Bay Ka ve “Kısıtlı Sürüm” Yaşamı Üzerine

Müstehzi bir gülüş yerleşti Bay Ka’nın yüzüne. Yavaşça kaldırdı bakışlarını elindeki buruşuk sigara paketinden ve “Bak sevgili dostum” dedi “Şükür dediğin şey oksijen gibidir, miktarını tutturamazsan sinir sistemini zehirler. Uyuşturur seni.  Sonra da kör eder.” Kısa bir es verdi ve ekledi “Şükür kimileri için afyondur.”

                Bu hafta Bay Ka’nın öyküsünü paylaşmak istiyorum sizinle. Kahramanımız Bay Ka, kırklı yaşlarının ortasında, esmer, kavruk tenli, siyah saçlı alelâde biridir. Okuttuğu öğrencileri ve hayatına dahil ettiği az sayıdaki insan dışında adını bilen pek yoktur. Bir tek bürokrasi kayıtlarında geçer adı. Kafka’nın Şato’sundaki Kadastrocu K. ile ses benzerliğidir sadece onunkisi. Başka benzerlikleri de vardır belki, daha sonra ortaya çıkacak.

                Kim bilir?

                Bay Ka mesleğinde yirmi yılı çoktan devirmiştir. Ülkenin pek çok yerinde, eğitimin hemen her kademesinde çalışmış, “Emekliliğime kadar burada kalırım ” dediği o küçük kasaba okuluna tayini çıkmış, maarifte çalışmaya başladığı ilk günden hayalini kurduğu yerde, kendi mezun olduğu okulda kadrolu öğretmen oluvermiştir artık. İşini seviyordur Bay Ka. Gençlerin, parlak zihinlerin, türlü çeşit hayallerin arasında olmak bir çeşit gençlik aşısı, bir çeşit ab-ı hayattır onun için.

                Yirmili yaşların aklı havadalığının, otuzların yaşama tutunma çabasının ardından kırklarla beraber aslında(!) yaşadığı hayatı git gide daha net görmeye başlamıştır Bay Ka. Geleceğe dair bakiyesi azalan, umutları budanan, hayalleri kadükleşen pek çokları gibi o da hep ileriye bakmaktan yorulmuş ve yılmıştır. Bir türlü bitmeyen uzun yolculuklarda “Geldik mi, geldik mi..?” diye soran çocukların umutlarını tüketip uykuya dalmaları misali Bay Ka da çocukluk ve gençliğini zenginleştiren umut dolu yılların ardından elde ettiklerinin, hayal ettiklerinin ne kadar uzağına düştüğünü görünce yüzünü geçmişe çevirmiş, anılardan, rüyalardan oluşan bir koza örmüştür kendine. Sararmış, rengi kaçmış fotoğraflara bakıyordur sık sık. Çocukluk anıları zamansız düşüyordur aklına. Komşunun güzel kızı, okuldaki sümüklü oğlan, dayakçı öğretmen, yastığın kenarına konan yeni ayakkabılar…Yeni olanın ancak sızabildiği geçmişin ise çağıldadığı bir hayatın inşasıdır sanki bu.

Altı BÜYÜK küçük insan

                Tam böyle bir zamanda yirmi beş yıl öncesinden dokunur bir el Bay Ka’nın omzuna. Birkaç lise arkadaşı toplanmış, onu da çağırıyorlardır toplantılarına. Cemalini çoktan geçmişe çevirmiş Bay Ka için reddedilemeyecek bir tekliftir bu. Buluşulur bir sahil lokantasında. Masada altı kişi vardır. Altı BÜYÜK küçük insan. Yirmi beş yılın tozu üzerinde, yoldan gelme bir yorgunluk yüzlerinde. Az değil, yirmi beş yıl süren bir yolculuğun ardından kavuşmuşlardır.

                Bayan A, yine çok konuşkan; tıpkı lisede olduğu gibi. Sadece biraz kilo almış.

                Bayan Z ise yine hazır cevap. Ve elleri hâlâ eskisi kadar narin. Gözlerinde aynı zeki bakış.

                Bayan S’den ses yok. Zaman onu suskunlaştırmış. “Hay Allah bu kız böyle miydi okuldayken de?”

                Bay E okuldaki gibi yine. Yapılı ve fit. Zaman yılları çalsa da jön havasını araklayamamış.

                Ve buluşmayı organize eden Bayan H. Hızlı konuşması, anaç havaları hiç değişmemiş.

                …

                Okuldan, notlardan, kopyalardan, öğretmenlerden bahsettiler uzun uzun. Çocukça yapılmış saçmalıkları, şakaları kırışık gülüşlerle andılar. Kırk yaşı devirmenin olgunluğu bir lastik gibi beraber gittikleri çocukluklarından çekip çekip bugüne getiriyordu onları. Hepsinin yüzüne oturmuştu yaşam yorgunluğu. Şen kahkahaları, neşeli halleri kazıdığınızda kim bilir hangi acılar, hangi pişmanlıklar, hangi yarım kalmışlıklar vardı. Başta gizlemeye çalıştı hepsi de. Anılardan bugüne geldiler usul usul.

                Okyanus kıyısında küçük bir şehirde öğretmenlik yapıyormuş Bayan A; tıpkı Bay Ka ve Bayan S gibi. Altı yıl evvel terk etmiş kocasını, üç çocuğunu da yanına alarak. “Hayırlısı olsun” dilekleri döküldü hep beraber ağızlardan. “Öyle” dedi Bayan A. “Şimdi çok daha güçlüyüm.”

                Bayan S kocasıyla beraber müfettiş soruşturması geçirmiş. Dört yıl meslekten uzaklaştırılmışlar. Çok sıkıntılar çekmiş. Çocukları ve kocasını da alıp baba evine taşınmış. Şimdi komisyon kararıyla mesleğine dönmüş. Neden uzaklaştırıldığını da neden geri döndüğünü de hiç anlamamış.

                Yaşam yorgunluğu en çok Bayan H’nin yüzüne yansımış. Erken yaptığı evliliği erken anne olmasına da neden olmuş. Şimdi kredi borçlarını bitirebilmek için günde on saat çalışıyormuş ufak bir gişede. Gün boyu bilet keserek.

                Bay E elektrik şirketine girmiş. Geç iş sahibi olunca geç de evlenmiş. Balayından yeni dönmüş.

                Bayan Z Kanada’da yaşıyormuş uzun zamandır. Kocasının tır filosu varmış. Alışmış gurbete. Diğerleri sustukça o anlattı, o anlattıkça diğerleri sustu. Ekvator’un güneyinde orta gelir tuzağına yakalanmış ama rakamların dünyasında durmadan büyüyen, hep büyüyen krizdeki bir ülkenin vatandaşları olarak sordukça sordular Bayan Z’ye. Orada yaşamak nasılmış, hayat pahalı mıymış, insanların birbirine davranışı, ilkbaharı, yazı, kışı… Akıllarına gelen her şeyi sordular. Hevesle dinlediler Bayan Z’yi. Sohbet koyulaştıkça hayaller uçuştu havada. Uçtu uçtu... Sabun köpüğü kadar oldu ömrü. Kimi yabancı dilini geliştirip tercüman olarak, kimi iltica edip mülteci olarak, kimi de kaçarak yerleşme hayali kurdu. Biri kocaman bir cip çekiverdi altına hemen. Biri “Asla dönmem buraya!” dedi. Yavaş yavaş döndüler ülke gerçeklerine. Kurdukları hayallerin çocuksuluğunu anlayınca yüzleri asıldı beşinin birden. “Kısıtlı sürüm” bir hayat yaşamanın, sadece insanca yaşama arzusunun gölgesinde sustular. “Olsun be!” dedi Bayan A, “Bu halimize de şükür.”

                Müstehzi bir gülüş yerleşti Bay Ka’nın yüzüne. Yavaşça kaldırdı bakışlarını elindeki buruşuk sigara paketinden ve “Bak sevgili dostum” dedi “Şükür dediğin şey oksijen gibidir, miktarını tutturamazsan sinir sistemini zehirler. Uyuşturur seni.  Sonra da kör eder.” Kısa bir es verdi ve ekledi “Şükür kimileri için afyondur.”

