Psikolojik Güvenlik

Bugün pek çoğumuz için yeni bir kavramdan bahsetmek istiyorum. Psikolojik Güvenlik… Kavram bizim için yeni ama varlığı ya da yokluğu insanlık tarihini etkilemiş etkilemeye de devam eden bir içeriği var. Son zamanlarda iş dünyasında popüler olmaya başlayan bu Psikolojik Güvenlik terimini ilk duyduğumda kelime anlamından yola çıkarak önemli bir şey olduğunu sezmiştim. Ama olumsuz ön yargılarıma yenik düşerek “iş dünyası yine içi boş bir kavram yaratmış” dedim. Ne yalan söyleyeyim, ben sezgilerinden ziyade mantığıyla hareket eden bir insanım. Bu tercih her ne kadar eleştirdiğim bir durum olsa da benim de zaman zaman dogmatik olmama neden olabiliyor. Neyse ki aklı başında insanlar var yanı başımda. Kurumsal eğitim alanında iş arkadaşım ve ‘ustam’ olarak gördüğüm sevgili Serdar Salepçioğlu bu terimin kavramsal içeriğini anlattı ve uyandırdı beni dogmatik uykumdan.

Serdar, Türk iş dünyasında bu kavramın yaygınlaşmasını sağlayan önemli danışman ve eğitmenlerden biri. Psikolojik Güvenlik kavramının mucidi diyebileceğimiz Harvard Business School profesörü Amy Edmondson’dan bizzat el almış. Bu konuda eğitimler veriyor, makaleler yazıyor.(1)

HAYATIMIZI NASIL ETKİLİYOR?

Evet, Psikolojik Güvenlik iş hayatına dair bir terim. Ancak gündelik yaşantımıza hatta yazının en başında idda ettiğim gibi insanlık tarihine etki etmiş ve etki etmeye de devam eden bir durumu tanımlıyor. Ben de bu yazıda iş dünyasına olan yansımalarını değil de bizlerin hayatına olan etkisinden bahsetmek istiyorum. Tabii öncelikle bu kavramın çerçevesini çizmek, onu ortaya atanlar nasıl tanımlamışlar, ona bakmak lazım.

Psikolojik Güvenlik terimi aslında ilk olarak 1960’larda ortaya atılmış. Amy Edmondson ise 2018 yılında yayımladığı The Fearless Organization (Korkusuz Organizasyon) adlı kitabında yeniden tanımlamış bu kavramı. Edmondson Psikolojik Güvenlik’i Serdar’ın makalesinin başlığındaki gibi ‘verimlilik’ ve ‘yenilikçilik’in anahtarı olarak görüyor. Bunun nedeni de kavramın tanımında saklı. Edmondson’a göre Psikolojik Güvenlik insanların fikirlerini, sorularını, eleştirilerini, endişelerini korkusuzca dile getirebildikleri; hata yaptıkları için cezalandırılmadıkları, tam tersine hatalarından öğrenebildikleri bir ortamın varlığı olarak tanımlıyor. Tanımı okur okumaz sizde de gündelik hayatımıza ve yaşadığımız problemlerin kök nedenlerine dair fikirler oluşmaya başladı değil mi? İşte ben esas olarak bizi derinden etkileyen ve bir anlamda hayatımızı şekillendiren bu nedenlerle ilgileniyorum.

img-0102.jpeg

TARİHTE PSİKOLOJİK GÜVENLİK

Sevgili Serdar’la bu konuyu tartışırken ele aldığımız ve onun da yazısında altını önemle çizdiği bir mesele vardı. İnsanlığa faydalı olan, bilimsel, felsefi, teknolojik, sanatsal, kısacası kültürel gelişimlere katkı sağlayan, buluş yapan insanların yaşadıkları ortam. Biraz bilim tarihi, felsefe tarihi, buluşlar tarihi okuduğunuzda görüyorsunuz ki medeniyeti ilerletmek için fikir üreten insanların neredeyse tamamı problemler yaşamış, engellemelerle karşılaşmış, hatta bazıları idam edilmiş. Sokrates, Hypatia, Kopernik, Galilei ve daha bir çoğu, insanlık için yeni fikirler ürettikleri için insanlar tarafından zehirlenerek, asılarak ya da yakılarak katledildiler. Hepsinin ortak bir merakı, ortak bir amacı vardı. Evrene ya da insana dair gerçekleri ortaya çıkartmak, bu gerçeklerden yararlanarak da yeni kültürel araçlar üretebilmek. Onların ortak bir yönleri vardı. Hepsi de gerçekleri ortaya koyarak kitlelerin inancından kaynalanan dogmalarını yıkıyorlardı. Ama inanç bu yıkıma izin veremezdi… Çağlar boyu süren savaşların insanlık için yıkıcı hem de yapıcı olanları işte bunlardı. İnançların hâkim olduğu dünyada sorgulamaların ve fikirlerin gösterdiği direnç. Yenilik üreticileri belki bedenlerini kaybettiler bu savaşlarda. Ama fikirleri yaşadı ve yaşattı.

