Yalan yuva yapmış ağızlara

Siyasetin teorisi adalet şart diyor ama siyasetin uygulanış şekli adaletsiz. Düşünürler siyaset yapabilmek için ahlaklı olmak gerektiğini söylüyor ama siyasetçinin ahlaki değerleri, örneklerine hemen her gün rastladığımız haliyle tartışılır.  İkiyüzlülüğün kol gezdiği, yalanın su içer gibi söylendiği, çamura bulanmış bir alan bu siyaset. Yalan söylemek, siyasetçilerin en belirgin ahlaksızlıklarından biri haline geldi. Hatta bu durum o kadar sıradanlaştı ki; ‘yalan söylemek, doğruyu eğip bükmek, gerçeği gizlemek’ siyaset yapmanın olmazsa olmaz kuralı sayılır oldu.

Siyasetin yapılış biçimine de bu pratiği gerçekleştiren siyasetçilere de bir türlü ısınamadım. Hele seçim süreçlerinde iyice sevimsiz hâle geliyorlar. Sanırım bana bunları düşündürten birincil neden, işin teorisiyle pratiği arasındaki derin ve giderilemez uyumsuzluk. Çünkü siyasetin teorisi adalet şart diyor ama siyasetin uygulanış şekli adaletsiz. Düşünürler siyaset yapabilmek için ahlaklı olmak gerektiğini söylüyor ama siyasetçinin ahlaki değerleri tartışılır.  İkiyüzlülüğün kol gezdiği, yalanın su içer gibi söylendiği, çamura bulanmış bir alan bu siyaset.

 

“Sen de amma abarttın ha… Bu kadar da kötümser olunmaz” diyenler varsa; seçim çalışmaları için meydanlarda, televizyon programlarında konuşan siyasetçileri can kulağıyla dinlesinler. Becerebiliyorlarsa siyasî eğilimlerini bir kenara bırakarak duydukları üzerine düşünsünler. Siyasetçinin gerçek niyetini anladıktan sonra bir daha değerlendirsinler bakalım… Bu cümleler abartılı mı yoksa gerçekçi mi?

İYİ SİYASETÇİ KİMDİR?

 

İyi siyasetçiyi temel özellikleriyle tanımlamak istesek ne deriz? Öncelikle dürüst, adil, vicdanlı, sözünün arkasında duran bir insan olmalı değil mi? Bunların yanı sıra farklı türden niteliklere de sahip olmalı. Yönetim becerileri yüksek, liderlik vasıfları güçlü, halkın mutluluğu ve refahı için çalışan, liyakatli… Tabii bunlara daha yüzlercesi eklenebilir. 

 

Fark ettiyseniz iyi siyasetçinin temel özelliklerini sıralarken kullandığımız nitelikleri ikiye ayırdık. Önce dürüstlük, adalet gibi etik kavramları saydık ki bunlar sadece siyasetçinin değil, insanım diyen herkesin sahip olması gereken erdemler. Kısacası siyasetçi her şeyden önce ahlaklı bir insan olmalı. İkinci grupta ise liyakat, liderlik gibi nitelikler var. İşte onlar da siyasetçinin yaptığı iş açısından sahip olması gereken, halk olarak bizde olmasa da onda olması gereken erdemler.

 

Basitçe yapmaya çalıştığımız bu niteleyici tanım iyi güzel ama hepsi de ideal olanı, olması gerekeni tarif ediyor. Bir anlamda teoride böyle. Peki ya pratikte böyle mi? Yani halkların  devleti yönetmeye ya da muhalefet yapmaya yetki verdiği siyasetçiler yukarıda sıraladığımız niteliklere sahip mi?

 

Biraz feraset (anlayış) sahibi olanlar, yani deneyimlediklerinden doğru ve geçerli, gerçekle uyumlu anlam çıkarabilenler bu soruya yüksek sesle “hayır” diyeceklerdir. Ne devleti yönetenlerin ne de yönetmeye talip olanların bu erdemlere tam olarak sahip oldukları söylenemez. Üstelik sadece bir yöneticinin sahip olması gerekenlere değil, ahlaklı her insanın sahip olması gereken temel erdemlerden bile yoksunlar.

