Ayşe Naz Hazal Sezen

Ayşe Naz Hazal Sezen

Metalaştırılmış Hayvan ve Empatinin Erozyonu II

Kapitalizmde hem insanlar hem de hayvanlar, verimliliği, üretkenliği ve kontrolü ön planda tutan sistemlere tabi tutulmaktadır. Bugün hayvanlar, kendilerine özgü değerleri olan bireysel varlıklar olarak değil, insanların kullanımı için optimize edilmesi gereken biyolojik kaynaklar olarak görülüyor. Zira, yorgunluk toplumunda performans öznesine dönüştürülerek, sürekli üretken ve verimli olmak zorunda hisseden kişiler, çoğu zaman kendilerini bireysellikten uzak, arzularından bihaber ve kendine yabancılaşmış hissedebiliyorlar. Karşılığında kendilerine yapılanın ve hissettiklerinin bir yansıması olarak hayvan bedenleri, üretkenliğini en üst düzeye çıkarmak için manipüle ediliyor. Eğer bu hayvanların üretkenliğini arttırmanın ve üretim hedeflerini karşılamanın kapitalist bir yolu yoksa ve artık fayda sağlamıyorsa imha edilmelerinde de bir sakınca bulunmuyor ve katledilmeleri meşrulaştırılıyor.

Yaşamın düzenlenmesi ve kontrol edilmesi isteği fiziksel ve ekonomik olmanın ötesinde psikolojik boyutlara da uzanıyor. Hayvanların metalaştırılması ve ekonomik nesnelere indirgenmesi insan düşüncesine ve davranışına nüfuz eden tahakküm ve sömürü zihniyetini güçlendiriyor. Sonunda yaşamın, insan manipülasyonu ve kontrolüne tabi bir dizi girdi ve çıktıya indirgenebileceği fikri sağlamlaşıyor.

img-8919.jpg

Benzersizliğin Kaybı

Walter Benjamin Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı makalesinde aura kaybı kavramıyla, bir sanat eserinin benzersiz varlığının ve özgünlüğünün yeniden üretim teknikleriyle ve mekanik çoğaltma yoluyla kaybolmasını vurgular. Sanat yapıtının aurası, sanatın modernlik koşullarında çoğaltılabilir hale gelmesiyle yegâneliğini, an ve mekânda buluşmasındaki benzersizliğini yitirir ve mekanikleşir. Benzersizlik ve özgünlük bir erozyona uğramaya başlar.

Hayvan yaşamının metalaştırılması benzer bir kayba örnek olabilir. Bir zamanlar içsel değeri ve bireyselliği olan varlıklar olarak gördüğümüz hayvanları bugün auralarından sıyırarak metalaşmış canlılar olarak görüyoruz. Hayvanlar kendi biricikliklerine sahip özneler değil, birbirinin yerine geçebilir üretim nesnelerine dönüşüyor. Çoğunlukla doğuştan gelen değerleri ve biricikliklerinden ziyade faydalarına göre önem veriliyor. Bu dönüşümün en belirgin olduğu endüstriyel tarım uygulamalarında hayvanların bireyselliği yerine ekonomik değerine odaklanıldığı aşikâr. Lakin benzer uygulamalara, şehir düzeninde hayatta kalmaya çalışan canlılar veya ilaç ve kozmetik ürünlerin deneyleri için kullanılan hayvanlar üzerinde de rastlanabiliyor.

Empatinin Erozyonu

Hayvanlar ve diğer canlıları metalaştırırken, onlara yönelik empatimiz de erozyona uğruyor. Hayvanların acılarına karşı duyarsızlaştıkça, aynı zamanda insan ilişkilerinde empati bağ kurma ve şefkat kapasitemizi de köreltiyoruz. Bu duyarsızlaşma aslında bugün kendimiz/insan olarak doğuştan gelen değerimizden ziyade genellikle üretkenliğimize, performansımıza ve ekonomik katkılarımıza göre değerlendirildiğimiz kapitalist sistemin; içsel değerlerimizin, ekonomik faydalarının gölgesinde kalmasıyla şekillenmekte olan yeni bir kültürün psikolojik yansıması olabilir.

