Herostratus

Ama kurnaz Efesliler, “Bir tanrının, bir tanrıçanın tapınağını yaptırması yakışık almaz” diyerek İskender’i gücendirmeden bu teklifi geri çevirmeyi bilirler

"Artemis Tapınağını ben, kendi başıma yaktım. Bu zaferi başkalarıyla paylaşamazdım. Ben, korkunun bütün basamaklarını tek tek çıktım. Her aşamasını iliklerime kadar yaşadım ve bitti. Birincisi, yaptığım şeyi ilk düşündüğüm an duyduğum korkuydu ama şan ve şöhret kazanacağımı bildiğim için bu korku uçup gitti. İkincisi, beni tapınağın içinde yakaladı. Duvarlara zift sürüp çırayla tutuştururken. Bir kaç vuruş, o korkuyu da alıp götürdü. En berbatı üçüncüsüydü. Tapınak yanıyor, tavan çatırdıyor, sütunlar devriliyor, mermer parça parça oluyordu. İnsanlar çığlık çığlığa saçlarını yolarak benim yaktığım ateşi görmeye geliyorlardı. Bunu da çabuk atlattım. Yanan tapınağın yanında bir tümseğe çıktım. Ve haykırdım. Heeeey, beni dinleyin. Bu tapınağını ben yaktım. Ben, Herostratus. Beni duydular, birden sus pus oldular. Ortalıkta sadece yanan tapınaktan çıkan sesler vardı. Sonra, üstüme doğru gelmeye başladılar. O suratlar. Gözlerindeki alevleri gördüm. İşte o an dördüncü korkuyu duydum. Ölüm korkusu. En cılızı da buydu. Çünkü, ben ölüme inanmam."

Yukarıdaki savunma Herostratus adlı bir Efesliye ait. Tarih, M.Ö. 356 yılının sıcak bir Temmuz sabahı. Bir gece önce Efes’in mücevheri Artemis Tapınağı yanıp kül olmuş, kimse yangını söndürmeyi başaramamıştır. Herkes bunun öfkeli bir tanrının işi olduğundan emindir; öyle ya, hangi aklı başında insan kutsal Artemis’in tapınağını yakar? Gerçi Herostratus’un yangın sırasındaki çılgınca sözlerini işitenler olmuştur ama onlar da şarabı susuz içtiğine yormuş, ciddiye almamıştır.

resim1.jpg
Herostratus

[Eski Yunanlılar şarabı suyla karıştırarak içer; bir ölçü şaraba üç ölçü su koydukları için, suyu şarap katarak içerler demek daha doğru. Yunanlılara göre şarabı sek içmek barbarlara özgüdür ve kısa süren bir deliliğe yol açar (sarhoşluk).]

Mahkeme

Agora’da toplanmış kalabalık hararetle olayı tartışırken birden Herostratus çıkagelmiş ve tapınağı kendisinin kundakladığını söylemiştir. Önce onun hala sarhoş olduğunu, densiz bir şaka yaptığını düşünürler ama Herostratus’un gayet ciddi bir şekilde tapınağı kendisinin yaktığında ısrar etmesi üzerine hemen şüpheliyi zapt ederler. Birkaç saat içinde kentin ileri gelenlerinden oluşan bir yargıç heyeti toplanmıştır bile. İzlemek isteyenler o kadar çoktur ki duruşmanın Bouleuterion (Meclis Yeri) yerine agorada yapılmasına karar verilir.

Geniş mermer bulvara sığmayıp, duruşmayı izleyebilmek için bulvardaki dükkanların çatılarına çıkan kalabalık, öfkeden kadar merak içindedir. Bir tapınağı yakmak, düşman kentler bile olsa Yunan soyundan olanların kalkışacağı bir şey değildir, tanrıların gazabından korkarlar. İki yüzyıl önce kentin yönetimini ele geçiren barbar Persler bile tapınaklara saygı göstermiş, hiçbirine dokunmamıştır. Öyleyse biri neden tapınağı yakmak istesin, anlam veremiyorlardı.

Herostratus’un konuşması meraklarını bir ölçüde dindirdi. Kutsal bir tapınağı yakmanın insana nasıl bir şan kazandıracağını anlamasalar da şöhret kısmında haklıydı, böyle bir eylemi gerçekleşen kişinin adı sonsuza dek -lanetle de olsa- anılırdı.

Damnio Memoriae

Yargıçlar Herostratus’u ölüm cezasına çarptırmakta hiç duraksamadılar. Ama mademki Herostratus bu habis eylemi adı unutulmasın diye gerçekleştirdi, o zaman bundan sonra bu alçağın adı ne ağza alınsın ne de yazılsın diyerek ayrıca Damnio Memoriae, yani “Hatırasının Lanetlenmesi” cezasına da hükmettiler. Bundan sonra Herostratus’un adını anmak ya da bir yazıda geçirmek suçtu ve yapanlar cezalandırılacaktı.

