Gönç Selen
İnançla devlet yönetilir mi?
Krallar rahip olmasalar bile en üst düzeydeki dini kimliği kendilerine atfederlerdi. Onlar, kendilerini Tanrı’nın bir yansıması olarak görürler ve “Tanrı’nın gücünü temsil ettiklerini” hatta “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi” olduklarını söylerlerdi. Bu yüzden onlar sadece siyasi değil, dini anlamda da lider sayılırlardı. Osmanlı padişahlarının halka “kullarım” diye hitap etmesi de işte bu Tanrısal güçten kaynaklanıyordu.
Din ve devlet kavramlarının birbirinden ayrılması uzun zaman aldı. Tarihe baktığımızda, üstelik öyle çok gerilere gitmeye de gerek yok, yakın tarihte bile iç içe kavramlardı bunlar. Bütün krallıkların, bütün imparatorlukların temeli dine dayalıdır. Monarşilerde iktidarın kaynağı hep Tanrı oldu. Krallıklar ve imparatorluklar tam anlamıyla birer teokrasi olarak nitelendirilemeseler de bu kavrama çok yakın devlet yapılarıydı.
TEOKRASİ Mİ DEMOKRASİ Mİ?
Antik Yunanca, Teos (Tanrı) ve kratos (güç, egemenlik, iktidar) kelimelerinin birleşiminden oluşan, özetle “Tanrı’nın iktidarı” anlamına gelen teokrasilerde halk din adamlarının yönetimde yaşardı. Yani yönetimde rahip-krallar vardı. Krallar rahip olmasalar bile en üst düzeydeki dini kimliği kendilerine atfederlerdi. Bu yüzden onlar sadece siyasi değil, dini anlamda da lider sayılırlardı. Onlar, kendilerini Tanrı’nın bir yansıması olarak görürler ve “Tanrı’nın gücünü temsil ettiklerini” hatta “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi” olduklarını söylerlerdi. Osmanlı padişahlarının halka “kullarım” diye hitap etmesi de işte bu Tanrısal güçten kaynaklanıyordu. Öyleyse, monarşilerin de bir bakıma teokratik rejimler olduğunu söylemek sanırım reddedilecek bir yorum olmaz.
Bu anlamda teokrasiyi tamamen geçersiz kılan belki de tek yönetim biçimi ‘kratos’un ‘domos’a (halka) geçtiği, yöneticilerin gücü Tanrı’dan değil de halkan aldığı demokrasidir diyebiliriz. Demokrasi dışındaki tüm yönetimlerde doğrudan ya da dolaylı bir şekilde Tanrı hep işin içindedir. Öyle ya da böyle dini kurallar hep yürürlükte, dini söylemler hep gündemdedir.
Şimdi o soruyu tekrar soralım. İnançla devlet yönetilir mi? Elbette yönetilir. Ama bir şartla… Demokrasi yoksa. Demokrasinin varlığı için kuvvetler ayrılığı ne kadar şartsa, devlet ve din ayrılığı da o kadar şart. Öyle ki “laiklik” yoksa demokrasi de yok demektir.
DİNDAR BİR İNSAN LAİKLİĞİ KABUL EDEBİLİR Mİ?
Tabii ki edebilir ve dindar bir yönetici de devleti yönetirken bu düsturla hareket edebilir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2011 yılındaki bir basın toplantısında söylediği gibi “Biz demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletiyiz. Kişi laik olamaz, devlet laik olur. Bir Müslüman, laik bir devleti başarılı bir şekilde yönetebilir” demiştir ve haklıdır. Ama partisinin Müslüman olduğunu söyleyemez. Bugüne kadar bunu söyledi mi bilmiyorum ama biri, AKP Müslüman bir parti midir? diye sorsa, “hayır” cevabını vereceğinden fena halde şüpheliyim. Dememelidir, çünkü nasıl kişi laik olamazsa* devleti yöneten ya da yönetmeye aday olan bir parti de Müslüman olamaz. Tabii Türkiye Cumhuriyeti kendisinin de söylediği gibi hâlâ demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletiyse. Buradan hareketle gelişmiş demokrasilerin olduğu bazı Avrupa ülkelerde de bu hatanın yapıldığını belirtmek isterim. Almanya, İsviçre, Finlandiya gibi ülkelerde “Hıristiyan Demokrat Parti” isminde partilerin olması da büyük bir çelişkidir.
TÜRKİYE’DE DEVLET YÖNETİMİNDE DİN…
Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetiminde olan ya da bu yönetime aday olan partilerin büyük bir çoğunluğu (sağ tandanslı olanlar başta olmak üzere) dini söylemler konusunda her zaman cömert oldular. Bunu bazıları popülist siyaset adına, bazıları da dünya görüşleri öyle olduğu için yaptılar, yapıyorlar ve yapmaya da devam edecekler.
AKP yönetimindeki Türkiye’de dini söylemlerin, dini kurallara göre devlet yönetme eğiliminin ne düzeyde olduğu hepimizin malumu. Üstelik başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere tüm AKP’liler bunu inkâr etmiyor, hatta bundan gurur duyuyorlar. 10 sene önceki “Bir Müslüman, laik bir devleti başarılı bir şekilde yönetebilir” söylemini belli ki çoktan unutmuşlar ya da Süleyman Demirel’in “dün dündür, bugün bugündür” sözünü hatırlamışlar. Ya da en kuvvetli ihtimal şudur ki, sayın Cumhurbaşkanı 10 sene önce takiye yapmış.
