Efe Sıvış
Zeki Demirkubuz yumuşadı mı?
“Yaşam insanı yumuşatıyor, Hayat'ın eski filmlerimdeki kadar karanlık olmadığına katılıyorum.
Bence bu iyi bir şey. Döneklik ve inkâr olmadıktan sonra yaşamının değişimine inanmak lazım.”
Hayat’ı izleyince Demirkubuz’un ne demek istediğini anladım.
O eski halinden eser yok şimdi denemez.
Demirkubuz’un o eski halinden eser var. Hayat filmi, Kader ve Masumiyet filmlerinin çizgisinde bir
yapım…
Hatta filmin içinde Kader’in izlendiği bir sahne bile var. Fakat şu söylenebilir: Hayat, bu filmlere göre hem yumuşak hem de uzun… Hayat’taki figürleri daha sakin, ilişkilerin toksikliği daha düşük, şiddet oranı daha az…
Demirkubuz, önceki filmlerinde sonuna kadar sekülerdi. Hayat’ta ise mistik bir olaya kefil oluyor. İki farklı karakterin tamamen birbirinin aynısı olan rüyalar gördüğünü söylüyor.
Bu film, süresiyle de Demirkubuz yapımlarından ayrışıyor. Tam 3 saat 15 dakika… En önemli fark ise sonunda… İşte bu son, Demirkubuz’un hayatla olan muhasebesini yansıtıyor. 16. yüzyılda İngiltere’de yaşamış filozof Thomas Hobbes’la özdeşleşen anlayış şunu söylüyordu: İnsan
kötüdür.
Demirkubuz da filmlerinde insanın hep kötücül, iflah olmaz, bencil olduğunu vurguladı. Yönetmen ilk kez Hayat’ta insanın içine su serpen karakterler yaratıyor. Kader ve Masumiyet geleneğini yıkan boyutu ise şu: Film, mutlu sonla bitiyor.
Hayat Neyin Hikâyesi?
Bu film, İstanbul’da kötü yola düşen Hicran ile bu yüzden katil olan Rıza’nın hikâyesi… Bu film, Sinop’un Boyabat köyündeki mütevazı insanların vahşi İstanbul metropolünde tutunamama
hikâyesi…
Bu film, Demirkubuz filmlerinin tipik özelliği olan uzun yolların, takıntıların, toksik ilişkilerin hikâyesi… Bu film, Ramazan programlarında Prof. Nihat Hatipoğlu’na rüyalarını yorumlatıp hayatlarındaki kararları buna göre alanların hikâyesi… Bu film, kırsalda rüyaların günlük yaşam üzerinde halen ne kadar etkili olduğunun hikâyesi… Bu film, kırsalda ev hanımlarının hayatla en güçlü temasının hâlâ televizyon olduğunun hikâyesi…
Hayat’tan Çıkarılacak 7 Hayat Dersi
1) Kendinden 20 yaştan fazla genç biriyle evlenme yoksa ilgi dilenir, madara olursun.
2) Ekonomik özgürlüğün olmadan İstanbul’a gitme yoksa mahvolursun.
3) Zeki Demirkubuz’a laf çakmaya kalkma, Yeni Şafak’tan İsmail Kılıçarslan gibi rezil olursun.
4) Kimseyi takıntı haline getirme, katil olur, mahpus olursun.
5) Kadınlarla olan diyalogunda az konuş, çok dinle, kendini anlatıp durma, yoksa itici bir geveze
olursun.
6) İstanbul’da okuyan oğlunun gerçekten okuduğuna emin olmak için senede 1 kez üniversiteye
gidip teyit al, yoksa hüsran olursun.
7) Kimseyi küçümseme, gereksiz yere düşman edinme yoksa canından olursun.
Hayat’ın Gösterdiği Önemli Güç: Sessizlik
Michael Ende’nin meşhur Momo romanındaki karakteri, herkesin konuşmak ve bir şeyler anlatmak
istediği dünyada farklı bir şey yapıyordu. Sadece dinliyordu. Momo, konuşan milyonların arasında sadece dinleyerek sıyrılmış, bir çekim merkezi olmuştu.
Yerin, göğün konuşan kafalarla dolduğu, laf yarışının, söz ebeliğinin geçer akçe sayıldığı bir dönemdeyiz. Özel sektörde, akademide, medyada hatta özel hayatta şu felsefe benimsenmiş durumda: Az konuşan az kazanır, çok konuşan çok kazanır. Bir cümlelik meselenin 30 cümleyle anlatıldığı, sözü başkasına kaptırmamak için moda tabirle sınırsız boş yapılan bir zamanda yaşıyoruz. Böyle bir dönemde Demirkubuz’un yarattığı Hicran karakteri, susmanın ne kadar etkili olduğunu gösteriyor. Hicran kimseyle gerilim yaşamıyor. Onun yerine susarak, bakışlarını donuklaştırarak, sessizleşerek karşısındakini mat ediyor. Sükutun yeri geldiğinde nasıl altın olabileceğini gösteriyor. Hicran’ı izlerken bu yönünü gözden kaçırmamak gerekiyor.