
Aytuna Tosunoglu
Meydana Çıkmak
Antik Yunan medeniyetinde yaşayan bir Atinalı, sokakların herhangi birinden meydana ulaştığında baharın geldiğini müjdeleyen Atinalı genç kızların raks etmesiyle karşılaşırdı. Meydan boyunca ilerleyen Atinalının adımları geniş, bedeni çevresiyle ilintili, bireysel değil toplumsaldı. Göz göze geldiği herkes ile selamlaşarak, açık mahkeme salonunun kapısında durarak içeride neyin, kimin davası görüldüğünden haberdar olarak, arzu ediyorsa dava sürecine katılarak ya da katılmayarak meydandaki gezintisine devam ederdi. Stoaların ön ve açık cephesinde masalarda oturmuş filozofların, öğrencilerin felsefi sohbetlerine katılabilir, dinleyici olabilirdi. Konuşmalara kulak kabartırken göz ucuyla merdivenlerde, renkli kıyafetiyle elindeki nesneleri maharetle çeviren jonglöre bakabilirdi, hani zihnindeki düşünceleri senkronize bir dizge içinde yeniden ve yeniden ele alırmışçasına...
İKTİDARIN SESİNİ KUŞAT
Biraz yol yürümeyi göze alarak parlamento binasının açık kapısından içeri girip, Atina şehrinin yönetimine söz alarak, elini kaldırarak oy verme sureti ile katılabilirdi. Üstelik bu katılımı ortak bir havuz içinde biriktirilen paranın bir kısmı kendisine ödenmek suretiyle karşılık bulurdu. Sanatsız olmazdı; günün önemli bir bölümünde ve dönüşümlü olarak sahnelenen tiyatro oyununa istediği gibi girebilir, son sahnede öykü akışına müdahale edebilir, düşlediği dünyanın hallerine direkt katılımcı olabilirdi. Meydanda ticaret yoktu. Herhangi bir mal alımı satımı meydan dışında ve evlerin giriş katlarında gerçekleşirdi. Atinalı ahiretle olan bağını henüz yere inmemiş tanrıların ulaşılmaz gökyüzünde yer aldığını bilerek kurardı. İşlevlerine göre o tanrılara güvenir, kaderini onların çizdiğine inanır, ahlakını o tanrıları kızdırmamak üzerinden yaşardı. Meydandaki turu tamamladığımızda ortaya çıkan, bedeni ile barışık Atinalının sesin başat mekânı bir meydanda ve içerdiği çeşitlilik açısından iktidarın sesini bütünüyle kuşatmış durumda oluşudur.
KENDİNİ İFADE EDEN VE TAŞIYAN BEDEN
Milattan sonra Antik Roma döneminde tanrı artık yere indiği için yapmakla zorunlu olunan ritüeller de meydana inmiştir ve orada bulunmak bir zorunluluktur. Ritüeller iktidarın sesini güçlendirir. Böylelikle meydan aradan geçen 400 yılda, iktidarın kendi gücünü şekilsel olarak gösterdiği ve yurttaşında yarattığı korkuya dayalı etki üzerinden varlığını duyumsattığı bir mekâna dönüşmüştür. Romalı edilgendir, meydanda yer alan devasa heykellere ve mimariye bakar ve itaat eder. Orta çağ dönemine gelindiğinde ise artık ne iktidarın yani kralın ne piskoposun ne de burjuvaların bir bütün olarak şehrin ve meydanın nasıl görünmesi gerektiğine dair bir fikri vardır. Tarihçi Philippe Contamine bu duruma açıklık getirmeye çalışırken, “Meydanın kasılmış, parçalanmış yapısı şehrin topoğrafyası içinde devletin zayıflığını, kaynaksızlığını ve hevessizliğini yansıtıyordu”, diyor. Meydana açılan sokakların pey der pey daralması (çünkü devrin müteahhitleri ne koparırlarsa kar görüyorlar, komşular birbirlerinin sokaklarından çalarak evlerini genişletiyorlar) saldırgan bir sahipleniciliğin damgasını taşır. Daracık ve bakımsız sokaklar meydana açılır açılmasına ancak görüntü aradan geçen 1900 sene sonunda her türde pisliğin atıldığı, mal takası yapılan (ticarete açık) panayır görünümlü bir kaostur. Bedeni ile barışık, kendini ifade eden ve taşıyan bireyin yerinde dar sokaklara sıkıştırılmış ve üstelik yürürken karşıya bakan değil, ilk vitrin örneklerini gördüğümüz cam içlerine dizili mallara, bir anlamda hareket kazanmış duvara bakarak yürüyen birey vardır. Duvarın hareket kazanması karşısında beden hareketsizleşecektir. Kapitalist varoluşun ilk dalgaları yani ticaretin meydana girmesi ile birlikte akrabalarımızın toplumu ayakta tutan bir aradalıkları zedelenmiştir işte.
YA HEP BERABER YA DA…
Yine de bu dar sokaklarda yoksulların çoğu kendi aralarında yalıtılmak yerine ulaşılmaz servetin fiziksel ve mekânsal mevcudiyeti içinde dolaşırlar ve bu bir aradalık Fransız Devrimi’nin nüvesini oluşturur. İlk ayaklanma, kadınların o gün satışta olan ekmek fiyatını ödemeyi reddetmeleri ile başlayacaktır. Daralan sokaklarda binlerce insan birbirine eklemlenerek, artarak meydana ulaşacaklardır. Cumhuriyetin ilanından sonra erk, meydanın insanları bir araya getirmesinden ve tek ses olmasından rahatsızlık duyduğu için bu alanları “şehrin akciğerleri” olarak düzenleyecek, ağaçlandıracak ve etrafını tel ile çevirmek suretiyle yalıtacaktır. Aradan geçen 2000 sene sonunda meydan halka kapatılmıştır işte... On sekizinci yüzyıldan itibaren meydanlar, kamusal olmaktan çıkmış bedenlerin doldurduğu, rant kaynağı haline dönüşmüş kamusal alanlardır.
Adaletsizlik karşısında tek ses olma yeri hala meydanlardır.
İnsan olmaktan birey olmaya giden yapışkanlı yolda bireylerin hareket yoluyla kalabalığın içine dahil olmasının engellenmesi hala mümkün olmamıştır.