Boray Acar
Öcalan’ın Mesajları ve Yeni Dönem...
DEM adına Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan’ın, Abdullah Öcalan ile görüşmesi Devlet Bahçeli’nin başlattığı sürece yeni bir boyut kazandırdı. Öcalan’ın mesajlarından anlam çıkarmaya çalışan oldukça kalabalık bir zevat var. Görüşmenin içeriği tam manasıyla bilinemiyor. Herkes kendi bakış açısı ve birikimi doğrultusunda, kısa açıklamayı yorumlamaya çalışıyor. Belki bölgedeki karmaşa ve ortamın dağınıklığı böyle bir belirsizliği gerektiriyor. Taraflar arasındaki güven eksikliği de söyleneceklerden imtina etme, daha temkinli adım atma sonucunu doğuruyor.
Devlet adına konuşanlar açısından bakıldığında yeni bir açılım süreci olmayacak. Velhasıl bir süreç olması istenmiyor. Müzakerenin olmadığı veya o faslın hızlı geçildiği bir model arzulanıyor. Bu yaklaşımda, senelerdir sorunun varlığını kabul etmeyenlerin ön planda olmasının etkisi olabilir. Siyasi, kültürel, sosyal boyutları ile ele alınmadan sürecin sonuçlanması isteniyor. Kürtler açısından bakıldığında ise -arka planda bilmediğimiz pazarlıklar dönmüyorsa– meşru hakları olarak gördükleri meseleleri masaya yatırmadan böyle bir uzlaşıya gitmek pek akla yakın görünmüyor.
Selahattin Demirtaş başta olmak üzere cezaevinde olan siyasilerin durumu, kayyım atamaları, gazeteciler üstündeki baskı, Kürtçe etkinliklere gösterilen tahammülsüzlük gibi gerçekler ortada. Tüm bu gerçeklere rağmen birinin, ki o biri Öcalan da olsa, bir çağrıda bulunması ve her şeyin bir anda son bulması beklentisi fazla iyimser duruyor. Kandil’deki savaş baronları da sürecin akim kalması için ellerinden geleni yapacakladır. Tüm bu olumsuzluklara rağmen tarafların önceliği süreci bozacak bir girişimde bulunmamak olacaktır. O nedenle de bazı şeylerin en azından bir süre için yokmuş gibi davranılması da bir adım geriden gelme tutumu da normaldir. Dolayısıyla ifrat ve tefrit arasındaki salıncağın nerede duracağını tarafların yaklaşımları ve zaman gösterecektir.
Öcalan’ın mesajlarına bakacak olursak…
Türk-Kürt kardeşliği vurgusu iyi bir başlık olabilir. Devlet açısından, şu ana kadar olduğu gibi bundan sonra da beka eksenli bir yaklaşım belirleyici olacaktır. Esasen bu yaklaşım Öcalan’ın attığı başlığı da kapsar, elbette istenirse… Sürecin siyasallaşmasının altını çizen TBMM vurgusu çok önemlidir. Sürecin TBMM çatısı altında bir tokalaşma ile başladığı düşünülecek olursa bu konuda kesin mutabakat olduğu açıktır. Cismi şu an için DEMP’de mündemiç olan siyasi hareket kapatılma riski ve güvenlik baskısı olmadan veya “yok edilmesi gereken haşere sürüsü” olarak görülmeden, temsil ettiği kitlenin meşru haklarını savunmaya devam edecek, yaralar kaşınmayacak, herkes acılarını bir daha çıkarmamak üzere sandığa gömecektir.
Belli bir süredir Türkiye’den örgüte katılım yok denecek kadar az. Bu durum Türkiye Kürtlerinin de silahlı mücadeleyle aralarına mesafe koyduklarını, çözümü orada görmediklerini gösteriyor. Türkler açısından da durum çok farklı değil. Yoğun şehit haberlerinin gündemi kapladığı dönemin geride kalması toplumdaki harareti düşürdü, elli yıllık süreçte birkaç kuşak aramızdan ayrıldı ve geçmişin acıları bir nebze olsun hatıralardan silindi. Sosyal hafızanın zayıflığı ve tarih bilincinin azlığı da hoşgörü ortamı yaratmak isteyenlerin işlerini kolaylaştırıyor.
Tabii silahlı mücadelenin soğusa da bitmediği Suriye bölgesi var. Bu minvalde Öcalan’ın Gazze ve Suriye hakkındaki kısa mesajının metindeki en önemli atıf olduğunu söyleyebiliriz. Savaşın HTŞ lehine sonuçlanmış olması Türkiye’nin elini fazlasıyla güçlendirdi. Bu güç iki yönde kullanılabilir. Ezmeye yönelik bir motivasyona tahvil olabilir veya kapsayıcı bir bölge siyaseti için kullanılabilir. Umarız ki ikincisi olur. Bu noktada Türkiye tek belirleyici değil. Soykırımcı İsrail ve onun hamisi durumunda olan Amerika sahadalar. Kürtler için istismar kapısını sonuna kadar açık tutacaklar ve yeni Suriye yönetiminin istikrar sağlayamaması ve Kürtlerle birlikte bölgedeki tüm unsurların uzlaşacağı bir modelin hayata geçmemesi için de ellerinden geleni yapacaklardır. Öcalan’ın dışarıdan müdahaleler ile sorunun kangrenleştirilmemesi çağrısını bu gerçeklerin ışığı altında okumak gerekir.
Öcalan’ın muhalefete olan çağrısı da paradigmaya olumlu katkı koyma niyeti kadar kıymet arz etmektedir. Sorunun bu raddeye gelmesinde birleşik irade ile hareket edilmemesinin ve Öcalan’ın işaret ettiği küçük konjonktürel hesapların büyük zararı görülmüştür.
Öcalan’ın final cümlesinde ifade ettiği gibi, “Devir Türkiye için barış, demokrasi ve kardeşlik devridir.” Bu defa fırsatın doğru değerlendirilmesini ümit ediyoruz.
2025’in ülke ve bölge için barış ve kardeşlik getirmesini diliyorum…