Hüseyin Tapınç
Alain Delon…
Bazı tanınmış sanatçılar vefat ettiğinde derinden sarsılıyoruz. Bir yanımız yalnızca ölen kişinin kaybından dolayı saf bir hüzün duyarken, bir yanımız da bu ölümle birlikte kendimizden bazı parçaların koptuğunu hisseder. Bu ölümler çoğu zaman bize kendimizin de ölümsüz olmadığını hatırlatıyor. Bu gerçeğe de içten içe kızıyoruz ve sonuçta hüznümüz daha da derinleşiyor.
İnsan yaş aldıkça, ilk önce halkanın en uzağında yer alan sanatçıların, ünlü insanların kaybıyla ölüm gerçeğiyle yüzleşmeye başlar, daha sonra bu halka gitgide daralırmış.
Alain Delon’un ölümü de bu tür ölümlerden biri.
Dünya sinema tarihinin en güzel adamlarından birisi olarak kabul edilen (en yakışıklı değil) Alain Delon, 88 yaşında hayatını kaybetti. 20. yüzyılın en önemli Avrupalı sinema yönetmenlerinin birçoğuyla çalışmış olan Delon, ölümsüzler diyarına göç etti.
Herkes Delon ile kurduğu ilişkinin niteliğine ve derinliğine göre bu ölüme hem üzüldü hem de etkilendi.
Artık günümüzde ölüm haberleri yalnızca bir ölüm haberi, bir kayıp haberi olarak gündemimize girmiyor, giremiyor. Sevdiğimiz bir sanatçının kaybına derinden üzülemiyoruz. Kendi kısa ya da uzun yasımızı tutamıyoruz. Hüznün artık eski tadı yok.
Ölen kişinin ölüm haberinin hemen arkasından, hatta çoğu zaman eş zamanlı olarak “ama” ile başlayan cümleler dolaşıma giriyor.
“O çok iyi bir yazardı / oyuncuydu/ şarkıcıydı/ şairdi/ yönetmendi vb. ama o bir X” şeklinde özetlenebilir bir cümlede X için herhangi bir tanımlama ya da sıfat kullanmamız mümkün. Burada X yerine kadın düşmanı, homofobik, kumarbaz, uyuşturucu müptelası, faşist, trans, komünist, katil, tecavüzcü gibi tanımlamalar yazabiliriz.
Bizim gibi kutuplaşmanın yoğun yaşandığı bir ülkede, içinde bulunduğunuz cepheye bağlı olarak X iktidar yanlısı, yalaka ya da çapulcu olabilir; hatta kolayca vatan haini ya da toplum düşmanı olarak da tanımlanabilir.
Delon’un ölümü de benzer sahnelerin yeniden üretilmesine vesile oldu.
Ölüm haberinin sosyal medya ortamında yayılmasıyla birlikte, “Alain Delon’un ölümüne üzülüyorsunuz ama o bir mizojenist, faşist ve homofobik biriydi, nasıl olur da bunları unutursunuz” benzeri cümleler de sıklıkla karşımıza çıktı.
Hayatta bazı basit kuralların olması gerektiğine inanıyorum.
Burada devreye girmesini arzuladığım basit kural şu önerme ile başlıyor: bu dünyada iki Alain Delon var. Bir tanesi perdede ya da ekranlarda izlediğimiz, bizi kendine hayran bırakan, gözlerimizi alamadığımız sinemacı Alain Delon, onun etrafından şekillenen imgeler ve bu imgelerin temsil ettiği her şey. Diğeri ise en basit tanımıyla insan olan Alain Delon.
Bugün insanların ölümüyle üzüntü duyduğu Delon ilk Alain Delon. Kızgın Güneş, Rocco ve Kardeşleri, Leopar, Borsalino ve Kiralık Katiller gibi filmler ile tanıştığımız, sinema tarihinin ayrılmaz bir parçası olan oyuncu Delon ve bu filmlerden yola çıkarak zihnimizde kurguladığımız masum Alain Delon imgesi.
Sıla’nın yıllar önce bir şarkısında bize hatırlattığı gibi, çocukluğumuzda ve gençliğimizde bazı erkeklere “Alain Delon gibi kasılma” diyen bir toplumuz biz. Alain Delon, toplumsal hafızamızda yer etmiş bir figür.
İkinci Delon ise herkesin tanıdığı Alain Delon. Mafyöz ilişkilere bulaşmış, şiddete meyilli, kumar düşkünü, kadın düşmanı, homofobik ve ırkçı bir Fransız. Bu yüzünü çok da saklamayan bir Kutsal Canavar.
İkinci Delon’un birinci Delon’u ezip geçmesine, onun yok sayılmasına izin vermemek gerekiyor.
Bunun da son derece basit bir nedeni var.
İkinci Delon, birincisini çizip atacak olursa, ortada ne kültür, ne popüler kültür, ne ortak tarih, ne ortak eğlence anlayışı, hatta toplum diye bir şey kalmayacak. Yoksullaşacağız, hayatımız bir çöle dönecek. Yok olacağız.
İki Alain Delon’u birbirinden ayırmak çok güç olmasa gerek.
Alain Delon’un ölümünden geriye bana kalan da bu yazı ve onlarca imge oldu. Bunun için birinci Delon’a teşekkür ederim.