Gelelim bunun somut örneğine. Malumunuz zaman zaman gündeme gelen, ama son günlerde gündemden hiç düşmeyen şu faiz indirme konusu. Ne diyor Recep Tayyip Erdoğan? “Beraber yürüdüğümüz arkadaşlarımızdan faizi savunanlar, kusura bakmasınlar. Bu yolda ben, faizi savunanla beraber olamam, olmam. Bu görevde olduğum sürece faizle mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim ve enflasyonla mücadelemi de sürdüreceğim. Şunu bilmemiz lazım, bu konuda nas ortada. Nas ortada olduğuna göre sana, bana ne oluyor?” Bu sözlerden sonra ortalık karıştı. Cumhurbaşkanı Nas Suresi’ni referans göstererek faizle mücadele edeceğini söyledi deyip eleştirenler oldu... Yandaş medya hemen bu eleştirinin yanlışlığını kanıtladı aklı sıra. Tırnak içinde ‘Atatürkçü’ ilahiyatçı yazarak “bak sizden olan Cemil Kılıç bile pes dedi cehaletinize” anlamında Cemil Kılıç’ın şu tweet’ini yayımladılar: “Seküler kesim dinsel terminolojiden ne kadar da habersiz. Faiz konusunda nass var denildi, onlar nass deyince NAS Suresi sanıyorlar. Nas Suresi’nde faizden bahsedilmez. Nas başka nass başka. Nass, ayet demek, dogma demek, ilahi kural demek. Ücretsiz danışmanlık verebilirim.” Sanki esas mesele buymuş gibi. Cumhurbaşkanı Nas Suresi’ni kastetmiş olsa da ‘ayet, dogma, ilahi kural’ anlamına gelen nass kelimesi sarf etmiş olsa da esas mesele devlet politikasıyla ilgili dini bir referans kullanmış olmasıdır. Esas mesele, devletin faiz politikasını dini kurallarla yönetiyor olduğunu apaçık söyleyerek devletin laik ve dolayısıyla demokratik olmadığını itiraf etmiş olmasıdır. Devlet Kuran’daki surelere ya da ilahi kurallara göre yönetiliyorsa demokrasi değil, teokrasi var demektir.
AKP yönetimindeki Türkiye’de buna benzer, teokratik bir rejimi anımsatan örnekler çok… Fazla uzatmayacağım. Ama şu ikisini söylemesem olmaz. Birinci örnek, müthiş cehaletini her platformda sergilemekten hiç çekinmeyen AKP İstanbul Milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı’nın şu tweet’i: “Din ve vicdan hürriyeti kostümü ile takdim edilmiş fakat İslâm’ı red, gavurluğu cebredici, inanca zulüm aracı olarak uygulanışlarına da gani bir şekilde şahit olduğumuz, kılık kıyafete hatta kıla tüye bile burnunu sokucu hale bürünebilen ‘Laiklik’ anlayışı yönetici aklın inisiyatifine terk edilemez. Hiçbir ön kabul olmaksızın masaya yatırılması, gözden geçirilmesi gereken, mühim anayasal bir madde ve problemdir. Eşine benzer bir uygulamasına rastlanılmayan uygulamasıyla Türkiye tarihi gayet açık ve ortadadır…” Cumhurbaşkanı da dahil, hiçbir AKP’li tarafından eleştirilmeyen Türkçesi bozuk bu sözler, laiklikle birlikte demokrasiye karşı açık bir saldırı ve teokrasi hayalinin açık bir ifadesi değil midir?
İkinci örnek ise AKP Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz’dan geliyor: “20 yıl Recep Tayyip Erdoğan’ı iktidarda tutmak ve işte o iktidarda tuttuğumuz Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptıkları sebebiyle sevap hanemize bir şeylerin yazılıyor olması çok büyük bir şey. Bu lideri, liderimizi siz, biz oylarımızla orada tutmasaydık o olmazdı, dolayısıyla böyle bir yiğit başımızda bulunuyor, güzelliklere vesile oluyor, sevap hanesine güzel şeyler yazıyor, biz de oylarımızla Tayyip Bey’e destek verdiğimiz için sevap hanelerimize yazılmaya devam ediyor.” Adam bildiğiniz Orta Çağ’da endüljansla cennetten yer satan rahipler gibi… O da oy karşılığında sevap dağıtıyor. Bu söylemiyle Ali İhsan Yavuz, teokratik zihniyetin din sömürüsüyle ete kemiğe büründürülmüş halidir. Bu konuda da ne Cumhurbaşkanı’ndan ne de herhangi bir AKP’liden tek kelime eleştiri gelmedi. Hatta bu sözlerin söylendiği ortamda hazır bulunan ve inançlarına göre bu sözleri günah olarak değerlendirmesi gereken AKP’lilerin tepkisi alkış oldu.
Hiç çekinmeden, hiç utanmadan Türkiye’ye ileri demokrasinin AKP ile geldiğini söyleyen ama devleti inançla yöneten bu teokratik zihniyeti takdirlerinize arz ederim.
* Kişinin laik olup olamayacağı, kurumların laik, kişilerin ise seküler olabilecekleri önemli bir tartışma konusudur. Bu tartışmanın nedeni de laikliğin etimolojik ve zaman içinde değişen kavramsal anlamlarının birbirinden farklılaşmış olmasıdır. Bu kullanımı bahsi geçen tartışmadan ari olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın söylemi üzerinden devam ettiriyorum.