Gönç Selen
Saçmalama Özgürlüğü
Dört yaşındaki çocuğuna cevap üretemediği için, kendi karizması çizilmesin diye baskı kuran ve “saçmalama” diyen insanların ülkesinde bilim, felsefe, sanat nasıl yeşerecek? Dünyaya yön veren insanlarımızın sayısı nasıl artacak? Belki de Psikolojik Güvenlik saçmalama özgürlüğüdür.
Bu yazı geçen haftaki Psikolojik Güvenlik başlıklı yazının devamı. Yazının bütününden ayrı olarak gördüğünüz spot cümle de geçen haftaki yazının son cümlesi. İşte tam da bu noktadan devam etmek istiyorum konuya.
Başlıkta kullandığım ‘Saçmalama Özgürlüğü’ benim oldukça önemsediğim bir terim. Çünkü bu özgürlük; bulunduğunuz ortamda yeni fikirlerin hayata geçmesini sağlayan ve daha iyi bir yaşamı mümkün kılan ‘Psikolojik Güvenlik’in olduğuna dair önemli bir gösterge. Şimdi diyebilirsiniz ki ‘saçmalamak’ neden bu kadar önemli bir kavramın varlığı için gerekli olsun? Saçmalık saçmadır ve pratikte hiçbir işe yaramaz. Hatta saçmalık dediğin yeni fikirlerin doğması ve daha iyi bir hayat için gerekli olmak bir yana, tam tersine engeldir. Böyle düşünüyorsanız, haksız olduğunuzu söyleyemem ama konuya başka bir yönden bakmanızı önerebilirim. Çünkü her saçmalığı aynı kategoride değerlendiremeyiz.
SAÇMALAMAK VAR, SAÇMALAMAK VAR…
Her şeyden önce hemen her yazıda yaptığımız gibi isterseniz önce elimizdeki temel kavramı tanımlayalım. TDK bizim konu ettiğimiz ‘saçma’ sözcüğünü mecaz anlamda kullanılan bir sıfat olarak şöyle tanımlıyor: ‘Akla ve mantığa uymayan, gereksiz, düşünülmeden söylenen (düşünce, davranış, söz); saçma sapan, abuk, abuk sabuk, abuk subuk, abidik gubidik, pestenkerani, vahi, absürt.’
Bu tanımla birebir uyuşan, yani akla, mantığa ve gerçeğe uymayan, abuk sabuk, abidik gubidik şeyler var elbette. Ama ben tabii ki onlara tanınması gereken bir özgürlükten bahsetmiyorum. Mesela şimdi ben, önümüzde duran küre şeklinde bir nesneye, örneğin bir futbol topuna bakıp “ne küresi canım, bu top bildiğin küp şeklinde” dersem, siz de bana “bildiğin saçmalıyorsun” dersiniz ve haklı olursunuz. Benim, gözümüzün önündeki o topun küp şeklinde olduğunu kanıtlamam gerekir, ama bu mümkün değildir. Aklı başında her insan (tabii top, küre ve küp tanımlarını bilmesi koşuluyla) benim saçmaladığımı söyleyecektir. Bugün artık gözlemlerle kanıtlandığı, fotoğraflandığı ve hepimizin gözünün önüne serildiği üzere Dünya da (mükemmel olmasa da) küre şeklindedir. Bu ampirik (gözleme dayalı) bilgiye rağmen hâlâ ‘düz dünyacılar’ var ya… İşte onların abidik gubidik sözlerine tanınması gereken bir özgürlükten bahsetmiyorum.
İyi ama bundan yaklaşık 2.600 sene önce felsefe tarihinin ilk filozofu diyebileceğimiz genellikle matematikçi olarak tanınan Thales diye bir adam vardı ve aynı şeyi söylüyordu. Ne yani? Koskoca Thales de mi saçmalıyordu? Evet saçmalıyordu ama abidik gubidik konuşmuyordu. Çünkü bugün “Dünya düzdür” diyenlerden çok önemli bir farkı vardı. Thales yaşadığı dönemin kısıtlı gözlem olanaklarıyla çeşitli veriler elde etti. Sonra o veriler üzerine akıl yürüttü ve ortaya “Dünya düzdür” diye bir hipotez attı. İşte bu ‘saçma’ hipotez bugün “Dünya küre şeklindedir” diye ifade ettiğimiz bilimsel bilgiye ulaşabilmemiz için bize çok önemli bir yol açtı. Thales’in Dünya’nın şeklini kendine dert edinmesi ve bu konuda sorgulamalar yapması işte bu açıdan değerli bir ‘saçmalık’tır. Peki bugünün gözleme dayalı, kesin bilgilerine rağmen hâlâ “Dünya düzdür” diye ısrar etmenin bir anlamı ya da değeri kalmış mıdır? Bakın aynı saçma önerme 2.600 sene önce ilerlemenin yolunu açarken, bugün gerileme bile sayılamayacak bir zırvalıktır, ciddiye alınması da mümkün değildir.