[Bu cezaya çarptırılanlar yalnızca adları anılmamakla kalmaz, varsa heykellerinin kafaları koparılır, duvar resimlerinde yüzleri boyanarak tanınmaz hale getirilirdi.]

Ancak Damnio Memoriae yalnızca Efeslileri bağlayan bir cezadır. Tapınağın yakılmasından on yıl sonra Sakızlı tarihçi ve retorikçi Theopompos, Makedon kralı II. Filip'in hükümdarlığını anlattığı "Philippica" adlı eserinde Herostratus’tan ve tapınak olayından söz eder. Bu eserin tamamı günümüze kadar ulaşamadıysa da I. yüzyılda Amasyalı Strabon’un Theopompos’tan alıntı yaparak yangını yazmasından sonra Herostratus emeline ulaşır, adı artık ölümsüzler arasındadır.

Herostratus hakkında adı dışında pek bilgimiz yok; bir kölenin oğlu ya da sonradan özgürlüğünü kazanmış bir köle olduğu sanılıyor.

[Eski Yunan’da özgürlüğünü kazanmış bile olsa bir kölenin geçmişi unutulmaz ve bunlar ikinci sınıf yurttaş sayılırdı. Yalnız kendi değil, sonraki kuşaktan torunları bile bu yüzden küçümsenir ve nadiren yüksek bir devlet görevine layık bulunurdu.

Herostratus’u böylesi çılgınca bir eyleme yönelten muhtemelen bu küçümsenmeye karşı uzun zamandır beslediği hınç olmalıdır.]

Efes’in Kuruluşu

Biraz da Efes ve Artemis’ten söz edelim. En eski yerleşimleri M.Ö. 6. binyıla kadar uzanan Efes’i, M.Ö. 10. yüzyılda Anadolu’nun yerli halklarından Arzawaların başkenti Apasa olarak görüyoruz (Efes-Ephesos adı muhtemelen Hititçe Apaša’dan gelir). Bu dönemde bölgeye gelmeye başlayan Attikalı Yunanlılar ve İonyalılar, kolonilerini Apasa yakınlarında, bugünkü Atasuluk Tepesi üstüne kurar (günümüzde Selçuk Kalesi yamaçlarında).

[Arkeolojik kanıtlar böyle söylüyor ama Yunanlıların Efes’in kuruluşuyla ilgili başka bir öyküsü var, her zamanki gibi. Buna göre zamanın Atina kralı Kordos’un serüvenci oğlu Androklos Ege’nin karşı yakasını keşfetmek için babasından izin ister. Kraldan izni koparınca, sefer hazırlıklarına girişmeden önce, Delfi’deki Apollon Tapınağı’na gider ve kâhinlere niyetini anlatır, onlardan geleceği söylemelerini diler. Kâhinler ona, balık ve domuzun işaret ettiği yerde bir kent kuracağını söyleyince Androklos bu sözlere bir anlam veremez doğal olarak. Bir zaman sonra gemiler denize açılır. Ege’nin karşı kıyısına ulaştıktan sonra, Küçük Menderes ırmağının denize döküldüğü sakin körfezde karaya inmek ister denizciler. Kıyıya çıkarlar; bir kısmı ısınmak için büyük bir ateş yakarken diğerleri balık tutar. Tam balıklar piştikten sonra çalılıklardan bir yabandomuzu fırlayarak pişmiş balıkları kapar ve hızla kaçar. O anda kâhinlerin söylediği sözleri anımsar Androklos, kenti burada kurmaya karar verir.]

Efes başlangıçta bir liman kentidir. Günümüzde Selçuk’tan Kuşadası’na doğru giderken Efes antik kenti solunuzda kalır; yolun sağındaki geniş ova, geçmişte kıyısında Efes limanın bulunduğu körfezdir. Kent, zamanla Küçük Menderes’in körfezi doldurması sonucu liman özelliğini kaybedince M.Ö. 560’larda Artemis Tapınağı’nın bulunduğu yere taşınır. Günümüzdeki Efes ise Büyük İskender'in ardılı generallerden Lisimahos tarafından M.Ö. 300 yıllarında kurulmuştur.

Efes kenti M.Ö. 650’lerde Kimmer saldırısına uğrar ve yerle bir edilir. Kimmerlerin ayrılmasından sonra kent bir dizi tiran ve sonrasında da kent konseyi tarafından yönetilir. Efes, M.Ö. 560’ta bu kez Lidyalıların işgaline uğrar. Lidya kralı Kroisos, kendisine direnmiş olmalarına karşın Efeslilere kin tutmaz hatta on yıl sonra Artemis Tapınağı inşa edilirken İon başlıklı sütunların bedelini o karşılar.

Sonrasında, Lidyalıların hükümdar Kyros komutasındaki Perslerle karşı karşıya gelmesini, Perslerin üstün gelmesinden sonra Efes’in de M.Ö. 547’de Perslere karşı savaşı kaybetmesini, Pers satraplar (sömürge valisi) döneminin başlamasını, M.Ö. 498’de Efes’in Perslere karşı İon İsyanı’na katılmasını, Büyük İskender’in Persleri yenilgiye uğratarak Efes’e gelişini, İskender’in ölümünden sonraki generaller dönemini, takip eden Roma ve Bizans dönemlerini yalnızca anarak geçelim ve Artemis Tapınağı’na gelelim.

[Büyük İskender Efes’e bir kurtarıcı olarak girdiğinde yıl M.Ö. 334’tür; yani tapınak yangının üstünden 22 yıl geçmiştir.

Rastlantı ya, İskender tam da tapınağın yandığı gün dünyaya gelir. Aradan yıllar geçip de İskender gelmiş geçmiş en büyük fatih sanını kazandığında çoğu kişi bu geçmiş rastlantıyı eski dünyanın yıkılıp yenisinin İskender tarafından kurulacağının göksel bir işareti olarak yorumlamıştır.

İskender, onarımı süren tapınağın masraflarını karşılamayı teklif eder Efeslilere; karşılığındaysa tapınağın kapısına onun adı yazılacaktır. Efeslilerin bunu kabul etmesi olanaksızdır, sonuçta Artemis kuruluşundan bu yana Efes’in koruyucu tanrıçasıdır, İskender’se yalnızca muzaffer bir komutan. Ama kurnaz Efesliler, “Bir tanrının, bir tanrıçanın tapınağını yaptırması yakışık almaz” diyerek İskender’i gücendirmeden bu teklifi geri çevirmeyi bilirler.]

Artemis ve Tapınağı

Yapımı yüz yıldan fazla süren Artemis Tapınağı, deprem ve selden daha az etkilenmesi için hafif bir yükselti üzerine kurulmuştur; uzunluğu 110, genişliği 55 metredir; yüksekliği 18 metreyi bulan 127 mermer sütunla çevrilidir. Bu devasa tapınak -piramitler hariç- döneminin en büyük yapısı sayılır. Çatı kirişleri dışında bütünüyle mermerden yapılan tapınak, bu özelliğiyle de ilktir. Bütün sütun, alınlık ve duvarları çeşitli süslemelerle, kabartmalarla bezelidir; tapınağın içini, Phidias, Polyclitus, Cresilas gibi ünlü heykeltraşların eserleri ve uzak diyarlardan toplanmış göz alıcı nesneler doldurur. Tapınağın ortasında, devasa bir Artemis heykelinin bulunduğu bölümde çatı açıktır.

resim2.jpg
Artemis Tapınağı (temsili)

Benzeri olmayan bu tapınağı “Dünyanın Yedi Harikası” arasında ilk sayan Herodot olur, sonrasında listede değişiklikler olsa da Artemis Tapınağı hep yedi harika arasındadır.

Tapınağın adandığı, avcılık, yabani hayvanlar, ormanlar ve doğum tanrıçası olan Artemis Yunan kökenli olsa da Efes Artemis’i Anadolu’nun Kibele’si ve Girit’in Potnia Theron’undan (“Hayvanların Efendisi”) izler taşır. Efes Artemis’i yani Artemis Ephesia’da, doğurganlık ve bereket en az avcılık kadar öndedir. Tanrıçanın bugün Selçuk Müzesi’nde bir kopyası bulunan ve tüm göğsü koç/boğa yumurtalarıyla kaplı heykellerine Yunan anakarasında rastlanmaz; bereket simgesi olan bu yumurtalar, belli ki tanrıçanın Kibele’den miras aldığı doğurganlık ve bereketin bir yansımasıdır.

En son M.S. 262’deki Got saldırısında yeniden yıkılan tapınak bir daha ayağa kalkamaz. Günümüzde Efes’i ziyaret ederseniz, tapınağa ait tek bir sütunu ve ufak tefek mermer kalıntıları görebilirsiniz.

Kimileri onu “Tarihteki ilk terörist” olarak niteliyor ama Herostratus’un eylemi terörizm tanımı kapsamına girer mi kuşkum var. Yaptığı, günümüzde birinin Eyfel Kulesi’ni ya da Özgürlük Anıtı’nı yıkması kadar ses getirici bir eylemdir ama kimseyi öldürmediğine, korku salmak amacı gütmediğine ve siyasal, dinsel bir amaç taşımadığına göre “vandallık”, yaptığı işe daha uygun bir niteleme gibi geliyor. Ama şu açık ki, Herostratus muradına ermiş gibi görünüyor, aradan 24 yüzyıl geçtikten sonra bile adını bildiğimize ve andığımıza göre…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi