Ayşe Naz Hazal Sezen
Nomos’tan namusa: Aynı kavram, değişen anlam
Kavramları sorgulayamayan birey, düşüncelerin ve inançların zihindeki soyut ve genel tasarımı da istintak edemez. Kavramın esasını sorgulayamadıkça kendi canını da yakan körü körüne denilen davranışları kopyalayabilir; toplumun sınırları içinde katılaşan mefhumun kendi değerleri için esneyemeyeceğine inandırılarak dışlanmış hissedebilir ya da kendini dışlayabilir; en kötü ihtimalle dikleşen ve keskinleşen söyleyişler karşısında söylemin uçurumundan kendini yokluğa bırakabilir.
Kavramların katılan toplumsal değerler içinde kısıtlanabildiğini, ancak birey olmanın, biricik olmanın toplumsal talimatlarla kısıtlanamayacağını kendimize hatırlatmak gerekir.
Bazı kavramlar toplumlara dair bilgileri, öğretileri, inançları, baskıları ve müeyyideleri de anlamının içine sıkıştırarak dilde yerini bulur. Toplum değiştikçe kavramın da formu değişir; köşeleri keskinleşir ya da pahlanır, sınırları esner ya da katılaşır, kapsamı büyür ya da ufalır. Kavramlar, toplumsal yapının ve kültürün gelecek nesillere aktarılması için esaslı bir rol alırken, düşünme, ilişki kurma, anlam yaratma gibi becerilerin de ne yönde şekilleneceğini belirler. En genel tabiriyle bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı anlamına gelen kavramlar, düşünme ve inanma biçimlerinin de tasarımcısı olurlar. Ancak, geniş kitleler tarafından kabullenilirken anlamını korumak için daraltılan ifadelerle, keskinleşen köşeleriyle toplumun tutucu değerleri haline de dönüşebilirler. Kavramların kemikleşmesi, üzerine inşa edilecek tüm toplumu ve bireyleri hareketsizleştirebilir. Esnekliğin ve hoşgörünün kaybı, körü körüne denilen davranışın gerekçesini ve hangi sonuçlara neden olabileceğini bilmeden, düşünüp taşınmadan yapılan eylemlerin sergilenmesine sebep verebilir.
Nomos
Namus adı altında gerçekleşen cinayetler, kısıtlamalar, hak ihlalleri bir kavramı korunmaya çalışırken sivrileşen örneği olarak gösterilebilir. Nomos kelimesinden gelen namus kelimesinin sembolize ettiği genel ilke, ahlaki ve insani değerlere gönderme yapmasının yanı sıra zamanla cinsellikle ilişkilendirilmiş, kavrama atfedilen ağırlık kadının sırtına yüklenmiş ve namus, bireyin kendisi için değil, ailesinin toplum içindeki konumu ve övüncü için yüceltilmiş bir kavram halini almıştır. Bireyin değerinin diğerlerinin gözünden belirlendiği bir davranış tarzının, birey üzerindeki yükünün külfetli ve can yakıcı sonuçları olması kuvvetle muhtemeldir.
Namus Kültürü
Namus kavramı kültürler arası farklılık gösterirken, aynı kavramın anlam farklılaşmasını takip etmek toplumları da anlamaya yardımcı olur. Türkiye, Kıbrıs, Ortadoğu, İspanya, İtalya, Yunanistan, Latin ve Güney Amerika gibi ülkelerde namus kültürü zor kazanılan, lakin çok hızlı kaydedilen bir değerdir. Bireyin hareketleri ailesinin de toplumdaki onurunu, konumunu ve itibarını belirler. Bireyin değeri, kim olduğu, nasıl biri olduğu, neler yaptığıyla değil toplum içinde nasıl davrandığıyla ilişkilendirilir. Bireysel değer toplumun, yani diğerlerinin gözünden kazanılabilir. Kavramın köşelerinin keskinleştiği, hatta kan dökecek kadar sivrileştiği bu topluluklarda namus, toplumsal cinsiyet rolleri ve dini kurallarla bağlantılı hale gelmiştir.
Ataerkil toplum anlayışının daha baskın olduğu bu kültürlerde kadının rollerinden biri de namusunun korunmasıdır. Erkeğin bu roldeki payı ise kadının bedenin ve cinselliğinin kendisi tarafından denetlenmesi gerekliliğidir. Kadının sergilediği hareketler sosyal normlara yeterince uygun değilse, sadece kadının değil tüm ailesinin namusu zarar görür, lekelenir. Başka bir deyişle, namus kavramının keskinleşen ucu kadın maktulüne sançar.