BAZI SAÇMALIKLAR FAYDALIDIR
27 Ağustos 2023 tarihli Pencere Pazar’da Saçmala Saçmalayabildiğin Kadar başlıklı bir yazı yazmıştım. O yazının ‘Faydalı saçmalıklar da var’ bölümünde, tıpkı Thales’in insanlığın bilgi dünyasına faydalı olan saçmalığı gibi Elealı Zenon’un ‘Dikotomi Paradoksu’ndan (Ok Paradoksu diye de anılır) bahsetmiştim. O da bir saçmalıktı. Uzun uzun yeniden bahsetmeyeceğim bu paradokstan, ama basitleştirerek söyleyecek olursak Zenon özetle şunu söylüyordu.. Bir yaydan atılmış bir ok düşünün. Bu ok hedefine ulaşabilmek için önce yolun yarısını gitmek zorundandır. Yani hedef 100 metre ötedeyse ok öncelikle bu mesafenin yarısı olan 50 metreyi katetmelidir. Sonra kalan 50 metrenin yarısı olan 25 metreyi, sonra onun da yarısı olan 12,5 metreyi… Bu böyle sürer gider. Katedecek yarı yollar sonsuza kadar devam edeceği için de ok hiçbir zaman hedefe varmayacaktır. Thales’inkinden de büyük bir saçmalık. Çünkü her ne kadar mantıklı olsa da o gün yapılabilen gözlemle bile uyumsuz. Çünkü o ok öyle ya da böyle hedefe ulaşacaktır. Hedefi ıskalasa bile 100 metrelik yolculuğunu tamamlayacaktır. Bunu bilmek için öyle alet edevatla ölçüm yapmaya, deney yapmaya da gerek yok. Çıplak gözle de görüyoruz ki ok, yeterli kuvvet uygulanarak fırlatıldığı her seferinde 100 metrelik mesafeyi kateder. Gözlem bunu söylüyor ve Zenon da aslında farklı bir şey gözlemiyor. Yine de Zenon’un bu söylediğini yabana atamayız. Gözlemle uyuşmasa da mantıkla uyuşuyor. Peki bu saçmalığın bize bir faydası oldu mu? Olmaz mı?.. Bilim insanları neredeyse 2.400 yıl saçma olduğunu bile bile bu problemi çözmeye uğraştılar. Bu çalışmaların ve sorgulamaların sonucunda da matematik disiplini limit ve integral kavramlarına ulaştı. Fizik bilimi, hareketin olmadığını kanıtlamaya çalışan Zenon’a karşı hareketin varlığına dair kanıtlar üretebildi. Koskoca bir saçmalık, koskoca bilimsel bilgilerin yolunu açtı.
BAZI SAÇMALIKLAR DEĞERLİDİR
Bilim tarihi bu tür saçmalıklarla doludur. Daha doğrusu ilk ortaya atıldığında ‘saçma’ diye nitelendirilen fikirlerle. Bilim tarihinin gelmiş geçmiş en çok tanınan fizikçilerinden Albert Einstein’ın fikirleri de ‘saçma’ yaftasına maruz kaldı.
Einstein İzafiyet Teorisini (Görelilik Kuramı) ‘Annalen der Physik’ dergisinde yayımladığında henüz 26 yaşında bir fizikçiydi. Bu gencecik adam, ortaya attığı yepyeni parlak bir fikirle, o güne kadar sahip olduğumuz fizik yasalarına meydan okudu. Fizik biliminin o günkü ilahı olan Isaac Newton’a kafa tuttu ve tabii ki o günün en itibarlı fizik profesörleri tarafından ‘saçmalamak’la suçlandı. Ama biliyoruz ki Einstein’ın yeni ve bilim dünyası açısından marjinal olan bu hipotezi, Newton’un hiç göremediği, bu yüzden de hesaba katamadığı bir gerçeği ortaya çıkardı ve dünya değişti.
