Ayşe Naz Hazal Sezen
İmposter Sendromu 2: Ben nasıl imposter oldum?
İmposter tipleri: İmposter düşüncelerinin işgali altındaki kişilerin ortak yanı, bir konunun uzmanı olmak için ne yapılması gerektiği hakkında abartılmış ve çarpıtılmış teemmül edilmesidir. Sahtekarlık fenomeninde, ulaşılması mümkün görünmeyen beklentiler, kendini küçük görme, sahtekâr hissetme, keşfedilmekten korkma gibi çarpıtılmış düşünce kalıpları benzer gözlemleniyor olsa da farklı inançlara dayanıyor ve değişik çehrelerle görünüyor olabilir
Kendimize karşı hissettiğimiz her şüphe imposter sendromuyla ilişkili olmayabilir. Psikolojik bir fenomen olarak ele alınabilmesi için deneyimlenme sıklığı ve yaşam kalitesine etkisi göz önüne alınır.
Kişisel yeterliliğin ve yetkinliğin ne anlama geldiği inancının tekrar eden kalıplarına göre yapılan sınıflandırmada imposter sendromu beş türe ayrılarak incelenir: doğal yetenekler, mükemmeliyetçiler, süper kahramanlar, uzmanlar ve yalnızlar.
Doğal yetenekler
Herkes rahatlıkla başarıya ulaşabilirken, kendisinin sık sık çalışmak ve çok çaba harcamak zorunda olduklarını hissederler. Motivasyonu arttırabilecek bir övgü; “Bunu başarmak için diğerlerine kıyasla ne kadar çok zaman ve emek harcadığımı bilselerdi eğer…” iç sesiyle yergiye dönüşebilir. İmposter düşüncelerine kapılmış doğal yetenekli çoğu yetişkinin hatırlayabildikleri çocukluk hikayeleri muhtemelen başarılarla doludur. İlkokul günleri sınıf birincilikleri, kırmızı kurdeleler veya öğretmenlerinin takdirleriyle geçmiş, neredeyse hiç çaba harcamadan tüm bu ilgi ve başarıları elde edecek kadar yeteneklidirler. Ancak büyüdükçe başarıya rahatlıkla aşina oldukları ilkokul senaryosu değişmeye başlar.
Başarı artık emek ve çalışma gerektiren, arzulanan hedefe ulaşmanın mücadele gerektirdiği sahnelerdir. Doğal yeteneklilerin alışık olmadığı bu yeni senaryo, yetkin insanların her şeyi zorlanmadan başarabildiklerini ve amaçlarına ulaşmak için mücadele etmeleri gerekiyorsa, aslında yetenekten yoksun olduklarına dair bir inanç geliştirmelerine neden olur. Yeterlilik zihinlerinde çaba harcamanın aksine hız ve kolaylığı kıstas alır. Nev bir girişim kolay gelmediğinde ya da ilk denemede dahi başarısız olunursa kendilerini sahtekâr gibi hissetmelerine neden olan inançlar tetiklenir. Tipik yargılayıcı iç sesleri “Eğer gerçekten yetenekli olsaydım, bunu başarmak için bu kadar zahmete girmem gerekmezdi” benzeri cümlelerle konuşur.
Mükemmeliyetçiler
Ayrıntılı aylık market alışverişini tamamlayıp, uzunca bir trafiğin ardından evde varıldığında limonu almadığını fark edildiği anın duygusu içinde yaşarlar. En ufak bir kusur, o ana dek verilmiş bütün çabayı değersizleştirir; imla hatası bulunan kitabını yüzünden beceriksiz hisseden bir yazar misali. Bir işin ehli olmak, bir konuda yetkin sayılmak için kusursuz başarı sergilemek gerektiğine inanırlar. Üstelik eksiksiz başarmış olduklarının daha iyisi mümkünse, iyi olan şey de artık yeterince iyi değildir. Zira, kusursuz iş teslim etmek için ayrıntılarda harcadıkları vakit vasatı doğurduğunda eksik hissederler. İstediklerini elde etmek için ne kadar zorluk aştıklarını ne kadar sıkı çalıştıklarını görüp, kabul etmek yerine, ufak kusurlara odaklanarak yetersizlik ve beceriksizlik duygularıyla boğuşurlar. Hatanın, geri dönülebilecek bir yol, öğrenilebilecek bir bilgi ya da dönüştürülebilecek bir yaşantıymışçasına deneyimlenmesi bir yana, mükemmeliyetçiyi hilekâr gibi hissettirir. Her an maskesi düşmeye hazır bir sahtekâr endişesiyle ufak hatalar, dev korkulara dönüşür.
Süper kahramanlar
Mükemmeliyetçilerin mükemmeliyetçileri. Onlar, iş hayatında sıklıkla görülüğü genellemesine sahip imposter sendromunun bilinen yargısının aksine sadece bir roldeki başarıyı önemsemezler, hayatın her rolündeki başarılarını aşırı mühimserler. Tüm yaşam alanlarında, tüm rollerde yetkin olmakla ilgilenirler; ebeveyn, kardeş, arkadaş, öğrenci, çalışan, eş, sevgili… Aldıkları tüm rolleri dengeleri bozulmadan sürdürmek gerektiğine inanırlar. Olabildiğince de çok rol alırlar. Kusursuz anne, harika patron, muazzam ev hanımı ve nicesi olmak zorunda hisseden kadınlardır en sık karşılaşılan örnek. Her alanda başarılarını kanıtlamaları gerektiğini hissederler; sayısız rolle jonglörlük yaparlar.
İmposter duygusuyla savaş halindeki süper kahramanlar başkalarının yaşamlarıyla kendilerininkini kıyasladıklarında, “Diğerlerinin hayatları daima kolay ve yolunda gidiyor; bir ben perişan ve yorgunum , bir ben beceriksiz ve yetersizim” diyen iç sesleriyle karşılaşabilirler. Dış dünyadaki sesler övgü ve hayranlık dolu yükselirse sahtekarlık inancını körükleyen iç ses, “Mesleki/ekonomik/özel yaşamım hakkında bilgin olsaydı, böyle düşünmeyecektin” cümleleriyle olumlu algıyı bastırmayı başarabilir.
Uzmanlar
Bazıları çok okur, bazıları defalarca üniversite bitirir, bazıları onlarca eğitim alır; hepsi ne kadar çok öğrenirse o kadar çok bilmediğini fark eder. Yeterlilikleri ise neyi ne kadar bilebildikleriyle bağlantılıdır ve bir konu hakkında her şeyi bilmediklerinde sahtekâr hissederler. Her yeni malumat, uzmanlık çıtasını kendilerinin de ulaşamayacağı yere yükseltir. Yetkin olabileceğini kabul etmek zordur. Ehli olmadıkları yeni bir konuyla ya da bilmedikleri bir detayla karşılaştıklarında tetiklenen imposter duyguları aynı zamanda kendilerinden daha fazla bilgiye sahip olduğunu zannettikleri insanlar karşısında da alevlenir. Becerilerini geliştirmek için düzenli zaman ve emek harcıyor olsalar da kendi “uzman” olma kriterlerini karşılamadıklarından, başvurulmamış işlerin, okulların, eğitimlerin sayısı her geçen gün artar.
Yalnızlar
Yalnızlar için yardım istemek zor, hile yapmış, yetersiz ve güçsüz hissettiriyor olabilir. Birinin desteğini almak, yardım aldığım için başarmış sayılmam düşüncelerini tetikleyebilir. Bir diğerinin muaveneti kişisel beceriksizliği ve yetersizliği kanıtlamak olarak algılanır ve herkes işin ehli olmadığını nihayet görecek endişesi taşır. Minik bir tavsiye dahi başarının kendisine ait olmadığını hissettirerek, sahtekâr sendromunu harekete geçirebilir. Ehli hissedebilmek için sonuca tek başlarına ulaşmaları ve yardım almamaları gerektiğine dair çarpık inançları vardır. Halbuki, güçsüz hissettiren muavenet ihtiyacının farkına varmak, kendimizi tanımak ve gereksinimlerimizi anlamak güç gerektiren bir eylemdir. Asıl zor olan yardım istemeden işleri başarabilmek değil, yardım isteyebilecek kadar kendini bilmektir.
Ben nasıl imposter oldum?
Aldığı her takdiri önemsizleştiren imposter hislerinden mustarip yetişkinlerin çocukluk zamanları da önemsizleştirilmiş ya da yeterli görülmemiş başarılarla bezenmiş olabilir. En başta fiziksel varlığı annesinin rahminden ibaret olan çocuk, dış dünya hakkında, yaşamın nasıl sürdürüleceği hususunda ne yapması gerektiğini bilmeden doğar. Kimliği şekillenirken ilk yansıması ebeveynlerinin sevgisini arzular ve onları taklit ederek veya istediklerini anlamaya çalışarak sevgiyi kazanmaya çalışır, takdir bekler. Evladı tarafından kendi yüksek beklentileri karşılanmasını uman ebeveynler olabileceği gibi iletişimdeki eksiklikler çocuğun mesajları yanlış anlamasına neden olabilir. Bu çocuklar anne ve babalarının sevgisini kazanabilmek, onları mutlu hissedebilmek ve kendileriyle gurur duyulmasını sağlayabilmek adına gelişim düzeylerinin ve becerilerinin üstündeki rolleri almaya çalışırlar. Büyümüş de küçülmüş çocuklar olarak karşımıza çıkarlar. Genellikle akıllı, uslu, derslerinde başarılı çocuklardır.
Yeterli övgü ve olumlu pekiştirmeyi ebeveynleri tarafından almamaları imposter sendromuna zemin hazırlayabilir. Aşırı kontrolcü, korumacı ya da yüksek beklentili ailelerin sahtekâr duyguların gelişmesine neden olabilmesi gibi ebeveynleriyle yeterli bağ kuramayan veya kendi gelişimin düzeyinin üzerinde ebeveyn rollerini almak zorunda kalan çocuklar da imposter sendromu geliştirebilirler. Bazen ebeveynlerden biri hastalanabilir, anne ya da baba kendi acısıyla başa çıkmak zorunda kalabilir ya da bakım verenler kendilerine odaklanmış olabilir. Böyle durumlar çocuk için tehdittir; zira ebeveynlerinin dirliğinin sorumlusunun kendisi olduğunu zanneder ve kendinden beklenenleri gerçekleştirmesinin mümkün olmadı rolleri almaya çalışır.
İmposter sendromunun kökleri çocukluğa uzansa da “sosyal medya platformları”nın yeterince iyi olamadığımız duygusunu sistematik olarak hatırlatması ve ulaşılamayacak, ulaşılsa dahi yeterli olmayacak hedefleri sunması sahtekâr sendromunu tetikleyebilir. Aynı zamanda destekleyici bir lider bulunmayan, iş birliğinden uzak, rekabet ortamının sert olduğu iş yerlerinde imposter duyguları doğması beklenebilir. İmposter sendromu bazen geçiş dönemlerinde ortaya çıkar; yeni bir şehir, liseden üniversiteye geçiş, yeni bir iş yeri benzeri. Bazen ise sistematik olarak ayrımcılığı ve ırkçılığa maruz kalan kişi ve gruplarda görülür.
Peki, hep yetersiz mi hissedeceğim? (Başka bir haftanın konusu…)