 

Yukarıdaki son cümle bir yargı içeriyor. Siyasetçinin ahlakını sorguluyor ve elbette her yargı ifadesi gibi bunun da somut kanıtlara ihtiyacı var. Aksi durum, ortaya desteksiz bir iddia atmak olur ve bir grup insanı itham etmekten öteye gitmez ki bu da ahlaksızlıktır. Öyleyse biz de ahlakî sorumluluğumuz gereği kanıtlarımızı ortaya koyalım.

SİYASET = YALAN

 

Yalan söylemek, doğruyu eğip bükmek siyasetçinin en belirgin özelliklerinden biri haline geldi. İşte birkaç çarpıcı örnek…

 

“Hukuk devleti ilkesi demokrasinin olmazsa olmaz şartıdır. Geçmişte hukuka aykırı pek çok tarize, tacize, cezaya muhatap olmuş bir siyasetçi olarak ülke yönetimine geldiğim günden beri Türkiye’nin hukuk devleti niteliğini güçlendirmenin mücadelesini veriyorum.” Bu sözler Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ait. 10 Mayıs 2022 tarihinde ‘Danıştay’ın 154. Kuruluş Yıldönümü’ programında yaptığı konuşmada söyledi. Söylemin ilk cümlesi evrensel bir doğruyu içeriyor. Aklı başında her insan hukuk devleti ilkesinin demokrasi için olmazsa olmaz bir şart olduğunu kabul eder. İkinci cümlenin ilk bölümü de doğru kabul edilebilir. Kendisinin zamanında aldığı ceza hukuka aykırı mıydı bilmiyorum, bunu hukukçular değerlendirsin. Ama adalet ilkesine aykırıydı, bunu söyleyebilirim. Peki ikinci cümlenin sonunda söylediğine ne demeli? Kendisi gerçekten de Türkiye’nin bir hukuk devleti niteliğini güçlendirmek için mücadele etti mi, ediyor mu? Çok açık bir şekilde görüyor ve biliyoruz ki ‘hayır!’ Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na bağlı kalacağına söz vermiş biri olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın uygulayıcısı olan AYM’nin kararlarına saygı duymadığını defalarca söyledi.

 

Siyasetçi, doğru olmayan sözünü etkili kılmak, gerçekmiş gibi algılanmasını sağlamak için bu yönteme başvurur. Yani önce kimsenin doğruluğunu reddedemeyeceği evrensel bir önermeyle başlar söze. İkinci önermesini mümkün olduğunca bu evrensel ilkeye dayandırır ve sonuç cümlesinde olmayan bir şeyi varmış gibi koyar ortaya. Böylece dinleyenler de tartışılmaz bir gerçeğe dayandırılmış yalanı duyduklarında inanırlar buna. Ancak en başta söylediğimiz gibi ‘feraset’ sahibiyseniz, yani söyleneni analiz ederek doğruluğunu test edecek bir düşünme sürecini yürütebiliyor ve gerçek anlama ulaşabiliyorsanız, yutmazsınız o yalanı.

Cumhurbaşkanı, AYM’nin Can Dündar ve Erdem Gül kararında da TİP Milletvekili Can Atalay kararında da verdiği tepkilerle açıkça hukuksuzluğa arka çıktı.  ‘Milli iradeye saygı’ söylemini ağzından hiç düşürmeyen Cumhurbaşkanı, HDP’li siyasetçiler tarafından yönetilen 50’ye yakın belediyeye kayyum atadı. Belli ki milli iradeye de saygısı yok. Daha doğrusu kendisini destekleyen iradeye var da kendisinin karşısında durana saygısı yok. Bu tutumunu her platformda açıkça dile getiren bir siyasi aktörün demokrasiye yaptığı methiyeleri doğru  kategorisine koymak ve onları ciddiye almak mümkün mü?

