Özlem Özdemir

Özlem Özdemir

Sofya'da Mustafa Kemal'in İzinde

Bu yazıyı okumaya başlamadan şu şarkıyı açmanızı rica ediyorum: “Johann Strauss- Mavi Tuna”

 

Sizinle hüzünlü bir yolculuğa çıkacağız, bu şarkı yolculuğumuzu daha anlamlı kılacak, sebebini yazının içinde bulacaksınız. Bu yolculuğu sizinle de paylaşmak istedim.

Geçtiğimiz günlerde Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği Edirne Şubesi’nin davetlisi olarak Türk Bulgar İş Kadınları Derneği’nin Sofya Üniversitesi’nde düzenlediği “Türkiye ve Bulgaristan Arasındaki Tarihi ve Ekonomik İlişkiler Forumu”na konuşmacı olarak katıldım. Hem de Mustafa Kemal’in Sofya’dan ayrıldığı tarih olan 20 Ocak’ta, 109. yıldönümünde… Çeşitli üniversitelerden Bulgar akademisyen ve yazarlarla birlikte iki ülke arasındaki ilişkilerin geçmişi ve bolca Atatürk konuşuldu. Ben de Atatürk’ün Sofya günleri ve O’nun kadına verdiği değer üzerine bir konuşma yaptım. Bir Türk kadın yazar olarak Avrupa’da Atatürk’ü anlatmak gurur verici. İşte bu konuşma için gittiğim Sofya’da Atatürk’ün izini sürdüm. Gittiği ve kaldığı yerler artık olmasa da önlerinden geçmek, onun düşüncelerini merak etmek tarifi zor bir deneyimdi. Bu yazıda Sofya’da yaptığım konuşmadan ve idealist bir Kurmay Binbaşıdan bahsedeceğim. Çünkü hem Atatürk’ün Sofya dönemi çok iyi bilinmiyor hem de bu Binbaşı gelecekte modern Türkiye'nin kurucusu olacak ve en büyük armağanı biz kadınlara verecek: özgürlüğümüzü…

Tarih: 27 Ekim 1913

Yer: Sofya, Bulgaristan Krallığı

 

İkinci Balkan Savaşı’nın ardından 29 Eylül 1913 tarihinde Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında imzalanan İstanbul Barış Antlaşmasından sonra Sofya Elçiliğine Ali Fethi (Okyar), Sofya Askerî Ataşeliğine de 27 Ekim 1913 tarihinde Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal atanır.

 

Soğuk ve sisli bir Sofya günü, genç bir binbaşı şehre gelir. Buraya gelmekten hoşnut değildir. O dönem İttihat ve Terakki’nin başındaki Enver Paşa ile aralarındaki anlaşmazlık sebebiyle aslında bu görev bir uzaklaştırmadır. (Tayinin arka planında Mustafa Kemal’in İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin askerî kanadıyla ordunun siyasetten ayrılması yönündeki fikirlerinden dolayı düştüğü anlaşmazlıktan doğan soğukluk ve Alman askerî heyetlerinin Osmanlı ordusundaki nüfuzuna karşı çıkması etkili olur.)

Mustafa Kemal, önce Bulgaria Oteli’nde, ardından Splendide Oteli’nde konaklar. Ancak ev ortamına hasret kalır ve kendisine Ferdinand Bulvarı’nda Bulgar Parlamento binası yakınında iki katlı bir ev kiralar. Sofya’dan ayrılana kadar burayı ikametgâh olarak kullanır.

 

Sofya’da on beş ay kadar görev yapan Mustafa Kemal, bu süre içinde Bulgaristan ve diğer Balkan ülkelerinin askerî ve siyasî durumlarını, ordularının eğitim, silah ve kuvvet durumu ile harp yeteneklerini yakından tanıma fırsatı bulur. Bunun yanı sıra mevcut askerî sorunların çözümlenebilmesi için girişimlerde bulunur. Bulgaristan’ın Filibe, Pilevne, Tırnova, Gabrova, Şumnu, Varna, Kızanlık, Köstendil, Niğbolu ve Vidin şehirlerini ziyaret eder. Gezdiği yerlerde edindiği izlenimler, Bulgaristan’ın Osmanlı egemenliğinden ayrıldıktan sonra siyasi, askerî, ekonomik, toplumsal ve kültürel alanlarda büyük bir değişim gerçekleştirdiği yönündedir.

