İlaç mı Zehir mi? Bir Çöküşün Hikayesi

Mühendislerin daha az yakıt harcıyor, daha az çevreyi kirletecek, daha ekonomik olacak diye tanıttıkları küçük motorlu araçların insanları daha fazla otomobil kullanmaya; daha geniş yapılan yolların daha büyük trafik sorunlarına yol açması gibi teknolojinin bize kazandırdığı boş zamanı çoğunca yine teknolojinin kollarına bırakıyorduk usul usul. Düştüğümüz bu bataklıkta arada bir çırpınıyor “Azizim bu teknoloji bizden çok şey götürüyor.” ifadeleriyle rahatsızlığımızı dile getiriyor, yarım saat sonra bacanağın yeni arabasının fotoğraflarını like’lıyor, iş yeri grubundan arkadaşlarla müdürü çekiştiriyorduk.

                4 Ekim 2021 gününü diğerlerinden ayıracak çok da bir fark yoktu aslında. Ekonomimiz yine istikrarlı büyümesine devam ediyor, beşliler yine mutfaktaki ateşi harlıyor, dolar yine ülke semalarında fütursuzca uçuşuna devam ediyordu. Pazartesi sendromunu atlatmak isteyenler çaylarına kahvelerine sarılıyor, çocuklar can yakıyor, anneler isyan ediyordu. Alelade bir ekimin alelade bir günü yaşanıyordu yurtta ve dış temsilciliklerde. Taa ki kırmızı çizgimiz olan Whatsapp, Facebook ve güzeller güzeli Instagramımıza ulaşamadığımızı anlayana kadar. Bizde akşam saatlerine denk gelen bu çöküş batı yarı kürede sabah saatlerine denk geliyor, dünyanın kaymağını yiyerek sabah kahvaltısı etme keyfine mazhar olan Amerikalılar kabus gibi bir güne başlıyorlardı.

                2000’li yılların başında geleceği şekillendirecek kişi olarak reklam edilip Time kapağına konuk edilen, Sezar olma heveslisi Zuckerberg’ın iletişim platformları insanları mağdur ediyordu. Sonrasında o her şeye çözüm olarak sunulan kelime -“güncelleme”- kaynaklı olduğu ifade edilen sorun çözülmüş milyarlarca kullanıcı ilkokul arkadaşlarına, teyzeler görümce oğlunun düğün fotoğraflarına, sevgililer aşk dolu gönderilerine, öğretmenler sınıf gruplarına kavuşmuş oluyordu. Bu kısa süreli kopuş kapalı kaldığı her saat için Whatsapp, Facebook, Instagram grubuna 160 milyon dolar kaybettiriyor,  Zuckerberg bu kesintide servetinden 5,9 milyarcık kaybederek en zenginler sıralamasında bir sıra geriye düşüyordu. Bize ise bu bağlantı yitimi aslında ne tür bir bataklığın içine sürüklendiğimizi anımsatmalıydı…dı…dı..

***

                İlk akıllı telefonumu 2010’lu yılların başında edindim. Dokunmatik diye tanıtılan ancak daha çok ekranın yapısı nedeniyle “çökmatik” olarak adlandırılabilir tarzda bir Nokia’ydı. Sonrasında biraz daha yakından takip ettiğim teknolojinin cebimdeki cihaz sayesinde hayatımı kolaylaştırdığını düşünmeye başladım ben de, pek çoğumuz gibi. Sosyal medya platformları sayesinde ulaşamadığım arkadaşlarımı birer ikişer listeye ekliyor, hevesle yapılan bir kaç yazışmanın ardından, onları yine anılar dolabının tozlu rafına gönderiyordum. Banka uygulamaları, havaleler, ödemeler bana müthiş zaman kazandırıyordu. Sıra beklemiyor, bankaya gitmiyor, vergi dairesine gidip o ceberrut ablanın yüzünü görmeden ödemeyi şırrak! diye anında yapabiliyordum.

Nomofobi, Netlessfobi ve diğerleri…

                Teknoloji tanrısının bize en büyük nimetiydi bunca angarya işi yapmayarak kazandığımız  zaman. Ne güzel değil mi? Ama yolunda gitmeyen bir şey vardı. Mühendislerin daha az yakıt harcıyor, daha az çevreyi kirletecek, daha ekonomik olacak diye tanıttıkları küçük motorlu araçların insanları daha fazla otomobil kullanmaya; daha geniş yapılan yolların daha büyük trafik sorunlarına yol açması gibi teknolojinin bize kazandırdığı boş zamanı çoğunca yine teknolojinin kollarına bırakıyorduk usul usul. Düştüğümüz bu bataklıkta arada bir çırpınıyor “Azizim bu teknoloji bizden çok şey götürüyor.” ifadeleriyle rahatsızlığımızı dile getiriyor, yarım saat sonra bacanağın yeni arabasının fotoğraflarını like’lıyor, iş yeri grubundan arkadaşlarla müdürü çekiştiriyorduk. Yavaş yavaş derine batttığımızı bile isteye. Mis gibi yeni hastalıklarımız da oldu bu süreçte. Nomofobi’yle beraber telefonsuz kalırsam ne yaparım diye korktuk. “Ya sosyal medyadaki gelişmeleri kaçırırsam” diye telaşlandık, FOMO hastası olduk. İnternet bağlantısı koptu Netlessfobi oluverdik. Başımız ağrıdı, dizimiz sızladı hemmen googleladık kendi teşhisimizi kendimiz koyup aslanlar gibi Siberkondri olduk. 

                Bu sıcak gündemin orta yerine sıçrayan Facebook ifşaları ve eski bir Facebook çalışanı Frances Haugen’in ifadeleri ise sosyal medyanın yarattığı dünyanın pek de firdevs cenneti olmadığını ortaya koydu. CBS’e verdiği röportajında Haugen "Facebook’un bugün var olan hali toplumlarımızı paramparça ediyor ve dünyanın dört bir yanında etnik şiddete yol açıyor" diyordu. Independent’tan Hamish McRae ise bu gelişmelerin ardından “Bence bir zirveye yaklaşıyoruz. En son kesinti, sınırlarımızın ne olması gerektiğine dair önemli bir soruyu gündeme getiriyor.” uyarısında bulunuyordu.

                Daha başkanlık seçimindeki Cambridge Analytica skandalının lekesini üzerinden silemeyen Facebook’un bu hali ABD Hükümeti’nin de canını sıkıyor, dillere destan bu kesintinin ardından Beyaz Saray basın sözcüsü “İletişim platformları kontrol edemeyecekleri bir güce sahip oldular” minvalinde açıklamalarla ileride yapılacak olası bir müdahalenin sinyalini yakıyordu.

Altın Post  

                Teknoloji ve insan ilişkilerini ele aldığı “Biz de Aslen Buralı Değiliz” kitabında iletişimci Tuğba Şengül İlk, bundan on yıl önce “Teknoloji neleri çözecek?” derken şimdi “Teknoloji neleri bozdu?” diye konuştuğumuza dikkat çekiyor ve 16.yüzyılda yaşamış, modern tıbbın kurucularından sayılan İsviçreli bilim insanı Paracelcus’un “Her madde zehirdir, ilacı zehirden ayıran dozudur”  sözünü okuyucuya hatırlatarak sosyal medya kullanımımızın yoğunluğuna dikkat çekiyordu.

***

                Yunan mitolojisinde tıpkı akrabası ulu büyücü Kirke gibi Antik dünyanın en büyük büyücülerinden biri olarak bilinen Medea (Medeia) aynı zamanda ilaç ve zehir yapım ustasıydı. Kimi zaman Yer ve Ay tanrıçası olarak da bilinen Medea’nın en bilinen fiziksel özelliği gözlerinin açık renkli ve parlak olmasıydı. Sinirlendiğinde korkutucu bir kişiliğe bürünen bu tanrıça aynı zamanda dünyada iktidarın simgesi olan Altın Post’un çalınmasında ona aşık olan İason’a  ve Argonotlara yardımcı olmuştur.

                Antik dünyadan binlerce yıl sonra bu kez insanoğlu teknolojinin ve onun payandalarıyla yükselen sosyal medyanın Altın Post’u ele geçirmek için hazırladığı büyünün etkisinde. Bakalım boğazından ziyadesiyle geçen ilacın derde derman olmaktan çok bir zehir; çökenin sosyal medya bağlantısı değil binlerce yılda elde ettiğimiz değerlerimiz olduğunun ayırdına ne zaman varabilecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi