Boray Acar
TÜGVA…
TÜGVA’nın kurumsal internet sitesinin giriş sayfasında, “Dünya üzerinde iyi ve güzele dair ne varsa savunan, her daim hakkın ve adaletin tarafında olacak bir nesil yetiştirme amacıyla kurulmuş yeni nesil bir gençlik vakfı” açıklamasıyla karşılanıyorsunuz. 2014 yılında kurulmuş olması itibariyle “yeni” veya “Bir Yeni Türkiye Hareketi” olan TÜGVA’nın sosyal medyada viral olan yemin töreninden yansıyan görüntülerde ise cihadizmi çağrıştıran bir fanatizmin ve yenilik karşıtlığının olduğunu görüyoruz. Ayrıca bir genç tarafından okunan, bir grup genç tarafından da tekrar edilen yemin metnindeki “dik durmak ve diklenmemek” mottosu, vakıf gençlerinin siyasi aidiyetlerini gösteriyor. Yoğun uğraşlarından bir tanesinin “vakıf işleri” olduğunu basından izlediğimiz Bilal Erdoğan’ın da, söz konusu vakfın Yüksek İstişare Kurulu’nda olması ve il temsilciliği açılışlarının bizzat kendisi tarafından yapılıyor olması vakfın bilinirliğini artırdı. Tayyip Erdoğan’ın dindar nesil yetiştirme politikasının kurumsal bir tezahürü olduğu düşünülebileceği gibi, birazdan okuyacağınız satırlarda anlam bulacak, tarihi kökleri ihmal edilmemesi gereken bir hadise olduğu gerçeğini gözden kaçırmamak gerekiyor.
TÜGVA; geçtiğimiz hafta gazeteci ve akademisyen Metin Cihan’ın, elektronik posta hesabına düşen bir takım belgeleri twitter hesabından paylaşması ile yeniden gündeme geldi. İlk başlarda belgelerin sahte olduğu yönünde bir takım açıklamalar yapılsa da toplumu buna ikna edemeyeceklerini düşünmüş olmalılar ki “belgelerin sızdırıldığını” söyleyerek, algıyı “belgelerin muhteviyatı”ndan ziyade “sızdıran”a kaydırmaya odaklandıklarını görüyoruz. Vakfın başkanı olan Enes Eminoğlu’nun, Cüneyt Özdemir ile yaptığı programda belgelerin sızdırılma yöntemine “FETÖ taktiği”, sızdıranlara da “FETÖ’cü” yakıştırması yapıyor olması, tam manasıyla tartışmayı ekseninden kaydırma girişimi. Vakıf başkanı, vakfa ait olduklarını kabul ettiği belgeleri sızdıranlarla ve yayınlayanlarla adalet önünde hesaplaşacaklarını söylüyor. Hukuken haklı çıkmalarının, yarattıkları çifte standart ile toplum vicdanında açtıkları yarayı kapatmaya ve imajı kurtarmaya yetmeyeceğini düşünemiyor olamaz.
Meselenin özü; Devlet kadrolarına vakıf tarafından belirlenmiş isimlerin atanması, yani kuruluş felsefesi itibariyle “kamu yararı gözetmesi” gereken vakfın bir kariyer şirketi gibi çalıştığı, TÜGVA ve benzeri vakıflara AKP’li belediyeler tarafından sembolik bedellerle gayrimenkuller kiralandığı iddiaları… Esasen; Büyükada Vapur İskelesi’nin üst katının iki bin Türk Lirası bedelle vakfa tahsis edilmiş olması, iddiadan öte kendilerinin de kabul ettikleri bir gerçek … Vakıf Başkanı’nın bu konudaki savunması da, “Alt katta işgalci durumunda olan ticari işletmelerin üstüne aynı hassasiyetle gidilmiyor” olması. Yani bir yanlışı, kötü örneklerden yola çıkarak savunmak gibi bir strateji güttüğünü görüyoruz. Eminoğlu’nun açıklamalarının satır aralarından dökülenler, yerel yönetimler ile sınırlı olmamak üzere, devlet aygıtlarının kamu yararı(!) gözeten bu vakıflar için imkânlarını seferber ettiklerini gösteriyor.