Mustafa Kemal bunun yanı sıra, kısa sürede Sofya’nın siyasi ve kültürel hayatının vazgeçilmez siması olur. Bulgar komutanlarla kurduğu yakın ilişkiler sayesinde Bulgaristan ve Bulgar ordusu hakkında önemli bilgilere ulaşması kolaylaşır. Sergilediği kişisel portre ile Bulgar komutanları da etkiler. Bulgar Başkomutanlarından General N. Jekov, 1914’te tanıdığı Mustafa Kemal’i tarif ederken, “Fransızcası mükemmeldi. Bir diplomat gibi konuşuyordu. Yüksek kültür sahibi, centilmen bir Türk’tü.” der. Bulgar Harbiye Nazırı Boyaciyev ise Mustafa Kemal’in 1914 yılında Yunanistan’a karşı, Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında bir askerî anlaşma yapılması yönünde gayret harcadığını belirtir.

 

Mustafa Kemal’e, Sofya Askerî Ataşeliği görevine ilave olarak 1914 yılı Ocak ayı başlarında, Bükreş, Belgrad ve Çetine (Karadağ) askerî ataşelikleri de verilerek sorumluluk alanı genişletilir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde dünyada, Balkanlar’da ve Osmanlı Devleti’ndeki gelişmeleri yakından takip ederek geleceğe dönük değerlendirmeler yapar, hazırladığı ayrıntılı raporları İstanbul’da Genelkurmay karargahına zamanında göndererek uyarılarda bulunur. Stratejik değerlendirmeleri, 32-33 yaşında genç bir kurmay subayın geleceğe dönük ufkunu göstermesi açısından çok önemlidir. Bu raporlarda uluslararası alandaki oyuncuların, Balkanlar’daki oyunlarını gördüğü gibi buna göre tedbirler alınması yönünde uyarılar yapmaktadır.

Mustafa Kemal düzenli ödenek gelmemesine rağmen görevini zor şartlar altında başarıyla yürütür. Muhtemel bir savaşta Bulgaristan’ı müttefik olarak görmek isteyen İttihat ve Terakki yönetimi, bunu gerçekleştirmek için çok çaba sarf ettiği gibi Mustafa Kemal’den bu yönde girişimlerde bulunmasını ister. Mustafa Kemal bu talebe 25 Şubat 1914 tarihli raporunda, “Bulgarlar, komşularında şüphe uyandıracak harekette bulunmaktan sakınıyorlar” şeklinde cevap verir.

 

Mustafa Kemal 01 Mart 1914 tarihinde yarbay rütbesine terfi eder. Birinci Dünya Harbi ilanının hemen öncesindeki günlerde, Harbiye Nezareti ile Genelkurmay Başkanlığına muhtemel harpteki Avusturya-Bulgaristan iş birliğinin, Osmanlı Devleti aleyhinde gelişeceğini, buna karşı tedbir almanın lüzumlu olduğunu bildirir. Osmanlı Devleti’nin Almanya safında savaşa bilfiil katılmasından sonra, Mustafa Kemal’in Sofya’dan Salih Bozok’a yazdığı mektupta, öngörü sahibi bir liderin geleceği değerlendirişi açıkça görülür: “Dünyada olup bitenler konusundaki düşüncelerimi soruyorsun. Bu konudaki görüşlerimi yalnız sende kalmak koşulu ile aşağıda olduğu gibi sana yazıyorum. Biz amacımızı saptamadan seferberlik ilan ettik. Bu çok tehlikelidir. Çünkü başımızı bir yana mı yoksa birçok yana mı vuracağız, bilinmiyor… Almanların durumu konusundaki askerî görüşe gelince; ben, Almanların bu savaşı kazanacaklarına kesinlikle inanmıyorum.”

 

Mustafa Kemal, ülkesinin sürüklendiği mevcut şartlarda, Sofya’da kalmak istemez, faal bir görev verilmesini talep eder. Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya yazdığı mektupta; “Vatanın müdafaasına ait faal vazifelerden daha mühim ve yüce bir vazife olamaz. Arkadaşlarım muharebe cephelerinde, ateş hatlarında bulunurken ben, Sofya’da ataşemiliterlik yapamam! Eğer, birinci sınıf subay olmak liyakatinden mahrumsam, kanaatiniz bu ise, lütfen açık söyleyiniz” der. Aralık 1914’te yazılan bu mektuptan sonra Kurmay Yarbay Mustafa Kemal, Harbiye Nezaretinin 18 Ocak 1915 tarihli teklifi ve 20 Ocak 1915 tarihli onayıyla Sofya Askerî Ataşeliğinden, 3. Kolorduya bağlı teşkil edilecek olan 19. Tümen Komutanlığına ataması yapılır.