                …

                Telefon numaraları alındı, telefon numaraları verildi. Yirmi beş yılın dinmeyen hasretiyle sarıldılar birbirlerine. Hoş anıları yad ederek geçirilen zamanın yine hoş anılarıyla döndü evine Bay Ka.

Bekçi

                Her biri ülkenin başka bir yerinde kendine yaşam kurmuş, hatta Bayan Z binlerce kilometre öteye taşınmışken hayatının otuz yedi yılını verdiği aynı mahalleye, aynı sokağa dönmek ağrına gitti sanki Bay Ka’nın. Okudukları okul na şurda, iki blok ötedeydi. Oyun oynadıkları sokak, tırmandıkları meyve ağacı… Hepsi Bay Ka’nın burnunun dibindeydi. Uzun zamandır ilk kez anıların penceresinden izledi etrafı. Aklına Bayan A’nın “Sen resmen bekçi olmuşsun.” sözü geliverdi. “Anılar bekçisi”. İşte o an “kalan” olmanın ağırlığını hissetti vücudunun her zerresinde. Gitmeye cesaret bulamadığını, ama onu ama bunu mazeret gösterdiğini düşündü. Oysa uzak düştüğü ve şimdi uzun zamandır dokunmadığı bir kitabı eline alır gibi üfledi hayallerinin üzerinde biriken tozları.

                …

                Okuyanlar bilir Franz Kafka, yapıtlarının içinde en hacimlilerinden olan Şato kitabında kendisini kadastrocu olarak görevlendiren kontun şatosuna ulaşabilmek için çabalayan K.’nın öyküsünü anlatır okuyucuya. Kitabın baş kahramanı K. Şato’nun yamacındaki köye ulaştığında akşam oluyordur. Yerleştiği han da kendini kadastrocu olarak tanıtır ama pek de misafirperver olmayan köylüler onun kadastrocu olduğuna inanmazlar. Kitap boyunca K.’nın içinde bulunduğu çevreye uyumsuzluğu anlatılır. Kafka’nın bu gizemli kahramanı sürekli Şato’ya ve Şato Beyi Klamm’a ulaşmaya çalışır, ancak asla ulaşamaz. Kadastrocu olarak geldiğini düşündüğü köyde okul hizmetlisi olarak çalışmaya başlamıştır. Şato için Kafkaesk kavramını doğuran ana yapıtlardan biri olduğu ifade edilir. Kitabın kahramanı K. Şato’ya geldiği köyde başlarda son derece kendinden emin özgüveni yüksek bir profil çizer. Oysa zamanla tüm çabasının boşa gittiğini ne Şato’ya ne de Klamm’a ulaşamayacağını görünce umudu tükenir.

                İşte tam bu noktada Kafka’nın kadastrocu K’sı ile bizim Bay Ka’nın sadece ses benzerliği olmadığını görürüz. Yaşadığı yere bir türlü uyum sağlayamayan, hep ayrıksı kalan kadastrocu K. gibi bizim Bay Ka da ömrünü geçirdiği kasabada “kalan” olmanın ağırlığı ile günden güne uzaklaşmıştır çevresinden. Romanın kahramanı gibi o da başlarda son derece kendinden emin ve özgüveni yüksek görünür. Kadastrocu K’nın Şato’ya ve Klamm’a ulaşmayı yaşamının merkezine yerleştirmesi, onu hedeflemesi gibi bizim Bay Ka da -yüksek bir mevkide kendine yer bulamasa  bile- bu gelişmekte olan güney ülkesinde bir öğretmen olarak orta sınıf olabileceğinin hayallerini kuruyordur. Oysa o da K. gibi bir gün hayallerinden ne kadar uzağa düştüğünü görür.

                Şato, Kafka’nın arkadaşı Max Brod’a teslim ettiği ve ölmeden önce tamamlayamadığı yarım kalmış bir eser. Devam etseydi, zayıf da olsa, bir ihtimal kadastrocu K.’nın yaşamı değişebilirdi. Bilemiyoruz. Ama bakarsınız bizim Bay Ka zoru başarır ve yaşamını değiştirebilir. Ya da arafta geçen bir ömür daha eklenir bu yaşlı dünyanın hesabına.

                Kim bilir?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kerem Gürel Arşivi