Aytuna Tosunoglu
YER VAR MI?
Çalışma hayatımın yoğun yıllarında patronlardan bir ya da birkaçının özel uçaklarla istedikleri zaman, istedikleri yere, istedikleri yükle uçtuklarını bilirim. Özel uçağı olmayanlar, olanların uçaklarını döneme göre makul fiyattan kiralayıp dururlardı. Ahbaplığın derecesine göre belirlenirdi, fiyatlar. Bazısı kira bedelini iş bittikten sonra ödemez, yıl sonuna kadar oyalar, arada yeni seyahatler eklerdi, aynı özel uçaklara… Patron olmanın bir gereğidir, sürekli bir yerlere yetişmek, zaman kaybını önlemek, ihalelere herkesten önce koşmak ve kapmak vesaire.
Öyle mi, dersiniz…
Hepsi palavra.
Ayrıcalıklı olmanın, kendini ayrıcalıklı hissetmenin dayanılmaz hafifliği dışında bir de kuyruğuna bastıklarından kaçmak, hesaplaşma tarihini ertelemek ya da hepten öyle bir tarihin hiç olmaması için başka ülkelere, yerlere gitmek için özel uçak sahibi olurlar. Farklı olduklarını empoze ederler ve bizden bu farklılığı hazmetmemiz ve üstüne saygı duymamız istenir. Biz ne yaparız? Hoşgörü anlayışımızla boy ölçüşebilecek tek şeye, yani anlayışın altında yatan derin küçümsemeye sığınırız.
Beşi bir yerde inşaat şirketlerinden birinin sahibi kendisi için son model Fransız yapımı bir özel jet alıyor haberi yalanlanmış. İhalelere yetişmek için mi, beton dökülürken kuruyup kurumadığına yerinde bakmak için mi, özel bölmelere istiflediği dolar cinsinden paraları kaptırmadan başka bir ülkeye sokmak için mi alayazmış? Ya da herkesten önce sahile inip, denize en yakın gölgelikteki şezlonga havlu bırakmak suretiyle yer kapmak için mi?
Böyle işleyen kafaların daha büyük mevkide olanları, özel uçaklarını ülkelerinden kaçmak için kullandılar. Mesela 1986 yılında Filipin’in eski Devlet Başkanı Ferdinand Marcos, yoksulluktan helak olmuş halkın parasıyla kendisine aldığı özel uçaklarından iki tanesine atladığı gibi soluğu Amerika Birleşik Devletleri’nin ellinci eyaleti Hawaii’de aldı. Özel jetin bir tanesini adada tutmasına izin verdiler. İki jetle gelmesinin nedeni, karısının özel eşyalarının fazla olmasındandı.
Yakın tarihimiz benzer öykülerle bezeli. Mesela Uganda’nın eli kanlı eski devlet başkanı İdi Amin, özel jetiyle Suudi Arabistan’a kaçtı. Zaire’nin devlet başkanı Mobutu Sese Soku yine bir özel jetle Fas’da aldı soluğu. Haiti’nin yolsuzluğa batmış eski başkanı Jean Claude Duvalier de iki ayrı jetle Fransız Rivierası’na kaçtı. İran Şahı Pehlevi, başkanlık uçağıyla ülkesini terk etti. Onun bir ülkeye yerleşme öyküsü uzundur. Uçağı ile o kıtadan bu kıtaya sürüldü durdu. Amerika Birleşik Devletleri yardım elini çekiverince olacağı buydu. Kaçan diktatörlerin gittikleri ve yerleştikleri yeri belirlemede en önemli faktör, kurdukları kişisel bağlar ve coğrafi yakınlık oluyor.
Bana göre işin en ilginç yanı, demokrasi ile yönetilen ülkelerden bir ya da birkaçı kaçan diktatörlerin müttefiki olmadıkları sürece bu diktatörlerin demokrasisi zayıf ülkelere kaçmaya eğilim göstermeleri… Orada daha rahat edeceklerini, eski alışkanlıklarını sürdürebileceklerini düşünmüş olmalılar. Denize en yakın gölgelikteki şezlonga havlu bırakması için kişi ya da kurumlara rüşvet vermek gibi gibi.
Ama artık başka bir durum var. Dokuz saat kesintisiz uçabilen özel jet ya da jetler almakla kendilerini istedikleri manada kurtaracak ev sahibi ülke bulabilecekler mi? Öyle ya, soğuk savaş dönemi bitti. Bu durum, süper güçlerin devrik hükümdarlara ev sahipliği yapma teşviklerini ortadan kaldırmış oldu. Şimdilerde yeni yaklaşım, ülkesinden kaçan liderleri, nerede olurlarsa olsunlar yaptıklarından sorumlu tutulmaları şeklinde. Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) gibi yeni mahkemeler var, artık.
Ya sahi, Kaddafi de vardı…