Ayşe Naz Hazal Sezen
Geçmişin Keşkesi ve Geleceğin Kaygısında An’da Kalmak
Yaşamın telaşına düştüğümüz günler birleşerek telaş içinde geçen haftaları, ayları, yılları ve kökleşmiş alışkanlıkları oluşturuyor. Yarın yapılması gerekenin telaşını bugünden yaşamak ya da geçmiş günün keşkesini yarına taşımak değişmesi zor itiyadımız. Anın içinde var olmak ise geçmiş ya da gelecekten ırak, çevremizdeki insanlar, duygular ve nesnelerle olan ilişkilerimizdeki bağların farkında olmaktır.
Geleceğin kaygısında olmadığımız, geçmişin gölgesinde karanlıkta kalmadığımız zamanlar anı deneyimleyemediğimiz ve spontane olduğumuz vakitlerdir.
Telaş
Kendi ahşap masamdan insanlara bakıyorum bugün. Yaz yağmurlarından ardından gelen güneşli saatlerdeyiz. Görüş alanımdan geçen herkes bir yere yetişme telaşında. Sokağın köşesinde yükselen inşaat seslerine bakılırsa, çalışanlar yetişmesi gereken bir başka kentsel dönüşüm projesinin telaşında. Zorunlu sebeplerle aylardır müdavimlerden uzak kalan esnaf içeri adım atacak her müşterinin memnuniyeti telaşında. Saatlerdir aynı cadde üzerinde gül satmaya çalışan yedi, sekiz yaşlarındaki ufaklık kazanacağı birkaç liranın telaşında. Çaprazımda kalan masadaki genç aşıklar kısıtlı sürede birbirine doyma telaşında. Varlıkları reddedilen gruplar, var oldukları gösterme ve kimseden bir farklarının olmadığını anlatabilme telaşında; karşılarındakiler de onları susturma telaşında. Bazıları kendi görüşünü ev, yöre, bölge fark etmeksizin herkese uygulatma telaşında. Bazıları susturulan müziğin sadece notalardan ibaret olmadığı, insan ruhunun dışavurumunun engellendiğini gösterme ve balaban bir medeniyete çelme atıldığını anlatma telaşında. Bazıları kalplerindeki doğrunun gerçek ile örtüşüp örtüşmediğini anlama telaşında. Ben bir şeyler yazma telaşındayım. Sanırım bir tek -sekiz dokuz aylık olduğunu tahmin ettiğim- siyah puset içindeki küçük insan tüm bu telaş anlarından uzakta. Annesi ise hararetli bir sohbet içinde bir yandan sipariş verirken bir yandan heyecanını kaybetmeden konuşmaya devam etme telaşında.
Nereye Bakıyor Bu Küçük İnsan?
Telaşsız halleriyle etrafı izleyerek bizden ayrı düşen küçük insanın nereye baktığına dikkat kesiliyorum. Bakıp gülümsediği şeyi merak ediyorum. Görebildiğim tek şey hafif esintiye karşı koyamayarak kıpırdanan bol yapraklı dallar. Ben yetişkin kategorisi içinde hızla ilerken, bebek kategorisindeki minyatür insanın neye güldüğünü bir türlü anlayamıyorum. Oysa, saniyelerle kısıtlı süre içinde başımı göğe kaldırıp, ağaçları izlediğim andan telaşıma dönerken fark ediyorum kendimin de gülümsediğini. Küçük insan ile aynı düşüncede olup, aynı şeye gülümsediğimizi sanmıyorum. -Tabii ki bu bir yanılgı da olabilir. Öğrenmek için bebeklerin konuşmasını yahut teknolojinin onları anladığı günü beklememiz gerekecek.- Lakin bir anlığına aynı cesarette olduğumuzu hissediyorum. Telaşa kapılmadan, yapılacak işin kaygısından, yapılmış işin yanılgısından uzak kalma cesareti. Etrafımızda olup biteni sadece olduğu gibi kendimizden ırak görebilme yürekliliği. -Tartışmalı bir husus, gören kişi benken, kendimi katmadan görme eylemine devam etmekten bahsetmek. Bu yüzden, burada bahsedilen kendini katma kısmının, kaygılarımızı katmak, yargılarımızı katmak, keşkelerimizi katmak olduğunu belirterek yazmaya devam etmek sarahat sağlayacaktır.-
Anın İçinde Var Olmak
Yaşamın telaşına düştüğümüz günler birleşerek telaş içinde geçen haftaları, ayları, yılları ve kökleşmiş alışkanlıkları oluşturuyor. Yarın yapılması gerekenin telaşını bugünden yaşamak ya da geçmiş günün keşkesini yarına taşımak değişmesi zor itiyadımız. İçinde bulunduğumuz anda, geçmiş ya da geleceği yaşamaya çalışırken anın kendisini bu lineer ayrışmaya kurban ediyoruz. Andan bahsederken zamanın bölünemeyen en küçük parçası tanımına rağmen daha uzun olabilecek geçmişi de geleceği de içinde barındıran zamandan bahsettiğimizi hatırlatmak uygun olabilir. Anda kalmak ise derinliğini popülerleşerek kaybetmekte olan carpe diem/anı yakala söyleminden daha esaslı bir durumun ifadesidir. Anın içinde var olmak, geçmiş ya da gelecekten ırak, çevremizdeki insanlar, duygular ve nesnelerle olan ilişkilerimizdeki bağların farkında olmaktır. Anda olmanın spontanitesi ve yaratıcılığıyla telaşsız, kaygısız ve korkusuz biçimde yaşamı deneyimlemektir.