İddialar veya vakıf yöneticilerinin tabiri ile “saldırılar” karşısında vakfın kuruluş felsefesi ve varoluş amacı ile örtüşen makul açıklamalar yapılması beklenirdi. Malum Enes Bey, Türkiye’deki gençlerin eğitimine, sosyal, sanatsal, kültürel, teknolojik gelişimlerine katkıda bulunmak amacı güttüklerini ifade ediyor. Fakat bir çırpıda söyleyiverdiği ve her biri ayrı birer ihtisas konusu olan bu ana başlıkların alt metinlerinde ne gibi faaliyetler yürüttüklerine ve bu mukaddes çabalarının somut neticelerine dair bir şey söyleyemiyor. Söyleyebileceği bir şey olup olmadığını bilmiyorum. Fakat ortaya koyabilecekleri bir argümanları olsa idi TÜGVA Ortaokul Koordinatörü Fatih Yüksel, “TÜGVA’ya karşı yapılan bu algı operasyonları aslında İslam’a yapılan bir operasyondur. Bakın, açıklama yapanlar dinle imanla her zaman problemi olan kişi ya da gruplar! Bunu çekirdek çitleyerek izleyenler, yarın vicdanında kapanmayacak bir boşluk açacaktır” açıklamalarını yapmak yerine, eleştirenlerin yüzünü kızartacak gerçek başarılardan söz edebilirdi. Veya eleştirilere cevaben topluca namaz kılarak Eyüp Sultan Camii çıkışında açıklama yapmak dışında söyleyebilecekleri farklı şeyler olabilirdi. Zamanında Tayyip Erdoğan’ın şahsında “Allah Teâla’nın tüm vasıflarını toplamış bir lider” yakıştırmasını yapan vekiller çıkarmış siyasi hareketin mensupları için pek de şaşırtıcı olmayan “dinbaz manevralar.”
Hafta boyunca herkes konuyu kendi perspektifinden ele alarak yorumladı. Bu yorumlardan en fazla öne çıkanı ve rağbet göreni ise FETÖ’nün devlet kurumlarında kadrolaşma stratejisinden hareketle “yeni paralel yapı” benzetmesi idi. Tayfun Atay da PencerePazar’da yayınlanan yazısında, Hitler’in Gençlik Hareketi’nden yola çıkarak, TÜGVA’nın da Gezi Gençliği karşısında bir “Erdoğan Gençliği” yaratma projesi olduğunu ifade etti. Her iki yaklaşımda da katıldığım birçok vurgu olmasına rağmen konunun belli bir siyasi döneme hapsedilmemesi gerektiği kanaatindeyim.
Yaşadığımız siyasi dönemde, toplumun manevi hassasiyetlerinin pespayelik düzeyinde istismar ediliyor olduğu bir gerçektir. Buna dayalı siyasi cambazlığın dozajı artmış olsa da vakıa, sağ siyasetin belli bir dönem veya kişi ile sınırlanamayacak tarihi stratejisinin bir parçasıdır. Toplumsal gelişime ön ayak olabilecek eğitim ve kültür seferberliklerinin önünü kesme ve toplum vasatını koruyarak siyasi pozisyonlarını tahkim etme anlayışının bir ürünüdür. Ülkücü Hareket, Milli Gençlik Vakfı vesaire gibi fikre dayanmayan, topluluk, kalabalık, sayıca çoğunluk yaratma amacı güden girişimlerin bir yenisi ile karşı karşıyayız. Eğitim, kültür, sanat, bilim gibi modern çağ kavramlarını benimseyen, sorgulayan, yaşadığı çevreye duyarlı olduğu için de “aşağıya bakmaya” zorlanan Türkiye gençliğin sahip olması gereken imkânları ellerinden alarak “oy”a tahvil etme girişimidir. Kısaca; konu hukuk önünde hesap verilmesi ile kapanmayacak, tarihe tevdi edilecek kadar önemli ve bir o kadar da derindir.