Kerem Gürel
Hayvan Terli Terli Hayvan Yemi Yer mi?*
Bugünün dünyasında “Büyüme” sihirli bir kelime. Hemen her ülke, her lider bu kelimenin izinden yürüyor ve milyonları da peşinden sürükleyebiliyor. Rakamlar uçuşuyor, ekonomiler büyüyor, satışlar artıyor, ihracat patlıyor…
Geçen haftaki Squid Game yazısından sonra bu yazıyla konuyu tamamlamak istiyorum. Zira Dünya sürdürülemez bir sürecin içinde. Bu bir kısır döngü değil asla. Hedefi yok oluş olan tek yönlü bir sefer. Biz sıradan ölümlüler, dayatılan onca şey karşısında arada bir kafamızı kaldıracak gibi olsak da bunca zaman ortaya net bir tavır çıkarabilmiş değiliz. Ancak fark etmemiz gereken şu ki elimizde olana karşı duyarsızlığımız, sahip olmadığımıza karşı arzumuz birilerini bir hayli mutlu ediyor. Peki bizi borç kamçısıyla koşturulan, elinde olmayan parayla beslenen, kredi musluğuyla sulanan yarış atlarına döndüren bu düşünce nasıl ortaya çıktı (Yarış atı metaforu geçen hafta yazdığım Squid Game dizisinden; diziyi izleyenler anımsayacaktır)?
“Borçlandırılmış İnsanın İmali” kitabında İtalyan sosyolog Maurizio Lazzarato “Borç yalnızca ekonomik bir aygıt değildir, yönetilenlerin davranışlarının belirsizliğini azaltmayı hedefleyen hükümetin bir güvenlik tekniğidir aynı zamanda. Yönetilenleri 'söz vermek' (borcuna sadık kalmak) için eğiterek, kapitalizm 'geleceği peşinen denetim altına alır'.” diyerek bu duruma bir nebze olsun açıklık getirmektedir.
Bu gidişi durdurmak için ortaya atılan fikirlerden biri de “Minimalizm”. Netflix’te iki bölüm halinde yayınlanan (ancak bana sorarsanız tek bölüme de sığdırılabilecek) belgeselde yaşadıkları deneyimi anlatan Fields Millburn ve Ryan Nicodemus “Minimalizm” düşüncesinin tüm dünyaya yaymayı kendilerine misyon edinmiş iki Amerikalı genç (Aynı isimli bir de kitapları mevcut). Her ikisi de geçmişte kariyer basamaklarını birer birer tırmanan ve yıllık gelirleri sürekleri artan eski iki arkadaş. Ama hayatlarında refah seviyesinin yükselmesi eş değer bir mutluluk doğurmamış onlarda. Onlar da bugün pek çoğumuzun yaptığı şeyi yapıyor ve artan refah seviyesiyle birlikte daha fazla mutlu olabilmek için satın alıyorlar. Bir ev, bir araba, bir araba daha, son model bir bilgisayar, telefon, el yapımı saat, eşsiz güzellikte bir porselen…Ama satın alarak doldurmaya çalıştıkları içlerindeki boşluk duygusu bir türlü dolmuyor. Önce Joshua Fields Millburn kurtuluyor bu Sisifos işkencesinden. Hayatında varolan her şeyi bir bir gözden geçirip değerlendiriyor. Yaşamını kolaylaştıranlar ve “gerçekten” ihtiyaç olanlar dışındaki tüm eşyayı, onun tabiriyle “ıvır zıvırı” atıyor ve artık gerçekten ihtiyacı olmadıktan sonra yenisini almıyor. Yaşamına artık gerçekten ihtiyaç duyduğu eşyalarla devam ediyor. Hayatına getirdiği bu sadeliği ise “Minimalizm” olarak tanımlıyor. Ondaki değişim ve mutluluğu fark eden arkadaşı Ryan Nicodemus ise bu düşünceden çok etkileniyor ve fikri tanıtıp yayması için destek oluyor Millburn’e.
Amerikan Rüyası
Hem Milburn hem de Nicodemus 1950’li yılların Türkiyesi”nde de bolca parlatılan ve Türkiye’yi “Küçük Amerika” yapma hülyalarına sevk eden Amerikan Rüyası’nın birer yansımasıydı sadece. Amerikalıların -bize göre- ne denli gereksiz şeylere para harcadıkları Depo Savaşları, Amerikan Koleksiyoncuları ya da Modern Rehinciler gibi Amerikan belgesellerini izleyenlerin de sanırım dikkatini çekmiştir (Hatta Youtube’da benzer bir çalışmayı yapan bir Türk’e ait “Amerika Depo Savaşları” kanalının videolarını izlediğinizde de ilginç şeylerle karşılaşıyorsunuz. Etiketi üzerinde çantalar, giysiler, neredeyse hiç kullanılmamış elektronik cihazlar -artık evde koyacak yer kalmadığı için- kiralık depolarda saklanmış ancak bir süre sonra kira bedeli ödenmediği için açık artırmayla satılıyor).