Einstein’ın ortaya attığı Görelilik Kuramı aslında akla mantığa uygundu. Kanıtları ortaya çıktığında, gerçeğe de uygun olduğu anlaşıldı. Bugün bu fikre karşı çıkan bir fizikçi bulabilir misiniz? Pek sanmıyorum. En azından Einstein kadar cesur, onun kadar gerçeği keşfetmeye âşık biri çıkıp, yeni bir marjinal fikirle onun teorisini çürüterek yerine yeni bir bilgi koyana kadar pek mümkün değil.
SAÇMALIK VE PSİKOLOJİK GÜVENLİK
Geçen haftaki yazımda Psikolojik Güvenlik kavramını tanımlayan Amy Edmondson’dan bahsetmiştim. Bu kavramı kısaca şöyle tanımlıyordu: “İnsanların fikirlerini, sorularını, eleştirilerini, endişelerini korkusuzca dile getirebildikleri; hata yaptıkları için cezalandırılmadıkları, tam tersine hatalarından öğrenebildikleri bir ortamın varlığı.” Yani bir anlamda saçmalayabildikleri, ama Einstein gibi, Thales gibi, Elealı Zenon gibi saçmalayabildikleri ve bu saçmalıkları dile getirebildikleri bir ortam. Bu anlamda saçmalamak, hata yapmak ama yaptığın hatadan da ders çıkartabilmek, yenilik üretmek hatta dünyayı değiştiren fikirleri bulabilmek için çok gerekli. İşte hata yapma cesaretini gösterebilen, başkaları hatta itibarlı meslektaşları tarafından ‘saçmalamak’la suçlanmayı göze alabilen Einstein ve onun gibiler değiştirebiliyor dünyayı.
Gelin bir de Einstein’a ‘saçmalama’ hakkı, başka bir deyişle Psikolojik Güvenlik alanını tanımak istemeyen bilim insanları tarafından bakalım meseleye. Einstein’ın İzafiyet Teorisi’nin ortaya atıldığı makalesinin yayım tarihi 1905… O tarihte fizikteki hareket kavramına dair geçerli olan bilimsel bilgi Newton’un ‘hareket yasaları’. Onlar da gözlemle, akılla ve mantıkla üretilmiş. Dönemin bilim insanları da Newton’un bu yasalarından kocaman bir duvar örmüşler etraflarına. Ama henüz 26 yaşında bir çömez, kalkmış karşı geliyor koskoca Newton’un ortaya koyduğu yasalara. Şimdi bu olacak şey mi? Bir kere bilimsel bilgiye aykırı. Einstein’ın bu uçuk ve kanıtlanmamış fikri karşısında, dönemin bilim insanlarını elinde tuğla gibi sağlam deneysel kanıtlar var. E şimdi Einstein’a karşı çıkmasın da ne yapsın bu insanlar?
İşte bazen mantığa ve o mantıkla ortaya konmuş fikirlere o kadar sıkı sıkıya bağlı kalıyoruz ki, bu bilgiler ‘dogma’ya dönüşüyor. Evet… Dogma sadece inanç alanına ait bir kavram değil. Bilgi de bizi dogmatik yapabilir. Yani dogma sadece dinde değil, bilimde bile olabilir. İşte mevcut bilgilerinize bu kadar sıkı bağlı kaldığınızda, onlar yavaş yavaş inanca dönüşüp katılaşabiliyor. O kadar katılaşıyor ki, bilgileri gözlerini başka yöne çevirmenize engel olan bir zincire, sizi de Platon’un mağarasında bu zincirle bağlanmış bir esire dönüştürebiliyor. Sonra o katılaşmış ve inanca dönüşmüş bilgiler kulağınıza sürekli şunu fısıldamaya başlıyor: “Başka bir dünya mümkün değil.” Oysa biliyoruz ki gayet mümkün. Bunun en büyük kanıtı da dünyayı değiştiren fikirleri ortaya atan bilim insanları, filozoflar, sanatçılar… Yani inatla yeni fikirler peşinde koşan insanlar.
İCAT ÇIKARMA ŞİMDİ BAŞIMIZA…
Einstein’ın yenilikçi fikirlerine karşı çıkanların çoğu kötü niyetli değillerdi. Çoğu diyorum, çünkü onun fikrinin doğru olma ihtimalini görmesine rağmen “tüh ya… Keşke bunu ben düşünseydim” kıskançlığıyla hareket etmiş ve onun önünü kesmek istemiş olanlar da vardır içlerinde. Ancak diğerleri kötü değil tam tersine iyi niyetliydiler. Bu çömezin bilimsel bilgiye zarar vermesinden korkuyor ve onlara sorarsanız bilimi koruyorlardı.
İşte gündelik hayatta toplum da böyle hareket eder. Toplumun çizdiği bir çerçeve ve bu çerçeve içinde yer alan doğrular vardır. Bu doğrular o kadar kalıplaşır ve katılaşır ki artık genel geçer normlara dönüşür. Siz bu çerçevenin yani normların dışında bir şey söylediğinizde anormal olursunuz. Çerçevenin dışında kalan ‘marj’a denk geldiğiniz için marjinal olursunuz. Aykırısınızdır yani. Bilinen ezberi bozmaya uğraşıyorsunuzdur. Ama bu sizin bu tutumunuz toplum tarafından hoş karşılanmaz. Çünkü bilge atalar “icat çıkarma” diyerek çizmiştir o çerçeveyi ve bir bildikleri vardır elbet.
Anne babaların çoğu, çocuklarını eğitirken o çerçevenin içerisine girmeleri için ellerinden geleni yaparlar. Çünkü çocuklarının aykırı, toplum tarafından dışlanan, anormal olarak nitelendirilen bir insan olmasını istemezler. Yani kötü niyetli olduklarından değil, çocuklarını korumak için yaparlar bunu. Bu yüzden ‘aykırı’ fikirler söyleyen her çocuk en az bir kez “sen mi değiştireceksin düzeni, sen mi kurtaracaksın dünyayı” sözünü duymuştur. Cevap olarak “Einstein değiştirmiş ama…” dediğinizde de “sen Einstein mısın?” diyerek set çekerler önüne. Farkında olmadan da olsa “sen onun gibi değilsin, olamazsın zaten olmamalısın” diyorlardır.
Çocuklar henüz o toplumun çizdiği çerçeveye girmemiş, yani dogmaları olmayan, bu anlamda da kendilerini Psikolojik Güven alanında hisseden varlıklardır. Öyle sorular sorarlar ki, çerçeve merçeve tanımazlar. Ama bir yetişkin için çerçevenin dışı saçmalıklar dünyasıdır ve onun yok sayılmasına tahammül edilemez. Çocuk derhal o çerçevenin içerisine sokulmalıdır. Fakat nasıl sokacağını bilemediği için yapıştırır cevabı: “Saçmalama.”
Çocuk da koca bir “aferin” kapmak varken, isyankâr olup bedel ödemek istemez. Hâliyle de giriverir o çerçevenin içine ve bir daha o ‘saçma’ soruyu sormaz. Başka ‘saçma’ soruları da vardır… Ama onlara da aynı “saçmalama” cevabını ala ala sonunda kaybeder o şahane ‘saçmalama’ yeteneğini. Çünkü toplum ona “çerçevenin içinde rahat edersin, kimse sana ‘saçmalama’ demez” mesajı veriyordur. Daha acısını söyleyeyim mi? Psikolojik Güvenlik’in olmadığı bu alan saçmalamayı engellemesi bakımından toplum için ‘En Güvenli Alan’dır.
Bir toplum, çocuklarını “icat çıkarma, söz dinle, saçmalama” diye yetiştiriyorsa, o toplumun bilim, felsefe, sanat üretmesini bekleyemezsiniz. Ancak birkaç ‘çıkıntı’ inatla söz dinlemez, icat çıkarır ve toplumun deyişiyle saçmalar. Bir topluma yenikleri sunan, o toplumu değiştiren ve ilerleten de işte o birkaç ‘çıkıntı’ insandır. Bu yüzden, bırakın insanlar saçmalasınlar. Ama Thales gibi, Zenon gibi, Einstein gibi saçmalasınlar.