Ayşe Naz Hazal Sezen
Olgunlaşmanın Bir Adım Ötesi Çürümek
Havva koparmasaydı elmayı dalından, Âdem tadına bakmasaydı elmanın, elmanın akıbeti ne olurdu? … Devinimi olmayan, işlevi sürmeyen, duran her şey gibi çürürdü. Olgunlaşmış elma dursaydı dalında, insan ne yeryüzüyle tanışırdı ne de kendini bulmak için şüpheye düşerdi.
Çürüme, bazen tükenmişlik olarak adlandırılır, biraz daha derinleştikçe depresyon olarak teşhis edilir.
İnsan olgunlaştığı halde mahsulü toplanmaz ve yeni bir şeye dönüşmezse; yani durursa çürür.
Havva koparmasaydı elmayı dalından, Âdem tadına bakmasaydı elmanın, elmanın akıbeti ne olurdu? Çürürdü. Elma, koparılmasaydı dalından, olgunlaştıktan sonra düşer ve çürümeye başlardı. Devinimi olmayan, işlevi sürmeyen, duran her şey gibi çürürdü. Olgunlaşmış elma dursaydı dalında, insan ne yeryüzüyle tanışırdı ne de kendini bulmak için şüpheye düşerdi. Âdem ile Havva’nın çocukları kendini bilmeye olgunlaşmış bir elmayı çürümeden kopararak başladı. Olgunlaşmakta olanı vakti gelince kımıldattı ve insanın devinimi başladı.
Ya elma çürüseydi?
Canlıların ortak özelliğidir, hareket. Canlılığın işareti. Her canlıda dışarıdan anlık olarak görünmese de hareket devam eder. Devinim durmaz. Durursa canlılık son bulur ve çürüme başlar. Çürüme eylemin bitişi, hayatın sona erişidir. Doğanın olağan döngüsü Âdem ve Havva tarafından koparılmayan elma için de benzer olacaktı. Elma çürüseydi, insan harekete geçmeyecekti. Elma, olgunlaşmış insanın artık yeryüzüne inerek kendi bilgisini, birikimini ve aklını kullanmaya başlamasının sembolü; doğal ve kültürel evrim sürecinde ayrım yapabilecek, sorgulayabilecek ve kendini keşfedecek olgunluğa erişmesinin temsili. Olgunlaşmaya başlayan bir çocuğun ergenlik döneminde kendini didiklemeye, arzularını bulmaya, kimliğini aramaya çıkması; mesleğine yıllarını veren bir kalfanın ustalaşarak kendi işini kurması; binlerce saatini kağıtlara harcayan bir ressamın sergisini açmasıdır, elmanın koparılması; olgunlaşmanın ardından ürün vermektir. Yaşamaya dair bir eylemdir. Devinmektir.
Canlılığın yitimi, depresyon
Her insan yaşadıkça öğrenir, öğrendikçe ustalaşır, ustalaştıkça olgunlaşır ve nihayetinde kendi eserini ortaya koyar. Eserin biçimi herkes için farklı, verilen emek aynıdır. Ürün bazen bir börektir, bazen edebi bir yapıt, bazen bir araştırma, bir heykel, iyi bir dostluk, ilişki temeli sağlam sıcak bir yuva, tatminkâr bir hayattır. Ürün, kişinin olgunlaştırdığı ve meyvelerini topladığı şeydir. Hayatta olmaya mana verir. Lakin, insan olgunlaştığı halde mahsulü toplanmaz ve yeni bir şeye dönüşmezse; yani durursa çürür. Fiziksel olarak bütünlüğüne zeval gelmiyor gibi görünse de emeklerinin karşılığını bulamayan insan önce arzusunu, zamanla enerjisini ve sonunda derununda hareket kabiliyetini yitirir. Dışarıdan canlılık devam ediyor gibi görünür ama iç dünyada canlılık yitirilir; motivasyon, inanç ve umut çürümeye başlar. Bu çürüme, bazen tükenmişlik olarak adlandırılır, biraz daha derinleştikçe depresyon olarak teşhis edilir. Her türlü iç dünyada canlılık yitimi başlamıştır. Zira olgunlaşmış olanın dönüşmeye, sunulmaya veya görülmeye imkânı olmamıştır.