Amerikan Rüyası diye pazarlanan şey tüketim çılgınlığını tüm insanlığın zihnine pompalamak için üretilmiş bir idealdi. Ve o idealin öz be öz evlatları olan Amerikalılar bu tüketim çılgınlığının içerisinde bugün -yeni kardeşleri Çin’le beraber- en yüksek karbon ayak izine sahip millet olarak dikkat çekiyor.
Amerika'da 1950'lerde reklama ayrılan para 5 milyar dolar civarındayken 2020 yılında 240 milyar dolara çıkmış durumda. Bu büyümede cep telefonu kullanımının yaygınlaşmasının etkisi bir hayli fazla olmalı. Zira bana göre 21. yüzyıl kapitalizminin en büyük başarısıdır cep telefonu. İnanılmaz bir şekilde insanları her zaman her yerde reklama maruz bırakma avantajını elde edebiliyorlar böylece.
Konfor Çürütür
Milburn ve Nicodemus “Minimalizm” sayesinde insanların daha azla daha çok mutlu olacağını iddia ediyorlardı. Benzer bir argümanı “Kıtlık” kitabında Sendhill Mullainathan ve Eldar Shafir de ele alıyor ve bolluğun karşısında yer alan kıtlığın insan yaşamını nasıl etkilediğini şu şekilde ifade ediyorlar:
“Kıtlık zihni esir alır...Kıtlık çok az şeye sahip olmanın verdiği memnuniyetsizlikten daha fazlasıdır. Düşünme şeklimizi değiştirir. Kendisini zihinlerimize zorla kabul ettirir…Kıtlık bizi daha verimli kılabilir. Hepimiz, daha az şeye sahipken, kendimizi darda hissederken dikkate değer şeyler yapmışızdır.”
Üsküdar Üniversitesi Nöropazarlama Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr.Sinan Canan ise “Konfor çürütür…Tabiatın uzmanlık alanı benzersizlik üretmek, doğal denge üzerinde hayvanlar ve bitkiler birbirini eksikleri sayesinde tanıyorlar maalesef biz bunu gerçekleştiremiyoruz. Eksiklerimizi görebilsek kazançlı çıkacağız, konfor bizi öldürüyor ve gücümüzün farkında olmadığımız için depresyona giriyoruz…İnsanı insan yapan hayatın anlamını sorgulaması ve soru sormasıdır." sözleriyle konfora gömülen yaşamların hayata dair anlam arayışında bocalayışına dikkat çekiyor. Sinan Canan’ın açıklamasıyla paralel tutulabilecek bir haber ise geçtiğimiz günlerde düştü bültenlere. Haberde insan beyninin son üç bin yılda küçülme gösterdiğinden bahsediliyor, daha az bilgiye ihtiyaç duyan insan beyninin daha az enerji harcamaya başladığı ve sonunda küçüldüğü ifade ediliyordu. Araştırmacılara göre, günümüzde gelişen depolama teknolojileri nedeniyle modern insanın beyni daha da küçülebilecek gibi görünüyor.
Bugünün dünyasında “Büyüme” sihirli bir kelime. Hemen her ülke, her lider bu kelimenin izinden yürüyor ve milyonları da peşinden sürükleyebiliyor. Rakamlar uçuşuyor, ekonomiler büyüyor, satışlar artıyor, ihracat patlıyor… Bu rakamlara o kadar dalmışız, almaya, satmaya, hayatımızı finansa o denli boğmuşuz ki gelişmeyi, kalkınmayı, ilerlemeyi sadece parasal değerlerle, evimizde artan eşyaların bolluğuyla ya da kişi başına düşen milli gelir rakamlarıyla değerlendirir olmuşuz. Oysa insana yakışır şekilde, insanca yaşama arzusu daha çok dillendirilmeliydi bu gök kubbenin altında. Rahatça yürünen kaldırımlarda, güvenle binilen taksilerde, yasaklandığında bir daha asla telefona gelmeyen reklam mesajlarında, sabahın beşinde kapı çalındığında gelenin polis değil de sütçü olduğundan emin olmakta gizlidir “gelişme”. Güven içinde yaşayabilmektedir. Özgürlükte, hak da ve de hukukta gizlidir. Hele bunlar ve türevlerine bir değer verebilsek o zaman rakamların da büyüdüğünü görürdük elbet.)
*Cem Karaca’nın efsane şarkısından bir söz