İşte ben Psikolojik Güvenlik kavramına daha geniş bir pencereden, bu yönden bakmayı öneriyorum. Amy Edmondson nasıl tanımlıyordu bu kavramı? “İnsanların fikirlerini, sorularını, eleştirilerini, endişelerini korkusuzca dile getirebildikleri ortamın varlığı”. İşte o dönemde dini dogmalar yenilikleri keşfedenlere, bir anlamda gerçeği ortaya çıkaranlara fikirlerini söyleme, sorgulama yapma özgürlüğü tanınmıyordu. Kısacası insanlık için Psikolojik Güvenlik ortamı yoktu. İnsanlık için bilinmezi bilinir kılma yolunda bilinmezliğin kendisinden daha büyük bir zorluk vardı. İnsanların kendisi.

img-0104-001.jpeg

TÜRKİYE’DE DURUM NE?

Tarih tüm bunları gözümüzün önüne seriyor ve geriye baktığımızda bu gerçekleri çok net görebiliyoruz. Peki bugün durum ne? Tarihteki hatalarımızdan ders çıkartabiliyor muyuz? Yenilikçilere, ilerlemecilere bugün nasıl bir ortam sağlıyoruz? Aslında eskisinden çok da farklı değil. Belki kendilerini değil ama fikirlerini öldürmeye bayılıyoruz.

Önce kendimizden, yani Türkiye’den örneklere bakalım. Biz Türkler bilim alanında, düşünsel alanda, sanatsal alanda insanlığa değer katacak fikirler üretebiliyor, yeniliklere imza atabiliyor muyuz? Pek çoğunuz buna hayır diye cevap verecek. Ama bu cevap doğru değil. Tabii ki yapabiliyoruz. Nobel ödüllü Aziz Sancar’ı düşünün. Hasara uğrayan DNA’ların hücreler tarafından onarılmasıyla ilgili çalışmasıyla Dünya’nın en prestijli bilim ödülü olan Nobel’i almadı mı? Aynı ödülü edebiyat dalında Orhan Pamuk almadı mı? Yaşar Kemal, Nazım Hikmet ve daha bir çok edebiyatçımızın eserleri dünyanın onlarca diline çevrilip yayımlanmadı mı? Mete Atatüre kuantum fiziği alanında yaptığı çalışmalarla Thomas Young madalyasını almadı mı? Astrofizikçi Feryal Özel kara delikler alanında yaptığı çalışmalarla “Büyük Fikirler” listesine girmedi mi? Özlem Türeci ve Uğur Şahin korona virüsünü yok eden aşıyı bulmadı mı? Cahit Arf kendi ismiyle anılan ‘Arf Değişmezi’ ve ‘Arf Halkaları’ kavramlarını matematik literatürüne kazandırmadı mı? ‘Hasse-Arf Teoremi’ni matematiğe kazandıran kimdi? Hulusi Behçet keşfettiği hastalıkla tıp literatürüne ‘Behçet Hastalığı’ diye bir kavramı kazandırmadı mı?

Bunların hepsi oldu. Belli ki Türk insanı buluş da yapabiliyor, bilime katkı da sağlayabiliyor, uluslararası sanatsal başarılara da imza atabiliyor. Peki bunu hangi şartlarda yapıyorlar? Önce edebiyatçılarımıza bakalım. Nazım Hikmet. Fikirleri ve yazdıkları yüzünden onun kadar çile çekmiş kaç şair vardır şu dünyada? Adamı türk vatandaşlığından bile çıkardık. Yaşar Kemal, zindanlarda az mı yattı? Orhan Pamuk’u Nobel almış olsa bile aşağılayan hatta linç eden ne kadar insan var bu memlekette?

Gelelim yukarıda ismini saydığımız bilim insanlarına… Cahit Arf hariç hepsinin ortak bir özelliği var. Hepsi Türk ama hiçbiri Türkiye’de yaşamıyor. Yaptıkları buluşları, geliştirdikleri bilimsel fikirleri Türkiye’de yapamıyor. Kendisi de Nazi baskısından nasibini alıp sürgün hayatı yaşamak zorunda kalmış olan ünlü nöropatolog Philipp Schwartz Hulusi Behçet için şunu söylemiş. “Behçet dünya çapında ünlü bir bilim insanı ama Türkiye'de değil, o her zaman yurt dışında buluşlarını tanıtıyor; bunun için onu Türkiye'de bulamıyorsunuz.” Sizce Hulusi Behçet’in ve diğer bilim insanlarının Türkiye’de olmamalarının sebebi nedir? Ben söyleyeyim. Çok açıktır ki bunun nedeni Türkiye’de bu tür işleri yapmak için yeterli Psikolojik Güvenlik ortamının olmaması. Sadece bugün değil, bu ortamın bu ülkede neredeyse hiç kurulamamış olması. Bugün doktorlarımız için giderlerse gitsinler diyenler buzdağının sadece görünen yüzü. Zamanında bilim insanlarını idam edenlerin güncel versiyonu. İdam etmiyor ama onların çalışıp bilim üretebilecekleri ortamı da sağlamıyor. Hatta bu ortamı sağlamak bir yana, böyle bir ortamı istemiyor.

PEKİ BİZ NE YAPIYORUZ?

Biz de pek farklı değiliz aslında. Neden derseniz öyle bir kültür oluşturmamışız. Bilim, felsefe, sanat yapmaya uygun. Bir Psikolojik Güvenlik ortamımız hiç olmamış. Yapanlar da ya bu ortamın kısmen de olsa sağlandığı başka ülkelere göç etmiş ve ediyor ya da ilk ve orta çağlarda olduğu gibi, Sokrates, Hypatia, Kopernik, Galileo gibi işini binbir mücadeleyle yapmaya çalışıyor. Daha önce de söylediğim gibi, belki bedenlerini öldürmüyoruz ama fikirlerini öldürmek için elimizden geleni ardımıza koymuyoruz.

Celal Şengör, Türkiye’de yaşayan, Türkiye’de bilim yapmaya çalışan, uluslararası prestije sahip çok önemli bir bilim insanımız. Tıpkı İlber Ortaylı gibi. Ama onlara sinir olan, sırf siyasi görüşlerinden ötürü sevmediği için bilimsel kimliğine de saldırmaya çalışan o kadar çok insan var ki. Onların sahip olması gereken Psikolojik Güvenlik ortamını kendi ellerimizle yok ediyoruz. Çünkü biz “icat çıkarma” diyen bir kültürün ürünüyüz ve icat çıkaranlara gıcık oluyoruz. Büyüklerimizin “sen mi kurtaracaksın memleketi” sözleriyle büyüdüğümüz için fikirlerimizi söylemekten çekinen bir yetişkinleriz. Çocukların en saf ve bana sorarsanız en derin sorularına verecek cevap bulamayınca “saçmalama” diye onları susturan insanlarız.

4 yaşındaki çocuğuna cevap üremediği için, kendi karizması çizilmesin diye baskı kuran ve “saçmalama” diyen insanların ülkesinde bilim, felsefe, sanat nasıl yeşerecek? Dünyaya yön veren insanlarımızın sayısı nasıl artacak? Belki de Psikolojik Güvenlik saçmalama özgürlüğüdür. Ne dersiniz? Haftaya da aynı konuyu bu “saçmalama” üzerinden tartışalım mı?


(1) Salepçioğlu Serdar, Verimliliğin ve İnovasyonun Anahtarı: Psikolojik Güvenlik, Harvard Business Review Türkiye https://hbrturkiye.com/blog/verimliligin-ve-inovasyonun-anahtari-psikolojik-guvenlik

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi