Ayşe Naz Hazal Sezen
Kitap okumak, zamanı kırmaktır
Tecrübe edilecek sınırsız sayıda macera, ziyaret edilecek binlerce mecra, eğitim alınacak yüzlerce konu derken zaman sıkıştırılır; zaplanır. Yaşam, televizyon kanalları arasındaki geçiş gibi hızlı bir zaplama eylemine dönüşür… Okurken ise zaman sıkıştırılamaz. Anlamı idrak edebilmek için cümlenin sonunun gelmesi, hatta kitabın sonuna ulaşılması gerekir; televizyonda olduğu gibi zaplamak gayrimümkündür. Aksi durumda yanılgı baş gösterir.
Okumak uzun sürer ve zaman alır. Oysa hızlanan çağın davranışı zaplamaktır. Bu nedenle vakit, dolayısıyla sermaye kaybına neden olan, başkalarının deneyimsel dünyasını hissetme ve hayal etmeyi içeren okuma ölü yatırım olarak algılanıyor.
Zihinlerimiz çevreden gelen uyarı bombardımanının arasında bir âna konsantre olmaya; yani yoğunlaşmaya ve derinleşmeye çalışıyor. Giderek hızlanan yaşamın içindeki an(lar) için yavaşlamak ya da derinleşmekse vakit kaybı hissi yaratıyor. İç gündemimizi kaplayan “bir şeylere yetişemiyorum” hissi, zamanı sıkıştırılmış halde yaşama çabasına dönüşüyor. Dış gündemi takip etme isteği ve daha çok deneyim kazanma arzusu çevrelendiğimiz ekranlar tarafından da desteklenirken, beden ve zihin için bir şölen olan dinlenmenin önüne geçiliyor.
Dinlenmek, zamanın müdahalesiz akmasına olanak sağlarken durmaya ve yavaşlamaya (dinlenmeye) dair “boşa giden zaman” hissi, insanın sürekli uyarıları takip etmeye çalışmasına, sabırsızlığının artmasına, zihninin mekândan bağımsız bir yerlere gitmesine, unutkanlık yaşamasına, başladığı işleri tamamlayamamasına, sürekli dağılmış ve yorgun hissetmesine neden olur. Bir noktaya odaklanamama, âna yoğunlaşamama ve bir hususta derinleşememe deneyimleri, iç huzursuzluk yarattığı kadar eylemlerin sürekliliğini de zorlaştırır; zira konsantrasyon becerileri eksilmektedir.
Okurken kanallar zaplanamaz
Adam Philips “Kaçırdıklarımız: Yaşanmamış Hayata Övgü” kitabında konsantrasyon eksikliğinin “hep başka yerde olma isteği”ne benzer özlemler barındırdığını söyler. Konsantrasyon eksikliği aceleci ve sabırsız çağın, hızlandırılmış yaşam biçimlerinin bir sonucudur. Tecrübe edilecek sınırsız sayıda macera, ziyaret edilecek binlerce mecra, eğitim alınacak yüzlerce konu derken zaman sıkıştırılır; zaplanır. Yaşam, televizyon kanalları arasındaki geçiş gibi hızlı bir zaplama[1] eylemine dönüşür. Böyle olunca yaşanmamış hayatları deneyimleme imkânı sunan kitap okuma eylemi de hızlandırılmış hayatla bağdaşmadığından sönükleşen bir aksiyona dönüşüyor. Zira, okumak zaman alır, okurken zaman sıkıştırılamaz. Anlamı idrak edebilmek için cümlenin sonunun gelmesi, hatta kitabın sonuna ulaşılması gerekir; televizyonda olduğu gibi zaplamak gayrimümkündür. Aksi durumda yanılgı baş gösterir.
Serim, düğüm, çözüm
Çağ hızlanırken ve sabırsızlık artarken, odaklanmış ve aralıksız dikkat sürelerinin azalmaya başladı görülüyor. Zihnimizde sırayla düşünme becerileri zayıflıyor. Oysa okumak -özellikle roman, hikâye gibi kurgular- sırayla düşünmemizi teşvik ederek dikkat alanlarımızı genişletiyor. Zira, serim, düğüm ve çözüm içeren akış içinde beynimiz, sebep sonuç arasında bağlantı kurmayı, ayrıntı yakalamayı ve dikkati sürdürmeyi öğreniyor. Özellikle çocukluktan itibaren okumak, bu düşünce tarzına uyum sağlamayı ve dikkat sürelerini genişletmeye yardımcı olurken; günümüzde çocuklarda dahi okumanın yerini dikkat süresini daraltan ekranlar almaya başlamış durumda. Televizyonda ya da video oyunlarında, kitaplardaki gibi belli bir hikâye akışı içinde görülüyor gibi olsa da karşımızdaki karakterin sadece bugünü vardır. Kahramanın hedefini ya da motivasyonunu, kitaplardaki karakterler kadar geçmiş gelecek ve bugün bağlantısında deneyimleme şansı eksiktir. Oysa kitap okurken dünya başkasının gözünden deneyimlenir, ilişki kurulur ve yaşanmamış hayatları(mızı)n öyküsüne dahil olunur.
Okumak deneyim kazanmaktır
Okurken zihnimiz gerçek hayatta deneyimlenmemiş bir hikâyeyi deneyimlediğimize inanıyor. Okuduğumuz bir deneyimle, tecrübe ettiğimiz arasındaki ayrım izlediğimiz veya işittiğimiz hikayelere göre daha düşük. Okurken ve deneyimlerken beynimizde aynı nörolojik bölgeler uyarılıyor. Beynimiz gerçek deneyimleri simüle ediyor ve okuma deneyimini yaşanmış kabul ederek yeni sinir yolları oluşturuyor. Okuduklarımız düşüncelerimize ve duygularımıza dahil oluyor; kendi zihnimizde yeni dünyalar yaratmayı sağlıyor. Djikic ve Oatley[2] benzer özelliklere sahip katılımcılarla yaptıkları bir çalışmada kurgu okuyan insanların, ötekinin duygusunu da okuyabilmede daha iyi olduklarını gösterirken; okuyarak artan deneyimlerimiz sayesinde kendimiz dışındakinin (ötekinin) iç dünyasına göz atabilme ve anlama becerimizin arttığını da ortaya koymuş oldular. Lakin, kendi iç dünyasında ötekine oda açabilen (empati yapabilen) insanların daha fazla okuduğunu değil, okuyanın ötekini anlamaya başladığını (empatiyi teşvik ettiğini) gösteren çalışmaların sayısı artarken hızlandırılmış hayata karşı okumak gücünü kaybeder hale geliyor. Zira, okumak uzun sürer ve zaman alır. Oysa hızlanan çağın davranışı zaplamaktır. Bu nedenle vakit, dolayısıyla sermaye kaybına neden olan, başkalarının deneyimsel dünyasını hissetme ve hayal etmeyi içeren okuma ölü yatırım olarak algılanıyor.
Diğer yandan, başkasının duygularını içimizde hissetmek, farklı gözlerden dünyayı izlemek; yani empati kurmak yoğun duygu ve düşünceleri de beraberinde getirdiğinden okuma, pasif olan izlemeye kıyasla sönükleşen bir eyleme dönüşüyor. Televizyon ya da dizi platformlarının sunduğu hikayelerin izleyicisi olduğumuzda, okurken yaşadığımız deneyimlerden farklı olarak pasif kalıyoruz ve daha rahat hissediyoruz. Zira, zihnimiz izleme deneyimini, okuma deneyiminde olduğu gibi gerçeğin simülasyonu olarak algılamıyor. Böylece kişi, okumanın getirdiği aktifliği yaşamanın, ânın içinde duygularla kalmanın ve kendi zamanının sorumluluğunu almanın mecburiyetini hissetmiyor.
Öznel zamanı kurtarmak
Okumak, öznel bir eylemdir. Kişinin zamanını talep eder. Geri dönüşler, cümle tekrarları anlamayı pekiştirir. Gözler neyin yanlış gittiğini anlamak için gerektiğinde cümle başına kayar. Yetişmek için (!) hızlı okurken sadece bir yöne giden gözler gerileme yapamadığında idrak zorlaşır ve kavrayış bozulur.[3]
Yaşadığımız çağda hız artık sorgulanmayan bir erdem ve zaman kaybına yer yok. Kişisel zamanın sermayeye dönüştürülmesi baskısı, okuma eylemini de nesneleştiriyor. Okumak sadece yatırım amaçlıysa zamanın içinde yer edinebilir. Oysa, kitap okumak zamanı kırmaktır, görülen gerçekliğin içinde başka bir dünya yaratmaktır. Aceleye gelmez. Aceleci zamana da panzehir olur. Öznel zamanı, sermayenin elinden kurtarır.
[1] Televizyon izlerken uzaktan kumandayla hızlı bir biçimde farklı kanallar arasında gezerek ilginç bir yayın arama eylemidir; TDK önerisi, geçgeç.
[2] Djikic, M., & Oatley, K. (2014). The art in fiction: From indirect communication to changes of the self. Psychology Of Aesthetics, Creativity, And The Arts, 8(4), 498-505.
[3] Schotter, E. R., Tran, R., & Rayner, K. (2014). Don’t Believe What You Read (Only Once): Comprehension Is Supported by Regressions During Reading. Psychological Science, 25(6), 1218–1226.