Ayşe Naz Hazal Sezen
Kelimelerin anlatamadığını beden anlatır
İnsan ne yapar yansımasız kaldığında? Kulakları tırmalayacak sessizliği dahi kâfi gelmediğinde nasıl anlatır kendini? Temassızlığını nasıl giderir? En derinlere bastırılan, karanlık dehlizlere itelenen duygular nasıl kendilerini yeniden sahneye taşır? - İç dünyanın dış dünya ile iletişime geçemediği böyle biçare durumlarda dile gelmeyeni beden konuşur.
Yaşamın kütle çekim kuvveti, insanın duygusal dünyasında şiddetli meddücezir oluşturabilir. Dünya üzerinde süren çetin hayat insanın kendi yarattığı keşmekeşle birleştiğinde ifade edilmeyen duygular, tsunami gibi büyüyerek insan ruhunda tahribata yol açar. Yetişkin bireyler de bu tahribi en aza indirmek için kelimelerin dünyasından destek almayı seçer.
Kelimeler öyle etkili araçlardır ki, bireyin iç dünyasındaki yıkımı durdurabildikleri gibi çetin vuran dalgalara da set olmayı başarabilecek güçtedirler. Ancak kelimelerin kifayetsiz, cümlelerin anlamsız ve vurguların yersiz kaldığı anlarda yıkımı durduracak temas kaybolur. Temas kaybolur da temasa geçme isteği baki kalır.
Sessizlik Bile
Duyulmak İster
Bazen sözcükler, var oluşun tüm derdini, tasasını veya sevincini yüklenmek için yetersiz kapasiteye sahiptir. Sıra anlatılmaz olanı anlatmaya geldiğinde çaresiz ve kifayetsiz kalabilirler. Bazı vakit gelir ki, kelimeler insanın iç dünyasını anlatabilecek kadar olgunlaştığında kelimeleri duyan; bağırsa da çağırsa da anlattıklarını işiten olmaz. Öyle zamanlarda sessizlik hali konuşur olur. Ancak sessizlik bile duyulmak ister. Kelimelerin ve kelimelerin yokluğunun anlaşılabilmesi dahi bir “öteki” gerektirir. Anlaşılamamak ve anlatamamak ötekinin yokluğundan doğar. Karşında duran öteki’den bir yansıma gerekir. Yansımanın içselleştirilebilmesi için duyulduğunu bilmek, anlaşıldığını hissetmek, karşılık bulduğunu deneyimlemek icap eder. Dönütün olmadığı iletişimde ne kelimeler işlevseldir ne de sessizlik.
İnsan ne yapar yansımasız kaldığında? Kulakları tırmalayacak sessizliği dahi kâfi gelmediğinde nasıl anlatır kendini? Temassızlığını nasıl giderir? En derinlere bastırılan, karanlık dehlizlere itelenen duygular nasıl kendilerini yeniden sahneye taşır?..
Bebeklerin iletişim
dili beden
İç dünyanın dış dünya ile iletişime geçemediği böyle biçare durumlarda dile gelmeyeni beden konuşur. Dil düzleminde anlatılamayan tüm duygular kendileri ifade etmek için bedeni kullanmaya başlar. Beden duyguların sahnesine evrilir. Yetişkin diyaloğuna has sözcüklerin ifadesi yetersiz kaldığında yerlerini bebeklerin kurduğu bedensel iletişime bırakır. Bebeklerin dünyasında iletişim, sözcüklerin eksikliğinde ancak eylemin sınırsız olanağıyla kurulmaktadır. Ebeveynleri veya bakım verenleri tarafından dokunulmak, somatik iletişime geçilmek bebek için en kritik zamanları dengeli deneyimleme imkânı sunar. Büyüklerinin kelimelerle sınırlı dünyasından daha derin bir iletişim döngüsüdür bu. Eksikliği daha derin, yokluğu daha yaralayıcı ve tartılı varlığı faziletli somatik bir döngü.
Erken çocukluk döneminde sözel belleğin yer aldığı sol beyin lobunun henüz tam gelişmemesinden kaynaklı yaşanan tüm duygu değişimlerinin yükü, sözel olmayan algısal kodlama yapan sağ lobun üzerindedir. Bilinen tüm duyu kanallarından aktarılan bilgiler dil evreninden özerk biçimde algısal olarak kodlanır. Beden arşivine alınan tüm bu uyaranlar birbirinden bağımsız tasniflenirken, ilerleyen dönemlerde çağrışımların eşlikçileri duygular olur. Bu yüzdendir ki, sözcükleriyle yansımasız, dönütsüz ve diyalogsuz kalan yetişkinlerin de tekrar ilk öğrendikleri iletişim dili olan bedeni kullanmaya başlaması kaçınılmazdır.
Somatik iletişimi anlamak
Tüm duyguların bedende karşılığı vardır. Herkes somatizasyonu (bedenselleştirmeyi) yaşar, yaşantısını “soma”yla dile getirir. Heyecanın kalp atışları hızlandırması, korkunun elleri titretmesi, üzüntünün gözyaşını beraberinde getirmesi gibi tüm duyguların somatik/bedensel mukabilleri görülebilir. Ancak mesele, “somatik konuşma”nın gündelik hayatın işlevselliğini bozmasıyla başlar.
Bedenin, duyguların bir iletişim dili şeklinde kullanılmaya başlaması zorlamalara bir tepki, olağandışı durumlara ekstra duyarlılık olarak ortaya çıkabilir. Bazen de kültürel bir ifade olarak ötekilere sunulabilir. Aile içi şiddetli bir çatışma anında annenin birdenbire bayılması kültürel bir ifade sayılabilir. Ancak bayılmasına karşılık doğan kaygı ve korkunun, kavganın sonlanmasına aracığı oldukları ve sözü duyulmayan annenin bayılarak bedeniyle attığı çığlık sayesinde kendini duyulabilir kılması da göz ardı edilemez.
Psikolojik dünyanın, beden aracılığıyla dış dünya ile iletişime geçmesinin ardında genetik yapı, öğrenilmiş yanıtlar, psikodinamik ögeler, sosyokültürel öğretiler, travma, fizyolojik veya patolojik değişimler bulunabilir. Sebepleri ne kadar çeşitli olursa olsun, sonucu sağlıklı kurulamayan iletişimin ürünüdür. Yaşanan yoğun duygular ya da travmalar bireyde aşırı yüklenmeye neden olarak ruhsal işleyiş kapasitesini aştığında, ruhsal yapılar hasar aldığı kadar bedensel yapılar da tahrip olur. Bedenselleştirme fark edilmeyecek kadar sessiz olsa da habis ilerleyişi ölümcül hale dahi gelebilir. Ruhsal işleyişin hasar almasıyla kullanılamayan libido, bedensel kaynaklarla tüketilmeye başlar mesela…
Yaralayıcı Olanla Yaşamsal Olanın Arasında
İnsanın içinde bulunduğu karmaşayı ifade etmesinin üç yolu olduğuna değinilir: Zihinsel, davranışsal ve somatik.* İlk iki yol ile ifade gerçekleşememiş ya da iletişim için yetersiz kalmışsa üçüncü yola başvurulur. Dışarıdan gelen veya içeriden doğan aşırı uyarıma karşın bilinç öncesi ya da bilinç sisteminin çağrışımlarının reddedilmesi, yaşananları duygulanım zemininden uzaklaştırır. Artık yoğun uyarılara yanıt olarak zihinsel semptomlar sunulamaz. Bilinçdışı, her şeyi alır, ancak dışarı iletemez. Bedenselleştirme bu aşamadan sonra yıkıcı ve yaralayıcı olan ile yaşamsal olan arasında zaruri bir iletişim köprüsüne dönüşür.
İlk arşivlenen bilgilerden kalan somatik iletişimin ölümcül olabilecek tesirine karşın en güçlü korunma yolu zihinselleştirmedir. Bedensel hafızanın kodlarının dil evrenine katılması, davranışa dökülebilmesi sağlıklı iletişime geçebilmenin adımları olacaktır. Sözel olmayan belleğin, kısıtlı dahi olsa kelimelerin aleminden dış dünyayla iletişime geçebilmesi ve yeni bir hikâye yazabilmesiyle ilerleme kaydedebilmesi mümkün olur. Tarifi olmayan duyguların, travmaların ve duyusal tüm bileşenlerin somada “mahcur” (kullanımı yasak) kalmamaları için sözel evrene geçişin her yolu denenmelidir. Yeni kapılar keşfetmeli, sağlıklı iletişimi kuracak “öteki”ler bulmalı ve salt hayatta kalma eyleminden ziyade yaşamın şayan biçimde sürdürülebilmesi sürecine geçilmelidir.
Yaşanan günlerin yıkım ve yaşam arasında süren çatışmasının son soluğa dek sürmesi yerine, yetişkinlerin dünyasındaki en etkili iletişim aracı kelimelerden yılmadan destek alınabilmesi, dış dünya ile iç dünyanın ateşkes imzalamasına yardımcı olacaktır.
- P. Marty, “Gözlemcinin Psikosomatik Sorunlar Karşısındaki Narsisist Güçlükleri”, Çev. Nilüfer Erdem, Uluslararası Psikanaliz Yıllıkları 2011, 1952.