İşin askeri ve diplomatik tarafı böyle... Gelelim aşka...

 

Mustafa Kemal, bir gün Sofya’da gittiği bir gazinoda Eski Bulgar Savunma Bakanı General Stilyan Kovaçev’in ikinci kızı Dimitrina Kovaçeva ile karşılaşır. Bu sırada İsviçre’de müzik ve edebiyat eğitimi alan Dimitrina, Bulgaristan’a yeni dönmüştür. Kısaca Miti olarak anılan Dimitrina, çok da güzel bir kızdır. Tanıştıklarında aralarında bir beğeni oluşur. Miti, sık sık yardım konserlerinde ya da dost buluşmalarında piyano çalar. Tanıştıklarında Mustafa Kemal’i de çalacağı bir yere davet eder, o da gider ve büyülenir.

 

Çünkü Mustafa Kemal, aynı zamanda bir müzik aşığıdır. Sofya’daki günlerinde opera seyirleri onun Türkiye’de bu alanda yapacağı teşviklerinin esin kaynağı olacaktır. Operaları izledikçe “Adamların Balkan Savaşı’nı niye kazandığını anladım” dediği de söylenir. Ülkemizde klasik müziğin, operanın, tiyatronun gelişimi için atılımlar yapacaktır. Örneğin; ilk Türk operası Özsoy’u İran şahının ziyareti için önemli Türk besteci Adnan Saygun’a sipariş verecek, sözlerini de kendi yazacaktır… Miti’yi dinlemek için sık sık onun konserlerine katılır. Aralarında güzel bir arkadaşlık başlar.

Tarih: 24 Mayıs 1914

Yer: Sofya Askeri Kulüp

 

Askeri Kulüp’te kostümlü bir balo düzenlenir. Çar Ferdinand da bu balodadır. Çeşitli kostümlerle kalabalık eğlenirken içeri biri girer ve tüm salon birden susar: Daha önce kimsenin görmediği tarzda bir kostümle genç bir adam kapıda dimdik durmaktadır. Kimi onu tanır, kimi kim olduğunu sorar. Mustafa Kemal de, yeniçeri kostümüyle herkesin onu izlemesini seyreder. Giydiği bu kostümü İstanbul’daki bir müzeden bir arkadaşı vasıtasıyla getirtmiştir. İstediği etkiyi bırakır ve o gece en iyi kostümü giyen erkek olarak seçilir.

 

Salonun bir başka yerinde bir çift göz herkesten başka bir beğeniyle onu izlemektedir. Bu Miti’den başkası değildir. Miti de kostümüyle göz kamaştırıyordur. Onu dansa kaldıranların ardı arkası kesilmez. Mustafa Kemal gözleriyle onu arar. Miti de o gece en güzel kostümü giyen kadın seçilir. Mustafa Kemal Miti’ye ulaşır ve onu dansa kaldırır. İkisinin dansını bütün salon pür dikkat izler, aralarındaki uyum ve elektrik o kadar aşikar ve büyüleyicidir ki herkes hayranlıkla onlara bakmaktadır. Adeta zaman durmuş, yalnızca Mustafa ve Miti vardır… (Bu balonun yapıldığı Askeri Kulüp hâlâ duruyor ve özel izinle bu kulübe girebildim. Onun dans ettiği salonda olmak beni çok duygulandırdı, en ortada dans ettiğini düşünerek salonun en ortasında durdum ve gözlerimi kapatarak kendimi o baloda hayal ettim. Mustafa Kemal ve Miti önümde dans ediyordu, Johann Strauss’un Mavi Tuna’sı arkada çalıyordu. Çünkü onlar bu parça ile vals yapmışlardı…)

 

Size bu aşk öyküsü hakkında bilgi edinmemi sağlayan bir kitaptan bahsetmeden geçmek istemem. Bulgar yazar Liliana Serafimova, “Mustafa Kemal ve Miti Kovaçeva: Umutsuz Bir Aşkın Öyküsü” adıyla dilimize çevrilen harika bir roman yazmış. 1999’da Doğan Kitap’tan yayınlanmış, yayınevindeki editörüm Aslı Güneş’in yardımıyla tek kopyasını buldum ve bir çırpıda okudum, dili muazzam, bence yeniden basılmalı. Yazarın Atatürk’ü bu kadar iyi özümsemesine hayranlık duydum. Serafimova, Miti’nin kızıyla görüşmüş ancak kitap kurgu, bazı bilgilerden emin olmam çok zor. O nedenle araştırmalarımla tutarlı bulduğum bazı hususları aktarmakla yetineceğim.

Hem kitapta hem pek çok yerde Mustafa Kemal’in Dimitrina’yı babasından istediği ancak generalin “kızının başka bir dinin mensubuyla evlenemeyeceği ve de ömrünün savaşlarda geçeceği belli birine kızını vererek onu üzmeyeceğini” söylediğinden bahsediliyor. Hem Miti hem Kemal bu karara çok üzülüyor. Kitaba göre Miti babasının sözünden çıkmayacak kadar ona saygılı, Kemal de aynı ölçüde centilmen ve onurlu... Kemal, bir süre geçtikten sonra Miti’yle bir kez daha buluşmak istiyor ve Miti’ye babasıyla tekrar görüşmek istediğini söylüyor. Ne yazık ki generalin cevabı yine aynı oluyor… Hatta Miti apar topar bir mühendisle nişanlandırılıyor. Kemal de, Anadolu’ya dönme planları yapıyor. Kitaba göre Miti kendini öldüreceğini söyleyerek nişanın atılmasını sağlıyor ama bu onların birlikte olmasını yine sağlamıyor... Kemal, cepheye dönüyor, Gelibolu’daki başarısıyla adını herkes duyuyor. Ardından diğer başarılar geliyor ve Mustafa Kemal modern Türkiye’nin kurucusu olarak dünya tarihine adını yazdırıyor. Devrimler peş peşe geliyor. Bu devrimlerin en büyüğü 1926 yılındaki Medeni Kanun, bu kanunla kadın erkekle eşit vatandaş oluyor. Ardından hızla siyasi hakların tanınması geliyor. Türkiye’de kadınlar Fransa’dan 10, Belçika’dan 14, İsviçre’den 37 yıl önce haklarını kazanıyorlar. Bu rüzgarın etkisiyle 1935 yılında Uluslararası Kadınlar Kongresi Türk hükümetinin desteğiyle İstanbul’da düzenleniyor. Delegelerin çoğunun henüz seçme ve seçilme hakkı yok ve Türk kadınlarına hayranlıklarını iletiyorlar.

 

Sözün özü; Atatürk genç bir subayken de Sofya’da ataşeyken de Kurtuluş Savaşı’nda cephedeyken de, cumhurbaşkanımız olduğunda da kadına hep saygı duyan bir erkek olmuştur. Onu değerli kılan ve diğer liderlerden ayıran en önemli fark; onun bu konudaki içtenliğidir. Kadını asla vitrin olarak görmez. Beş manevi kızı olur, ikisi büyük başarılara imza atarlar; Sabiha Gökçen ve Afet İnan. Atatürk bir kez evlenir, Latife Hanım ile, ama bu evlilik yürümez. Latife Hanım çağdaş, eğitimli Türk kadınına ideal bir örnek ama aralarında fikir ayrılıkları yaşanır. Kadına bu kadar saygı duyan bir erkeğin özel hayatında sevgiyi bulamamış olması beni hep üzmüştür. Ancak büyük şahsiyetlerin kaderi yalnızlık sanırım. Biz mutlu olalım diye kendi hayatından vazgeçen bu özel adamın yanında onu yürekten seven bir kadın olsaydı belki daha uzun yaşardı diye düşünmeden edemem…

 

Cumhuriyet’in açtığı özgürlük kapısından Türk kadınları cesaretle ilerliyorlar. Bir Türk kadını olarak 100 yıl sonra Avrupa’da bir üniversitede konuşma yapabilmem Atatürk sayesinde. O’nun sokaklarında yürüdüğü, dertlendiği, içkisini yudumladığı, opera izlediği, aşık olduğu bu şehirde onun varlığını hissettim. Atatürk’ümüzü bu kadar seven bir şehirden şükran ve gururla ayrıldım…

 

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Özdemir Arşivi