Doğanın bir parçası olan insan da doğanın kendisi gibidir, durursa çürüyecektir. Eve kapanırsa çürür, mesleğini -istediği halde- icra edemezse çürür, eserlerini sunamazsa çürür, emeklerinin karşılığı alamazsa çürür. İnsan olgunlaştığı halde dalında kalırsa çürür. İfade edemeyen bir anlatıcıya dönüşür. O ifade edemedikçe bedeni konuşur, somatik rahatsızlıklar ortaya çıkar, psikolojik zedelenmeler büyük yaralara döner. Çürüme, bulunduğu zemine/kişiye göre farklı tezahür eder. Bazen öfke krizleri olarak yayılır, bazen gözyaşlarıyla saçılır, bazense sessizliğe dağılır. Akabinde insan depresyonun griliğinde durur. Durdukça çürür. Yaşayan ölülerin sayısı artar toplumda, olgunlaştığı halde faal olamamışların, bilgi birikimini aktaramamışların, kim’liğini sunamamışların ve en sonunda kim olduğunu karıştırmışların toplumu doğar.
İnsan Neden Durur?
İnsan korktuğu için eylemsiz kalabilir, başarısızlıktan endişe duyduğu için kımıldamayabilir veya yetersiz hissettiği için faal olmayabilir. Elmayı koparırsa cennetten düşeceği öğretilmiş olabilir. Parmak boyası halıya döküldüğü için annesinin sevgisini kaybetmekten korkan bir çocuk, açacağı serginin beğenilmemesi ihtimaline odaklanan, cesareti yetersiz bir yetişkine dönebilir. Kişisel tarihimiz olgunlaşmadan koparılan elmalarımız yüzünden olgunlaştıktan sonra elmayı koparma cesaretimizi elimizden almış olabilir. Korkularımız, geçmişimiz veya öğretilerimiz yüzünden içimizdeki elma olgunlaştığında, vakti geldiğinde onu koparmıyorsak, kendimizi çürümeye bırakıyoruz.
Kişisel tarihimiz kadar içinde bulunduğumuz toplumun da çürümesi huzursuzluğun, tükenmişliğin ve depresyonun -çürümenin- artışına neden olur. Bilhassa, olgunlaşmanın değer kaybına uğradığı, olgunlaşana kadar emek vermenin ahmaklık olarak görüldüğü, sunumu başarılı olanın içerikten bağımsız kazandığı bir çağda olgunlaşmak çürümekle eşdeğer. Dolayısıyla toplum olgunlaşmadan mahsulü toplanmaya çalışılmış ham ruhlar ve olgunlaşmasına rağmen toplanmamış çürüyen ruhlarla bezeli. Dostoyevski’nin Budala kitabında yazdığı gibi: “Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir. Kimse bir şeyin üzerinde durup düşünmüyor. Kendisine bir ülkü edinen çok az. Umutlu birisi çıkıp iki ağaç dikse herkes gülüyor: “Yahu bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen...?”
Erk değil, emekti Havva
Kimse tartışmadı Adem’in materyalini
Herkes konuştu Havva’nın özünü,
Kimisi ilk değildi, dedi
Kimisi topraktan,
Kimisi kaburgadan…
Adem’in kim olduğunu irdelemedi insanlar,
Havva’nın kim olmadığıyla ilgilendikleri kadar.
Havva erkek değildi,
Havva mülk sahibi değildi,
Havva harp için doğmamıştı,
Havva erk olamazdı,
Havva, Havva ve Havva…
Keşke görebilseydi Adem’in oğlu
Havva bilgiydi,
Havva barıştı,
Havva bereketti,
Havva emekti…
Havva’nın kim olduğunun cevabını
İki bacak arasında,
Dört duvar arkasında,
Örtüsünün altında,
Erkin ağzında,
Koca yatağında
Aramasaydı Adem’in oğlu;
Bilakis Havva’nın kim’liğini aramak yerine kabul etseydi Havva’yı olduğu gibi
-Aynı Adem’in sualsiz kabulü gibi-
Bereketli olurdu dünya,
Savaşsız olurdu tarih,
Sınıfsız olurdu toplum,
Emekçi olurdu aylak,
Aynı olurdu farklı sanılan,
Bir ırk olurdu adı “İnsan” olan.
Mahsa Amini ve hakları için mücadele etmiş/eden tüm kadınlar anısına!..
(22 yaşındaki Mahsa Amini akrabalarını ziyarete geldiği Tahran’da, kurallara göre örtünmediği gerekçesiyle “ahlak polisi”nce götürüldüğü karakolda öldü. Rejim yanlıları dahil halk, Amini’yi öldürdüğünü düşündüğü “ahlak polisi”ne karşı sokaklara döküldü.)