Aytuna Tosunoglu
Yolsuzluklar
Gücü kötüye kullanmaya karşı geleceğe bir çağrı bırakmak üzere yazıyorum. Kamuya ait fonlar, kamu yararı için harcanması beklenen bütçeler halka hizmet içindir, birkaç kötücül eğlensin(!) diye değildir.
Charles Dickens’ın eserlerinde sizin de dikkatinizi çekmiştir, dönemin Londra’sında (19. yüzyılın sonları) yerel yönetimdeki yaygın yolsuzluklar geri planda gözden kaçmayacak bir durum tespiti olarak yer alır. Sistem eleştirisi tam gaz ve bu katmanıyla da vardır, Dickens’ın romanlarında. Çağdaşlarının çoğunun görmezden geldiği acıtan gerçeklere, yolsuzluklara dikkat çekerek toplumu bu sorunlarla yüzleşmeye zorlar. Kendimi tutamayarak henüz bir Dickens romanı okumayanlar için bir başlama kitabı önerisinde bulunayım: İki Şehrin Hikayesi.
Davalık Durum
Zamanda iyice geriye doğru uzanalım. Roma İmparatorluğu yayılmacılığı sayesinde geniş topraklara oturdu, biliyorsunuz. Ne kadar genişlersen kontrol etmen o kadar zorlaşır. Milattan önce 70’li yılların başında şimdinin savcısına tekabül eden ama aynı zamanda bulunduğu şehrin valisiymiş gibi de davranan Gaius Verres, gücünü kullanarak halktan büyük miktarda para sızdırıyor. Bir yolunu bulup kamu fonlarını zimmetine geçiriyor. Hatta dönemin zenginlerinden haraç bile alıyor. Sonunda zamanın “ünlü” avukatı Cicero’yla bir polemiğe girince Cicero herhalde artık dayanamıyor ve Verres hakkında hukuki dava açtırtıyor. Hatta dava sürerken Cicero’nun yaptığı konuşma silsilesi (ki kendisi iyi bir hatipti aynı zamanda) “In Verrem” (Werres’e Karşı) adıyla kitap haline gelmişti. Sonuçta Verres yıllarca süren soygun ve yolsuzluklar nedeniyle hem para cezasına çarptırılıyor hem de sürgüne gönderiliyor.
Anlaması Zor
Ama bitmiyorlar işte. Kökleri kurumuyor bu halk düşmanlarının…
Orta çağa geçişle birlikte ticaretin ve şehir devletlerinin genişlemesi yerel yönetimlerde bulunan belediye başkanları için yeni yolsuzluk fırsatları doğurmuştur. 14. yüzyıl Floransa’sında bir belediye başkanı, ailesine ait bir bankanın da yardımıyla (ki anladığımız anlamda bir bankanın öncüllerinden biridir yani kurumsallaşma henüz tazecik) kamu ihalelerini, arazi anlaşmalarını manipüle eder. Üstelik bunları kendi politik hedeflerine yarayacak şekilde organize eder. Kelimenin tam anlamıyla halk düşmanı olan bu belediye başkanının yaptığı hırsızlıklar toplumsal huzursuzluk yaratmıştır, çeşitli mesleki gruplar arasında isyanlara sebep olmuştur. Kötü belediye başkanlarının şehir devletlerini nasıl istikrarsızlaştırdığının da tarihte öne çıkan bir örneğini oluşturmuştur. Sonuçta ceza olarak sürgüne gönderilir. Detaya girmek istemedim ama not olarak belirteyim; meşhur Medici ailesindendi bu belediye başkanı. Zaten zengin olup, doymayıp, kamuya ait mala, mülke göz koymak açgözlülüğün de üstünde bir şey olmalı. Biz “local”lerin anlaması zor hani.
Şişirilmiş Fatura
Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Sanayi Devrimi’yle birlikte kentsel nüfuslarda ve bir gereklilik olan altyapı ihtiyaçlarında büyük artışlar yaşandı. Artış varsa fırsatlar da artar, tabii. Belediye başkanları için yolsuzluk yapmaya dayalı bir verimlilik artışından bahsediyorum. Mesela bir tanesi yeni adliye binası ihalesi üzerinden, bir başkası şişirilmiş faturalar üzerinden, bir başkası rüşvet yiyerek kamu fonlarından milyonlarca doları hem kendinin hem de arkadaşlarının cebine aktardı. Kapsamlı bir yolsuzluk ağı oluşturma tecrübesini Sanayi Devrimi’nin yol almasıyla birlikte düşünebiliriz.
Totaliter rejimlerde yolsuzluk sistemiktir, diyor Hannah Arendt. Hukuki, ahlaki ve sosyal yapıları sarmalar, toplumsal direnç kapasitesini yok ederek mutlak güç üzerindeki tutunmayı sürdürmeyi amaçlar, diye de ekliyor. Bilenler bilir, Arendt’in analizleri yolsuzluğun sadece finansal bir mesele olmadığını, aynı zamanda toplumsal ve siyasi yapıları temelden sarsan bir güç olduğunu söyler bize.