yaşananlar Fouché‘yi tarihe “Mitrailleur de Lyon” (Lyon Mitralyözü-bizdeki karşılığı ile Lyon Kasabı-) olarak kazır.

                Lyon’da akan kan bir süre sonra Paris’te Kamu Güvenliği Komitesi’nin dikkatini çeker ve Fouché savunma yapması için çağrılır. Bu gelişme her zaman temkinli adımlar atmayı seven bu kurt siyasiyi bir başka kurdun, Robespierre’in önüne düşürür.

Sürgün

                Tam da Robespierre’in kudretinin zirvede olduğu bir dönemdir. Ancak Fouché zamanında af dilediği, kapısında bekletildiği Robespierre’in devrilmesi için dokuma tezgahındaki mekik gibi gider gelir, saklanır, kuytuya çekilir ve bekler. Beklediği haber devrimin uygulamaya koyduğu yeni takvime göre 9 Thermidor’da (27 Temmuz 1794’te) günü gelir. Robespierre ve şürekasının idamı sonrasında havayı koklayan Fouché usulca karşı devrim taraftarlarına sokulur. Her şeyin daha iyi olacağına inanılan zamanlar başlamıştır ancak Lyon’da yaşananlar/yaşatılanlar peşini bırakmaz. Yapılan soruşturma sonucu sefalet içerisinde günlerini geçireceği sürgüne gönderilir. Ancak burada da kendine bir çıkar yol bulur ve Robespierre sonrası kurulan Direktuvar yönetimini en kudretlisi Barras’ın ajanı olmayı başarır. Zaman Fouché için akmaktadır adeta. Sürgün edilişinden dört yıl sonra Fouché siyaset sahnesine Polis Bakanı olarak döner. Bu mevki tam da onun seveceği türden bir konumdur. Böylece hem altındakileri hem de üstündekileri takip edebilir, izleyebilir, onlarla ilgili notlar biriktirebilir.

***

Henri Félix Emmanuel Philippoteaux (1815-1884). "Lamartine repoussant le drapeau rouge devant l'Hôtel de Ville, le 25 février 1848". Musée des Beaux-Arts de la Ville de Paris, Petit Palais.

                Lakin elde ettiği konum Fouché‘ye hiçbir zaman yetmemiştir. Zira Fransa topraklarında bir devin attığı adımların sesi yankılanmaktadır. Korsikalı bir topçu generali olan Napolyon Bonapart iktidara yürümekte, istihbarat ağının başındaki Fouché ise üç maymunu oynamaktadır. Çoktan o durması gereken yeri tespit etmiş hazırlığını da ona göre yapmıştır. Ancak ilerleyen yıllar Avrupa’yı dize getiren bu kudretli generalin her zaman Fouché‘nin arzu ettiği gibi davranmayacağını da ortaya koyar. Nitekim ömür boyu konsüllüğü ele alan Napolyon ondan kurtulmak için Polis Bakanlığı’nın kaldırır. Sus payı olarak da Otranto Düklüğü ünvanını ve yüklüce de tazminatı cebine koyar. Kısa süre önce sürgünde bir çatı katında sefalet çeken, ajanlık yaparak yükselme hayalleri kuran Fouché artık Fransa’nın en zengin insanlarından biridir. Adının unutulmaması için çabalar durur ve bu defa talih benzer ihtiraslarla kavrulan Napolyon’un konsüllükle yetinmeyip kendini imparator ilan ettirmesi ile bir kez daha Fouché‘nin yüzüne güler. O şimdi de imparator Napolyon Bonapart’ın Polis Bakanı’dır.

Kral katili

                Güce karşı zaafiyeti bu noktada da Fouché’yi rahat bırakmaz. Napolyon’un kaybettiği savaşlarla zayıflamaya başlaması onun içindeki güç arzusunu da tetikler. Ve Fouché inanılmaz şekilde bir kez daha bağlılık yemini ettiği otoritenin devrilişi için zemin hazırlamaktadır. Napolyon’un sürgüne gönderilmesinden tekrar krallık yönetimine geçilip XVIII. Louis’nin kral olmasına kadar ki süreçte direktuvarın en güçlü adamı, ülkenin bir numarası olarak görev de yapar. Gelin görün ki alnına kazınmış “Kral Katili” damgası yıllar sonra karşısına çıkacak ve Fouché benliğini sürekli bir kara delik gibi içine çeken güç ve iktidarın odağından uzağa savrulacak, sürgüne gönderilecek ve dedikodular içinde sefil bir kaç yılın ardından 61 yaşında vefat edecektir.

                İnsanoğlu varolduğu günden bugüne böylesine güce aşık, iktidara tutkun olanlar onu elde etmek için her tür renge bürünebilen bukalemunlara; kaybetmemek adınaysa en olmadık şekillere giren ahtapotlara evrilebilmişlerdir. Tarih değerleri olmayan, iktidar körü bu tür insanların erkek-kadın, genç yaşlı, bıyıklı-bıyıksız, uzun saçlı-kısa saçlı, gözlüklü-gözlüksüz, şişman olan- zayıf olan pek çok örneğine şahit olmuştur. Aziz Nesin bu türün bol olduğu bu bereketli topraklarda hepsini Zübük adıyla bir çatı altında toplamıştır. Fouché tarihte yerini almış sadece bir örnektir. Daha nice Zübükler yaşamıştır, yaşıyordur ve ne yazık ki daha niceleri de yaşayacaktır.

                Ne diyelim, Zübükler biter mi hiç?

Kaynaklar: Joseph Fouché/Bir Politikacının Portresi, Stefan Zweig, Çeviren: Zehra Kurttekin, Can Yayınları. Modern Avrupa Tarihi/Rönesanstan Bugüne, John Merriman, Çeviren: Şükrü Alpagut, Say Yayınları.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi