Gönç Selen
Siyasetçinin en büyük yalanı: “Ben sizden biriyim”
Cumhurbaşkanı ve çevresindekiler aslında bir yanlarıyla gerçekten halktan insanlar. Konuşurken kahvehane ağzıyla konuştukları için, kendi küçük çıkarını korumak için yasaları çiğnemeye alışık halk gibi düşünen bakanları ve cumhurbaşkanları olduğu için, halk gibi uluorta argo konuştukları için, kendi işlerine gelen her şeyi halkın yararınaymış gibi anlattıkları için… Yani haklarını da yemeyelim, söylemde tam da halk gibiler. Ama iş icraata gelince, halktan biri olma konusu lafla peynir gemisi yürütmekten bir adım öteye geçemiyor.
Siyasetçiler bu yalanı hep söyler. “Ben de sizden biriyim, ben de işçi, esnaf çocuğuyum…” Bunu kanıtlamak için de kendi bireysel tarihlerinden örnekler verirler. Anneleriyle, babalarıyla, eşleriyle, çocuklarıyla yaşadıkları insani hikâyelerini anlatırlar. Bu hikâyeler doğru bile olsa mevcuttaki halleriyle ilgisi yoktur. Onlar geçmişte kalmış, halkın hoşuna giden ve zaten o amaçla anlatılan romantik anılardan başka bir şey değildir. Kapitalist düzende o siyasetçi (hele de iktidara gelmişse) artık halktan biri değildir, olamaz. Hatta size beni eleştirebileceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Bence olmamalıdır da. Neden böyle düşündüğümü yazının ilerleyen satırlarında anlatmaya çalışacağım. Ama önce gelin iktidardaki siyasetçinin neden halktan koptuğu üzerine düşünelim biraz.
ŞİRKET GİBİ YÖNETİLEN DEVLET
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2015’te Balıkesir’de iş insanlarına seslenirken şunları söylemişti. “Sizler, bir iş adamı gibi bu ülkenin yönetilmesini istemez misiniz? Değerli arkadaşlarım, benim derdim ne biliyor musunuz? Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye de öyle yönetilmelidir.” 31 Nisan 2021’de Gazete Pencere’de yayımlanan yazımda bu sözlerin ne kadar tehlikeli olduğu, aslında demokrasinin askıya alınması anlamına geldiğini belirtmiştim. Tekrara düşmemek adına o konuya girmeyeceğim. Aynı konuyu tekrar gündeme getirme nedenim, işte bu düşüncenin aslında Recep Tayyip Erdoğan’ın “bu kardeşiniz…” ya da “ben sizden biriyim…” diye başlayan cümlelerinin samimi olmadığını anlatmak. Balıkesir’de iş insanlarına söylediği bu söz bile aslında kendisinin halktan biri olmadığının, olmak da istemediğinin bir itirafı gibi adeta. Öyle ya… Siz hiç halktan bir patron gördünüz mü? Patron olmadan önce halktan biri olsa bile, patron olduktan sonra halkın sorunlarını paylaşan, halktan biri gibi yaşayan bir patron gördünüz mü?
Recep Tayyip Erdoğan, özellikle partili cumhurbaşkanı olduktan sonra işte bu düşüncesini, yani Türkiye’yi anonim şirket gibi yönetme hayalini adım adım gerçekleştirmeye başladı. Tıpkı o sözünü ettiği şirketlerdeki gibi bir ‘tek adam’ yönetimi devlet yönetimine sıçradı. Özellikle Türk tipi şirketlerde genel müdürler patrondan izin almadan tek bir söz bile söyleyemez, gerektiği gibi inisiyatif kullanamazlar. Patronun ağzından çıkan ya da onun onayından geçen her sözü uygulamak ve uygulatmakla görevlidirler. Türk tipi ‘partili cumhurbaşkanlığı sistemi’ de öyle oldu haliyle. Hangi bakan cumhurbaşkanın izin vermediği, onaylamayacağı bir şey söyleyebiliyor? Defalarca gördük ki buna teşebbüs eden olursa ‘görevden aflarını istemek’ zorunda kalıyor. Yani bırakın halktan biri olmayı, cumhurbaşkanı yöneticilerden biri gibi bile değil, tek yönetici. Bakanlar, bürokratalar da onun söylediklerini uygulayan memurlar.
HALKTAN İNSANLAR MI BUNLAR?
Cumhurbaşkanı ve çevresindekiler aslında bir yanlarıyla gerçekten halktan insanlar. Konuşurken kahvehane ağzıyla konuştukları için, kendi küçük çıkarını korumak için yasaları çiğnemeye alışık olan halk gibi düşündükleri için, halk gibi uluorta argo konuştukları için, kendi işlerine gelen her şeyi halkın yararınaymış gibi anlattıkları için… Yani haklarını da yemeyelim, konuşurken tam da halk gibiler. Ama iş icraata gelince, halktan biri olma konusu lafla peynir gemisi yürütmekten bir adım öteye geçemiyor.
Sevgili Seyit Tosun 20 Şubat 2022 tarihli Pencere Pazar’daki şahane yazısında ne kadar da güzel anlatmıştı bu durumu. “50 milyon insanın yoksulluk, 12 milyon insanın da açlık sınırında yaşadığı Türkiye’de en zengin %10 kesim gelirin %54,5’ini alıyor. En yoksul %50’ye ise tüm gelirin %12’si kalıyor. Bu tabloda aynı gemide olduğumuz doğrudur ama zincire vurulu kürekçi olarak!” İşte gelişmemiş bir ülkenin en temel göstergesi olan gelir dağılımı adaletsizliğini, Türkiye üzerinden anlatan harika bir tespit. Tosun tespitlerine şöyle devam ediyordu: “Hayatında hiç uçağa binmemiş birisinin, yolcu garantili havalimanı yapan şirket sahibiyle aynı gemide olma ihtimali o birisinin zincire vurulmuş olmasıdır?” Yani beşli çeteden olan o şirket sahiplerinin ve o şirkete bu havalimanını yaptıran devlet yöneticilerinin halktan insanlar olduğunu kim, nasıl söyleyebilir?
Beşli çete üyesi bir başka patron halk gibi küfredince, millete ana avrat dümdüz gidince mi halktan biri oluyor? Cumhurbaşkanı başbakanlık zamanında halk gibi konuşarak “ananı da al git” deyince mi halktan biri sayılıyor? Halk zaten doktoruna saygı duymuyor, dövüyor, sövüyor hatta öldürüyor… O doktora “gidersen git” diye ülkeden kovunca mı halk gibi davranmış oluyor? Kendisine tarla olsun diye arazi açmak için kanunları hiçe sayıp, bir gecede orman yakan halkın zihniyetiyle konuşan bir bakan, metruk binalar için “Efendim mahkeme kararı var, yıkamıyoruz. Ya arkadaş sen gece yık, mahkeme kararı bizim arkamızdan gelsin” deyince mi halk adamı oluyor?
HEPSİ BİZİM ESERİMİZ
Şimdi gelin çuvaldızı da biraz kendimize batıralım. Bu adamları bu hale getiren de biziz aslında. Yani halkın ta kendisi. Sen halk olarak “Benim gibi konuşuyor, demek ki benim gibi birisi” diye bunlara prim verirsen, sonunda ilkokul öğrencilerinin karşısında ‘ğ’ yazamayan nur topu gibi bir bakanın hatta başbakanın olur. Üstelik o başbakan milyar dolarlık şirketlerin sahibi olurken sen tarlana buğday bile ekemeyecek hale gelirsin. Bunlara prim verirsen senin açlığını simit-çay hesabıyla bastırır, gerekirse kuru soğan yemen gerektiğini söylerler. Ama kendileri senin paranla ejder meyvesi yiyerek damaklarını çatlatırlar.
DEVLETİ YÖNETENLER HALKTAN MI OLMALI?
Sonuç olarak her birey bu halkın bir parçası. Ama bizim burada ‘halktan biri olmak’tan kastımız halkın ortalama zekâsı, halkın ortalama eğitimi, halkın ortalama becerileriyse cevap tabii ki hayır. Devleti yönetenler bu anlamda halktan birileri olmamalı. Hele günümüzdeki gibi halk ortalamasının da altında olan milletvekilleri, grup başkan vekilleri, hatta bakanlar asla olmamalı. Dileyen beni elitist olmakla suçlayabilir. Ama o suçlayanların elit sıfatından anladıkları zekâ, eğitim ve beceri sahibi olmaksa evet, sonuna kadar, sapına kadar hatta ölümüne elitistim. Halktan biri olmak Ahmet Hamdi Çaplı, Cavit Özkan ya da Muhammed Emin Akbaşoğlu gibi olmaksa eksik olsun o halktan birileri. Emin olun hiç lazım değiller bu ülkeye. Yarın görevlerini bıraksalar, eksikliklerini hisseder miyiz sizce?
Halkın en büyük yanılgısı “kendisi gibi olan”ın bir ülkeyi, bir devleti yönetebileceğini sanması. Öyle olsaydı bugün esnaf önlüğünü çıkaran yarın cumhurbaşkanı olabilirdi memlekete. Bir düşünün… Mahallenizdeki kuruyemişçi, alışveriş ettiğiniz marketin kasiyeri, apartmanınızın yöneticisi, çalıştığınız şirketin müdürü hatta genel müdürü devleti yönetebilir mi? Ya da siz, yarın cumhurbaşkanı olup devleti yönetebilir misiniz? Mesela bana deseler ki yarın Hazine ve Maliye Bakanısın… Sizi temin ederim en geç 1 ay içerisinde Türkiye iflas eder. Ama sizi yine temin ederim ki Türkiye’nin son 4-5 yıldaki ekonomiden sorumlu bakanlarının çoğu benim kadar bile ekonomi bilmiyorlar. Arada sırada bilenleri geldiğinde daha çok bilene bir mektup bırakıp “görevden affımı rica ediyorum” demek zorunda kalıyorlar.
Demem o ki… Birileri iktidara talip oluyorlarsa bir zahmet benden daha iyi bilecek devlet yönetmeyi. Halk gibi olmayacaklar. Halktan birilerinin devleti yönetmesini ‘demokrasi’ zannedenlerin de uyanması gerek bir an önce o derin uykularından. Demokrasi, halkı temsilen devleti en iyi şekilde yönetecek, liyakatli insanların yönetimde olması gereken bir rejim. Bakkal dükkanınızı 10 dakikalığına teslim etmeyeceğiniz insanlara sırf “bana benziyor” diye devleti emanet ederseniz hayatınızı da onlara teslim etmiş olursunuz ve çok ağır sonuçlara katlanmak zorunda kalırsınız. Devlet yönetimi için başlıca kriterimiz o yöneticinin “halktan biri olması” ise bizim evin yakınındaki manavda çalışan genç bir çocuk var, adı Mehmet. Benim adayım o. Hiç olmazsa küfretmiyor, nezaket sahibi bir çocuk. Üstelik geçen gün şahit oldum, “ğ” yazabiliyor.