 

Gelelim bir başka siyasî figüre… Kemal Kılıçdaroğlu. “Başarısız olursam istifa ederim” söylemini çeşitli farklı ifadelerle defalarca söyledi. 24 Haziran 2018 seçimlerinde AKP yeniden iktidar olduktan sonra “seçimin kaybedeni AKP’dir” dedi. Böylece başarısız olduğunda istifa edeceği yalanına kendince bir doğruluk kılıfı uydurdu. Son kurultayda kaybetmiş olmasına rağmen siyaseti bırakmadığını açıkladı. Günahı boynuna ama bir sonraki kurultayda yeniden CHP Genel Başkanı olma peşinde olduğuna dair söylentiler var. Umarım doğru değildir. Çünkü kendisi daha önce partililere seslendiği bir konuşmasında “koltuk sevdası olanların bu partide yeri yoktur” da demişti. Kendisinin koltuk sevdasına ne demeli? Şimdi defalarca “kaybedersem giderim”, “başarısız olursan bir dakika durmam” diyen bir siyasi aktörün bu sözlerini ciddiye alabilir misiniz? Şimdilerde halefi Özgür Özel de benzer şeyleri söyleyip duruyor. Onun bu söylediklerine inanıyor musunuz? Belli Özgür Özel de Kılıçdaroğlu’nun yolundan ilerliyor. 

 

Bunlar siyasetçilerin doğruyla aralarına koydukları mesafeyi anlatan sadece iki örnek. Diğer siyasetçileri de işin içine katıp her birinin sadece bir manipülasyonunun, doğruyu eğip bükmesini, yalanını dile getirmeye kalksak hiçbirimizin ömrü yetmez…

SADECE YALAN MI?

Siyasetçinin temel niteliği yalana yakın olmakla sınırlı değil elbette. Daha pek çoğu var. Diğerlerine de önümüzdeki hafta değinmek istiyorum. Ancak bitirmeden önce çok kısaca bir özelliklerinden daha bahsedelim. Siyasetçi dediğin ‘gerçeklerin üzerini örtmek’ konusunda da oldukça mahirdir. Bir çeşit yalancılık diyebileceğimiz bu özelliklerini, insanların gerçekte ne olduğunu bilmelerini engellemek için kullanırlar. Böylece kendi menfaatlerini, kendi güçlerini korur, bunu da halka “sizin menfaatlerinizi koruyoruz” kılıfında sunarlar. Bununla ilgili de pek çok örnek var ama yerimiz kalmadı. Bu konuya dair örnekleri de haftaya bırakıp daha önceki yazılarda da kullandığım bir alıntıyla bitirmek istiyorum.

 

Thomas Hobbes iktidar sahipleri için Leviathan adlı eserinde şu harika benzetmeyi yapar: “…doğru ve yanlışın ne olduğu hakkındaki görüşler hem kalem hem de kılıç arasında devamlı bir tartışma konusudur: çizgilerin ve şekillerin bilimi ise böyle değildir; çünkü bu konuda çalışan kişiler, hiç kimsenin ihtiras, kâr veya şehvetinden geçmeyen bir şey olarak, gerçeğin ne olduğu hakkında endişe etmezler. Çünkü hiç şüphem yoktur ki, ‘bir üçgenin üç aşısı bir karenin iki açısına eşit olmalıdır’ fikri eğer herhangi bir kimsenin egemenlik hakkına veya egemenlik sahibi insanların çıkarına aykırı bir şey olsaydı, doğruluğu tartışılmasa bile, ilgili kişinin elinden geldiği ölçüde, bütün geometri kitaplarının yakılması suretiyle yeryüzünden silinirdi.”

 

İşte iktidar bu kadar zehirli bir hâl alabilir. Ona sahip olanlar, kendi güçlerini korumak adına akıl dışı yöntemlere başvurarak, apaçık gerçekleri bile gizleyebilirler. Gerçeklikten kopan halka da yalanlarından başka sığınacak liman bırakmazlar.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi