Mine Uzun
Paranın yolculuğu
Hani derler ya bin yıllık mevzu diye, bugün ben size on binlerce yıllık bir mevzuyu anlatacağım. Küçükken de gençliğim boyunca da hatta hala sahne sanatlarına ilgi duyduğumdan olsa gerek size anlatacaklarımı şöyle bir kafamda toparlayayım dediğim andan beri kafamın içi film stüdyosu gibi. Dekorlar değişiyor, kostümler farklılaşıyor, repliklerde oynamalar oluyor ama “devam filmi” gibi anlatacaklarımda bir tek başrol oyuncusu değişmiyor.
O bir bakıyorsunuz su gibi, bir bakıyorsunuz en sert kayalardan biri. Bir bakıyorsunuz narin mi narin dokunmaya gelmiyor, bir bakıyorsunuz en gaddar cellattan beter peygamberlerin bile canına kast ettiriyor. Kim mi bu başrolümüz… Para elbette. Çeşitli kültürlerde farklı farklı anlamlar yüklenmiş eril ve dişil ayrımı kullanan dillerde bazen kılıç kuşanmış erkek olmuş, bazen kucak açmış sarmış sarmalamış anaç olmuş.
Hadi ilk film platomuza beraber bir uğrayalım. İlk insanlar var yeryüzünde. Evet, tam da tahmin ettiğiniz gibi yeşili yeşil, mavisi mavi tertemiz henüz insanla kirlenmemiş bir dünyadayız. Ama o yaşama güdüsü var ya bir şekilde hayatta kalmak için atalarımız önce tahılı evcilleştiriyor. Ardından hayvanı. On binlerce yıl sonra evcilleşemeyen tek canlı hala biziz sanırım.
Dünyanın ilk parası Sümerlerin arpası
Dağları oyup kendilerine barınacak alan yaratan atalarımız da acaba yuvaya çevirmeye çalışmış mıdır evciklerini? Ya da bir odacık bir odacık diye ne zaman evlerini büyütmek akıllarına geldi? “Ekonomi Biliminden” bihaberken nasıl ürettiler nasıl bölüştüler nasıl tükettiler acaba?
Erkek avladı, kadın hazırladı. Kadın avladı, erkek hazırladı. Avcı toplumdan ne zaman ki avcı toplayıcılığa geçti insanlık, işte galiba orada başladık bölüşememeye.
Evcilleştirebildiğin bitkiden yiyecek edin, yakalayabildiğin hayvandan beslen. İlk acımasızlıkları hayvanları yakalamak ve yemek için başka hayvanları evcilleştirmek miydi acaba?
Hayat böyle sürüp giderken atalarımız sadece değiş tokuşa başladılar. Şimdi üniversitelerin iktisat bölümlerinde “trampa ekonomisi” diye anlatılıyor.
Doyurulması gereken kişi sayısı arttıkça değiş tokuşun öyle bir öpücükle olamayacağı gerçeği ile tanıştı ataşlarımız. Ve tüm uygarlığın doğduğu bu topraklardan doğdu dünyanın ilk parası. Ver arpayı, al hizmeti. Evet, arpa ilk paramız olmuştu böylece.
Mezopotamya’nın verimli topraklarını ilk ehlileştiren Sümerlerin arpası dünyanın ilk parası oluverdi. O arpa sadece karın doyurmakla kalmadı. O sarı başak tarlaları kimilerinin maaşı, kimilerinin serveti oldu. Hal böyle olunca ihtiyaçtan fazlasını üretmeye başladı insanoğlu. Fazlasını saklamak gerekti. İlk bankaların mevduatları başaklardı belli ki.
Hayatta zor olan ne üretmek ne tüketmek. Zor olan hep bölüşmekti. İnsanlığın düzeni bence ilk burada bozuldu. Birileri fazla üretti, birileri fazla tüketti, birileri fazla biriktirdi, kıtlık oldu. Bakın karaborsanın tarihi araştırsak ilk insanların çağına gideriz eminim.
Sonra bana sorarsanız dünyanın en saçma ama bin yıllarca en güveniler “şeyi” bulundu. İnsanoğlu yiyemeyeceği sarı ve tonlarıyla göz alıcı bir şeylere bağladı tüm hayatını. Evet değerli metallerden bahsediyorum. Karın doyurmuyordu. Bu yolculukta o parıl parıl halleriyle birer süs olarak kalsalardı sadece belki paranın yolculuğu oracıkta bitecekti. O günün kadınları, diğerlerinden farklı olmak için sadece yontup kırıp takıp takıştıracaklardı. Ya da belki de sadece tarladan ekin almak için bıçkı olarak kullanılacak belki de sadece ihtiyaç kadar avlanılan hayvanların bölüştürülmesinde kullanılacaktı. Ama öyle olmadı. Bir bıçaktan daha keskin bir silaha dönüştü yıllar içinde çil çil oldu, atalarımızın keselerini doldurdu. Biliyor musunuz taaa o zamanlardan günümüze dek ulaşan aslında günlük hayatımızda sıkça kullandığımız ve atalarımızın kulaklarını çınlattığımızı bilmediğimiz beylik laflarımız bile var.
Artık dünya bambaşkaydı. . İşte o günden sonra insanlık sahtekarlık ile tanıştı. İnsanoğlunun cebine ilk giren para görece birbiri ile aynı boyutta, ağırlıkta çakılımsılar oldu. Kimi kolay şekil alıyordu bakırdan yapıldı. Kimi zor dağılıyordu altın kaldı. Gümüş eğildi büküldü yıllarca kıtalar arasında dolaştı. Ticaret kavramı da artık doğmuştu böylece.
Para peşin, kırmızı meşin
Sahtekarlık demişken bu madeni paraların çeperleri mesela tırtıklıdır. Hiç düşündünüz mü neden? Kolayca yontulup sağından solundan altın tozu, gümüş tozu aşırılıyor diye taklit edilemez olsun “tırtıklanırsa” anlaşılsın diye. Hem de hiç aklınıza gelmeyecek birinin önerisiyle. Isaac Newton’un. O yer çekimini bulmamış mıydı dediğinizi duyar gibiyim. Ama Isaac Newton 1730’ların başında İngiliz Kraliyet Darphanesi’nin bir memuru iken bu öneriyi sunmuştu. Bakın aradan geçmiş neredeyse 300 yıl, hala ufak tefek aşırmaya “ucundan tırtıklamak” diyoruz.
Hadi yeri geldi bir tane daha deyim var bu madeni paralardan dilimize pelesenk, onu da paylaşayım. Çarşıya pazara giderken, bozukluklarını o günün bozuk para cüzdanları “meşin” lerde saklarmış insanlar. Herkeste çil çil altın olacak değil ya özellikle yoksul kesimin daha kolay üretilen ve ucuza mal olan, haliyle değeri de düşük olan bakır paracıklarını koydukları meşinler, bakır paraların oksitlenmesiyle zaman içinde kırmızı bir renk alıyormuş. Esnafın da peşin satmak istediği mal için işte o meşinin içindekini istemesine yüzyıllardır “para peşin, kırmızı meşin” deniyor.
Para maymunları da bozdu!
Bu arada paranın sadece kendini bozup bozmadığını merak eden bilim adamları başka canlılar üzerinde de deneyler yapmaya başladı.
Ekonomist Keith Chen ve Prikolog Laurie Santos maymunlar üzerinde bir deney gerçekleştirdiler, aylarca para kullanmayı öğrettikleri maymunların bu paraları nasıl kullanacağını gözlemlediler. Sonuç enteresandı. Bir para karşılığında bir yiyecek alan maymunlar, farklı yiyecekler için farklı miktarda para ödemeleri gerektiğini öğrenmişlerdi ve canları hangi yiyeceği istiyorsa onun gereği kadar biriktirmeyi başardılar. Ama sonra bir şey oldu. “Para maymunları bozdu.” Parayı harcama, tasarruf, kumar, hatta seks için kullandılar. Maymunlar para dağıtımları sırasında kargaşa çıkartmayı ve güçsüz olan maymunları darp etmeyi de hızlıca öğrenmişti.
Tarih sahnesine çıkma sırası Çinlilere gelmişti. Bu taşları, çakılları taşımak, oradan oraya götürmek hiç de kolay değildi. Çinliler “Kâğıt Parayı” buldu.(MS.800) İtalyanlar ise beş yüz yıl sonra bankayı kurdu.
Çinlilerin, ülkelerinden çıkıp ticaret yapmaya başlaması ile kâğıt paralarla tanıştık. Sonra zamanında çok ilkel de olsa uygulanan sistemler gelişti, değişti. Bugünkü anlamda bankacılığa dönüştü. Atalarımızın önce sadece midelerinde, sonra mağaralarında, ardından tapınaklarda sakladığı paralar, soyluların, kralların hazinelerinde, krallıkların yıkılması ve devletlerin kurulmasıyla da bankalarda depolanmaya böyle başladı. Ve bugünkü Merkez Bankaları doğdu.
Altına ne mi oldu? Gerçek manada tanıştığımız ilk paralar bulunan altınlar karşılığında basılıyordu. Şu meşhur altın standardını duymuşsunuzdur. İşte iki Cihan Harbi ile hırpalanan sistem artık altın standardını değil Amerikan standardını önemsiyor. Amerika ise hala altını. Gelişmiş ülkeler hala atalarımız gibi altının peşinde. O yüzden dağı taşı delip fütursuzca altın arıyor.