Geleceğin kaygısında olmadığımız, geçmişin gölgesinde karanlıkta kalmadığımız zamanlar anı deneyimleyemediğimiz ve spontane olduğumuz vakitlerdir. Bir spor müsabakası izlemek, müziğin ruha işleyen ritmiyle dans etmek, tülbenttin kenarına oya işlemek gibi eylemler anın içinde kaldığımız an’lara örnek olabilir. Meşin yuvarlak orta sahayı geçerek hızla rakip takımın kalesine ilerlerken beş yıl sonraki kariyer planımız üzerinde düşün(e)meyiz. Yahut tülbenttin kenarlarına yarım kalmış işlerimizi iliştiremeyiz. Tüm bu eylemler sırasında anı geçmişten ve gelecekten uzakta, kendi içinde deneyimliyor oluruz.
Anda olmanın bana ne faydası var?
Anın içinde olmak, spontanite ve yaratıcılığı yanı başında getirir. Spontanite, bilinmeyen bir duruma uygun cevap verebilme hali olarak ifade edilebilir. Bilinmeyen bir duruma uygun bir cevap ise yaratıcılık olarak anlaşılabilir. Yaratıcı cevaba giden yol ise anın içindeki telaş, kaygı ve korkuların ayıklanmasıyla belirginleşir. Geçmiş deneyimlerin öğretileri ise yaratıcı eylemin önünde engel teşkil eder. Bir kere enstrüman çalmayı denemiş biri ikinci kez aynı enstrümanla karşılaştığında “ben zaten enstrüman çalamam” demesi gibi aşikâr örneklerle yaratıcılığı elimizden alan geçmiş, bazense bizi andan sinsice koparır. Ebeveynleri tarafından yeterince duyulmamış bir yetişkinin kimsenin onu duymayacağına inanarak kendini anlatmaktan vazgeçmesi de geçmişin ana sızmasıdır.
Gelecek kaygıları da aynı sinsi eylemi gerçekleştirir. Yapılacakların telaşı kaplar insanın zihnini. Bitirilmesi gereken işler, tamamlanması gereken listeler, anlatılması gereken dertler derken, geleceğin -meli ve -malı’ları anı bizden aşırır. Geriye dönüp çaldırdığımız anı yakalaya çalıştığımızda da yine geçmişin peşinde kaybederiz içinde bulunduğumuz vakit dilimini. Geçmişi kovalayıp, geleceği yakalamaya çalışırken kısır bir döngü içinde spontanitemizi ve yaratıcılığımızı yitiririz. Yitirdiğimiz geri gelmez sanar, bu döngünün içinde ruhlarımızın ve zihinlerimizin sayrılanmasına rıza veririz.
Üretmenin Hazzı
Oysa doğduğu anda annesinin memesini bulabilen bebek spontanedir. Anneyle ve çevreyle kurulan iletişim kendiliğindendir. Spontane olmak her bebeğin ve tüm insanların doğasında vardır. Yaşam deneyimleri kazanıldıkça spontane oluştan uzaklaşılır. Bundandır ki çocuklar büyüdükçe yaratıcılıklarını da yitirmeye başlar. Bilinmezden uzak, kontrole yakın olmaya meyilli bizler için geleceğin telaşından arınabilmek, ruh ve beden üzerinde stresin azalmasına destek olabileceği gibi yitirilen yaratıcı yanımızın da alevlenmesine faydalı olacaktır. An’da olabilmek yaşam doyumunun yükselticisidir. An’da olma becerisini enerji hapı gibi sunmanın an’da kalmaya pek faydası olmayabilir. Lakin bugüne kadar aldığınız tüm örgü atkıları düşünün, bir de ilmek ilmek işlediğiniz el örgüsü atkınızı düşünün. Mağazadan verdiğiniz sipariş eve vardığında ve sizin son ilmeyi attığınızdaki duygularınızı hatırlamaya çalışın. Yahut yaratıcılığınızı kullanarak evin içindeki hasarları giderdikten sonraki hissinizi. Bu duyguları hatırladıktan sonra, sizi anda tutmuş, yaratıcılık ve spontanite ürününüze karşı hissettiğiniz hazzın gündelik hayata yayılarak tüm benliğinizi kapladığını hayal edin. Yaratıcılığımızın ürünlerini görmek gündelik yaşamımızdaki doyum yükselişini düşünmek için bir yol olabilir.
Konuya dönecek olursak, küçük insanın hala neye güldüğünü anlamış değilim. Birkaç aylık haliyle henüz geçmişin keşkelerine ve geleceğin kaygılarına kapılmadığı aşikâr. Karnı acıkacağı an’a kadar, acıkırsam annemin memesi nerede olacak, diye telaşlandığını da sanmıyorum. Sadece anın içinde merakla dünyayı izleyen küçük bir insan kendisi. Onun merakına kapılıp, birkaç saniyeliğine dahi olsa yazılacakların telaşından sıyrıldığımda yüzüme bulaşan tebessümün sebebi ise artık açıklanmaya değil, yorumlanmaya müsait.