Hayvanların metalaştırılmasıyla auralarının kaybolması, verimliliğe, üretkenliğe ve kazanca, şefkat ve empatiden daha fazla öncelik veren psikolojik ve davranışsal değişimlerin insan etkileşimlerdeki etkisini yansıtan bir ayna görevi görüyor. Zira hayvanlar birer meta haline getirildiğinde insanlarla hayvanlar arasındaki ahlaki ve duygusal mesafe artıyor. Bu mesafe, insanların diğer canlılara ve türdeşlerine karşı hissedebileceği doğal empatiyi erozyona uğratıyor ve neticesinde bireylerin birbirlerinden giderek daha fazla kopuklaştığı, yabancılaşma ve izolasyon duygularının yaygınlaştığı toplumları ve kültürleri oluşmaya başlıyor.

Psiko-etik bir bakış açısı

Hayvan yaşamının metalaşmasına değinmek, aynı zamanda kendi psikolojik kaçınmalarımızla da yüzleşmeyi gerektirdiğinden kişinin kendinden bile sakladığı karanlık taraflarına dönme cesaretiyle ilişkili olan, göz ardı edilebilecek ya da ışık tutmadan farkına varılamayacak kadar hassas bir konu olabilir.

Bugün, yerkürenin insan egemen olmadığını anlamamız, tabiatın iktidarı değil bir parçası olduğumuzu daha da geç olmadan idrak etmemiz, dünyamızı yok etmemek için bildiğimiz dünyayı yıkmamız için etik ve psikolojik çerçevelerimizde radikal bir dönüşüm yapmamız şart. Bu dönüşümün en değerli adımlardan birinin hayvan ve diğer canlı yaşamlarının metalaştırılmasına çözüm bulmak olacağı öngörülebilir. Zira kapitalist ideolojiye derinden yerleşmiş mevcut paradigma, tüm yaşamlara öncelikle fayda ve ekonomik değer merceğinden bakıyor. Bu indirgemeci bakış açısı, canlıların asli değerlerini yok sayıyor ve onları yalnızca sömürülecek kaynaklar olarak ele alıyor -insan dahil-. Bu bakış açısını değiştirebilmek için çevremizdeki dünyayı algılama ve onunla ilişki kurma şeklimizde esas bir değişim gerekiyor.

Empati ve Şefkat

Böyle bir değişim, empati ve şefkat kapasitemizin yeniden artmasıyla ve doğal dünyayla yeniden bağlantıya geçmekle mümkün olabilir. Tüm yaşamın birbirine bağlı olduğunu hatırlayarak ve insanların da doğayla harmoni içinde olması gereken hayvanlar olduğunu anımsayarak canlıların metalaşmasına neden olan psikolojik çatlaklarımızı şifalandırmaya başlayabiliriz. Hem insan hem de insan olmayan ötekileri yaşama katkılarına göre değil, doğuştan gelen kendi değerine göre önem vermeyi hatırladığımızda bakım vereninden koşulsuz sevgi alan çocuğun hissettiği gibi güven, empati ve şefkatle hepimizin yaraları da sarılmaya başlayacaktır.

Empatinin erozyonunu durdurmak tabiatla yeniden bağlantı kurmayı gerektirir. Modern kapitalist toplumlarda yaşayan bizler genellikle doğaya yabancılaşıyor ve doğal dünyanın ritminin gizlendiği kentsel ortamlarda yaşıyoruz. Bu yabancılaşma bizim canlılardan kopmamıza ve yaşamın metalaştırılmasının kolaylaşmasına katkıda bulunuyor. Doğayla yeniden bağlantı kurarak, bütünsel ve şefkatli bakış açısını benimseyerek kendimizi yeniden daha büyük bir ekosistemin parçası olarak görmeye başlayabilir, sorumluluk duygumuzu geliştirebilir ve tüm yaşam biçimlerine özen gösterebiliriz. Kendi refahımızın hayvanların ve çevrenin refahıyla iç içe olduğunu anlamalıyız; hatta hatırlamalıyız!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Naz Hazal Sezen Arşivi