İmaj Kültürü
Namus kültürü ile benzerlik gösteren imaj kültürü ise öncelikle benliğin dışarıdan tanımlanmasına bakar. Namus kavramının, yoğun olarak Asya ülkelerinde şekil almış uyarlamasıdır. Bu değişimde, diğerinin yani toplumun bireyde ne gördüğü önemlidir. Toplumda kazanılan konum, saygınlık ve değer getirir. Görünenin değerli kılınmasıyla yeniden şekillenen aynı kavram, kullanıldığı toplumun yapısı hakkında da belirgin ipuçları sağlar. Bu mefhum, katı hiyerarşik toplumların saygınlık kazanmak için bireysel değerlere değil, statülere ehemmiyet gösterdiği bir şekle bürünür.
Onur Kültürü
Batı ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri için ise aynı kavram anlam değişimine uğrayarak, farklılaşır. Namus kültürü yerine onur kültürü şeklinde ifade edilmesi anlamını idrak etmeyi kolaylaştırmaktadır. Bu algılayışta her birey doğumla birlikte gelen içsel bir değerliliğe sahiptir. Bu, namus kültüründeki gibi kazanılan bir şey değildir; içsel ölçütler ve ahlaki duruş ile ilişkidir. Bireyin kendi davranışlarının sorumluluğunu alması, benlik kontrolünü sağlaması, yani benliğini bilmesidir önemli olan. Namus kadın bedeni ya da cinselliği üzerinden kazanılan bir şey olmaktan çok öte bireyin kendi davranışlarıyla ve öz değerleri ile kazanılır. Kısacası kişisel değer diğerlerinin gözünde değil, bireyin davranışlarındadır. Bireye verilen bu değer, kişinin kendi sorumluluğunu alması, özelleşmesi, saygınlaşması, psikolojik sağlamlık kazanması açısından faziletlidir.
Sorgulanamaz Yanılgısı
Dayatılan öğretinin içinden kavramların sorgulanması ve yeniden anlamlandırılması zordur. Sınırları katılaşmış topluluklarda yaptırımı ağır olan bu kavramların anlamının genişletilmesi bir yana sorgulanması dahi kabahattir. Toplumun sivrileşmiş çıkıntılarının korkusundan kavramları sorgulayamayan birey, düşüncelerin ve inançların zihindeki soyut ve genel tasarımını da istintak edemez, yani “sorguya çekemez”. Kavramın esasını sorgulayamadıkça kendi canını da yakan körü körüne denilen davranışları kopyalayabilir; toplumun sınırları içinde katılaşan kavramın kendi değerleri için esneyemeyeceğine inandırılarak dışlanmış hissedebilir ya da kendini dışlayabilir. En kötü ihtimalle dikleşen ve keskinleşen söyleyişler karşısında söylemin uçurumundan kendini yokluğa bırakabilir.
Esneyen anlamlar, daralan anlamlar
Nomos kavramının başta işaret ettiği yeryüzünün belli bir düzen içinde bölünmesi ve bu ölçünün siyasal, sosyal ve dinsel düzende korunması fikri zaman içinde farklı toplumların dilinde ve kültüründe yeniden şekillenerek, o topluma ait yeni anlam sınırları getirmiş görünüyor. Bazı kültürler bireyselleşme, özgürleşme, kendini bilme gibi psikolojik sağlamlığa doğru esneyen anlamları bu kavramın içine dahil edebilirken, bazı kültürler anlamın sınırları daraltarak cinsiyetler arası sınırlara, bireysel kısıtlamalara, dışlanma ve utanç duyguları içinde ötekileşmeye neden olmuş gibi. Habis niyetlerle kullanılmaya başlayan kavramların süreci, hayırhah niyetle paylaşılan atom çekirdeği bilgisinin binlerce ölüme neden olan atom bombasına dönüşen yolculuğu ile benzer potansiyelde. Ölçülü düzeni korumak için yaratılan bir kavram, çeşitli topluluklarda müşterek zorunluluklar kisvesiyle bireyselleşmeden uzak, ayrıştıran, ötekileştiren, yaralayan ve can alan bir değere dönüşüyor. Başka bir söyleşiyle, kavramın sınırları katılaşıyor, köşeleri sivrileşiyor ve bireyler üzerinde yaptırım yükü artıyor; aksi sıfatların mümkün olduğunu gösteren misallerinin bulunmasına rağmen…
Kavramlara rağmen “Ben” Olmak
Kavramların, onlara katılan toplumsal değerler içinde kısıtlanabildiğini, ancak birey olmanın, biricik olmanın toplumsal talimatlarla kısıtlanamayacağını kendimize hatırlatmak gerekir. Üzerinde muhakeme etmeden kullandığımız kavramlar bizim inanma ve düşünme biçimlerimizin tasarımcısı. Dış dünya kadar iç dünyamızın da sınırları. İç dünyamızın sınırları genişledikçe dış dünyaya olan hoşgörümüz de gelişir. Namus gibi kavramlar toplumun bizler üzerindeki yaptırımı olarak değil, öz değerlerimizin topluma yansıması olarak şekillenebilir.
Gündelik hayatta sık sık kullandığımız kavramları sorgulama cesareti göstermek, toplumsal müeyyidelere rağmen ben olmaya devam edebilmektir.