Ayşe Naz Hazal Sezen
BELLEĞİMİ NEREDE KAYBETTİM?
Kentsel bellek krizinin yaşanması, belleğin yenileşme adı altında kontrolsüz, duygusal, zihinsel, tarihsel ve kültürel kodlardan uzaklaştırılarak silikleşmesi, sadece tüketici kimliğindeki bireyler ve toplumlar yaratmaya olanak sağlayacaktır. Zira, bireyleri saf tüketiciler haline getirmek için önce kendi düşüncelerinin tüketilmesi elzemdir
Semtleri de insanları da ayırmak zorlaşıyor ve geriye benzer elbiseleri giymiş koca bir şehir kalıyor.
Dönüşenler yanında belleğimizi de alıp gittiler. Geçmişimizin meşruluğuna müdahale edildi.
İsmi, tasarımı ve işletmecisi birkaç yılda bir değişen müesseslerin birindeyiz. İşlek bir caddenin kenarından izliyoruz gelip geçen yıllarımızı. Kahkahalarımıza, geçmiş aşklarımıza, gençlik entrikalarımıza, kederli ve neşeli günlerimize bakıyoruz. Ergenlik zamanlarımızın yetişkinlikle buluştuğu seneleri yad ediyoruz. Hayatımıza ateş almak için girenleri, konaklayanları, göçenleri ve yitenleri konuşuyoruz. Küçük boyumuzla büyük hissettiğimiz günlerin tebessümü kaybolmaya yüz tutmuş tarihçemizin hüznüyle birleşiyor. Her birimiz resimsiz Mona Lisa’yız; kalıcılığımız kenarına iliştiğimiz caddenin hatıraları kadar. Her gün yıkılan, yeniden yapılan ve eskisinden iz bırakmayan sokaklar içinde kişisel tarihimizin yitimini izliyoruz.
Dönüşenler, belleğimizi de (ç)aldılar
Şehirler arası mola verir gibi ihtiyaç gidermek, efsane tostumuzu yemek, keyifli iki kelam etmek için uğradığımız dostlarımızın evleri önce pervazsız konutlara sonra göklere medyan okuyan yapılara dönüştü. Müdavini olduğumuz mekanlar önce masraflarını karşılayamaz, sonra da dönüşümün hızına yetişemez hale geldi. Belirsiz aralıklarla başka ellere emanet edildiler; ardından hepsi bir müteahhit insafına bırakıldı. Şehrin dönüşmesi lazım dediler, değişmeli dediler. Biz, sadece izleyebildik. Kişisel tarihimizdeki medeniyetlerin izlerini yansıtan Ayasofyalarımız, bir dönemimizin anlayışını yansıtan Notre Dome Kiliselerimiz, dileklerimizi toplayan Aşk Çeşmelerimiz kentsel dönüşüme girdi. Dönüşenler yanında belleğimizi de alıp gittiler. Geçmişimizin meşruluğuna müdahale edildi.
Orijinal olmayan Hafıza
Belleğimizin dışsal bileşenleri olan mekânsal uyaranlar ve tarihsel katmanlar hasar aldıkça, inançlarımızı ve geleneklerimizi barındıran kolektif belleğimiz de zayıflıyor. Kolektif bağlamdan kopuk, insanları ortak bir kimlik altında bağlayan bellekten uzak ve hatırlama eylemine mâni mekanların üretimi, yeni ama orijinal olmayan bir hafızanın oluşumunu tetikliyor. Unutmanın bir biçimi olarak çıkan orijinal olmayan hafıza, geleneklerin manipülasyonla ayrıştırılması ve yeniden icadı, kimlik kaybını tetikliyor. Zira bellek kaybı, kim olduğumuzu unutmakla eş değer. Hem toplumsal hem bireysel deneyimlerin şahidi mekanların görünürlüğü ve sürekliliği kayboldukça hafızası olmayan, kimliği zedelenmiş bireylere ve topluma dönüşüm başlıyor. Aynı şehirde farklı karakteri yansıtan semtler adım adım birbirinin kopyası haline geliyor; kimliği yansıtan, kültürü taşıyan ögeler kayboluyor; otantiklik ortadan kalkıyor. Semtleri de insanları da ayırmak zorlaşıyor ve geriye benzer elbiseleri giymiş koca bir şehir kalıyor.
Tektipleşme
Kolektif belleğin ve kültürün deneyimlerle yaşayan bir unsur olduğunu göz önüne aldığımızda, kentsel dönüşümün sonucu yeni hafıza ve kültür değişiminden bahsedilebilir. Lakin, eskinin yerine sunulan yeninin kolektif bağlamdan kopuk olması, öznel ve ortak deneyimlerin ışığında şekillenen toplumsal etkileşimlerle mekân bağının göz ardı edilmesi ve küreselleşmeye bağlı gelişen seri üretim tektipleşmeye neden olacaktır. Mekanların tektipleşmesinin yanı sıra mekânın konakçıları da aynılaşmaya başlar; zira, otantik olan ortadan kalmıştır.
Seri üretime ve kitlesel tüketime dayalı ve tektipleşmeye bağlı mekânların yerelliği azalıyor, farklılıkları kayboluyor. Mekânların kendi ve müdavimlerinin kimliği yersiz kalıyor. Gittiği yerlerle, yaşadığı semtle, takıldığı, eğlendiği ya da dinlendiği konumlarla kendini tasvir eden ve gündelik alışkanlıklarını oluşturanlar ise önce alışkanlıklarını, özgünlüklerini, ardından köklerini kaybediyor. Alışkanlıkların kaybı, hafızada yaşanan çarpıklıklar, hatırlatıcı ve ayırıcı ögelerin ortadan kalkması aidiyete yönelik hislerin değişimini tetikleyebiliyor. Doğduğu eve, yaşadığı mahalleye veya büyüdüğü şehre yabancılaşan insanların sayısının gün geçtikçe artmasının altında yatan sebeplerden biri de mekânsal ortamlarda tezahür eden sembolik temsillerin, nesiller boyunca paylaşılan alışkanlıkların; yani kentsel hafızanın silinmesi.
Yıkım-Yapım
Mekânsal yıkım-yapım sürekleri sadece şehrin siluetini değil, belleği ve kimliği de yapı(m)söküme uğratıyor. Birlikte hareket, düşünme, üretme gibi ortaklığa dayanan ilişkiler sistemi, gündelik yaşam faaliyetlerini sürdürürken kentsel belleğe sığınır. Kim’liğinin çekimini oluşturan kolektif nişanelerin yeri değiştikçe, yer çekiminden uzaklaşır gibi kişisel kütle çekiminden uzaklaşarak benlik boşluğunda savrulma riski doğuyor. Kentsel bellek krizinin yaşanması, belleğin yenileşme adı altında kontrolsüz, duygusal, zihinsel, tarihsel ve kültürel kodlardan uzaklaştırılarak silikleşmesi, sadece tüketici kimliğindeki bireyler ve toplumlar yaratmaya olanak sağlayacaktır. Zira, bireyleri saf tüketiciler haline getirmek için önce kendi düşüncelerinin tüketilmesi elzemdir. Nereye ait olduğunu, ideolojisinin ne olduğunu ve öğretileri unutan toplulukları kontrol etmek ve talep edildiği gibi biçimlendirilmiş tüketici topluluklarına dönüştürmek kolaylaşır.
“Kahvelerimiz artık servis edilmiyor.” diyor, kafenin yakınındaki evi kentsel dönüşüme verileceği için anılarını arkada bırakmış ve yerleştiği yeni yuvasının da kentsel dönüşüme verileceğini öğrenen arkadaşım. İçimizden biri kalkıp önce garson rolünü sonra siparişlerimizi alıyor. Konuştuklarımıza binaen yeni bir tebessüm yayılıyor yüzümüze ve neden eskisi gibi hissetmiyoruz sohbetimiz sonlanıyor. Geriye kültürel ve gündelik yaşam pratiklerimizi yeniden inşa etmek kalıyor…