
Boray Acar
HAFTANIN DÜŞMANI TÜSİAD…
Türkiye bir yönetim krizinin gölgesinde debelenip duruyorken, bunun müsebbibi olan iktidar ise olur olmaz her fırsatı bir manipülasyon aracı olarak kullanmanın peşinde. Manipülasyon araçlarının başında da düşmanlaştırma siyaseti geliyor. Hafta geçmiyor ki birilerine ayar verilmesin, iddianame hazırlanmasın, soruşturma düzenlenmesin, yaka paça gözaltılar, ev hapisleri, yurt dışına çıkış yasakları olmasın…
Geçtiğimiz hafta hedefte TÜSİAD vardı. 13 Şubat’ta toplanan TÜSİAD Genel Kurulu’nda Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Ömer Aras ile Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan’ın eleştirilerine iktidar jet hızıyla tepki göstererek soruşturma başlattı.
Bunun üstüne belli kalem erbapları zaman içinde TÜSİAD’ın AKP ile kafakol ilişkisi içinde olduğunu ve bu tepkinin de gecikmiş bir tepki olduğunu dile getirdiler. TÜSİAD’ı eleştirirken hayatın gerçeklerini göz ardı etmemek, TÜSİAD’ın bir iş insanları örgütü olduğunu unutmamak ve temel amaçlarının kendi menfaatleri olduğunu da dikkate alarak konuşmak gerekiyor. Ayrıca TÜSİAD, geçmişi itibariyle ülkeyi yönetenler ile mutlak mutabakat içinde bir örgüt olmadı. Tamam; özellikle AKP’nin ilk dönemlerindeki gibi seviştikleri, birbirlerine destek verdikleri dönemler oldu ama hiçbir zaman bu flörtler -MÜSİAD gibi- koşulsuz birlikteliğe dönüşmedi. 1997 yılında yayınladıkları “Demokratikleşme Raporu”nda ülkenin bugünlerde de keskinleşerek devam eden meselelerinden dem vurarak keskin eleştiriler getirmiş ve sadece hükümeti değil, ordu başta olmak üzere tüm kurumlarıyla müesses nizamı ayağa kaldırmışlardı. Manifestonun muhteviyatında basın özgürlüğünden Kürt sorununa, faili meçhul cinayetlerden ekonomik krizlere her konu vardı. Mesajlardaki vurgular o denli doğruydu ki marjinal sol bile patronların bu çıkışına sahip çıkmıştı. Üstelik Kürt sorunu hakkında kelam etmek öyle bugün olduğu gibi her babayiğidin harcı da değildi.
Peki, TÜSİAD bu defa ne dedi, ona bakalım… Tutuklamalardan ihraç edilen teğmenlere, Kartalkaya yangınından İliç madenindeki toprak kaymasına ve depremlerde yıkılan binalar gibi kamuoyunda ihmal şüphesiyle gündeme gelen olaylara, ülke ekonomisine ve küresel gelişmelere uzanan geniş yelpazede meselelere değinilmiş. İhmalden kaynaklanan felaketlere yönelik mesajları şöyle:
“Kurallarımız vardır ama uymayan çoktur, yeterli denetim yoktur. Bu ölümlerin ana nedeni sistem bozukluğudur. Bu sistemin nasıl düzeleceği çok net bellidir. Sistemin kendi kendini düzeltme mekanizması olmalıdır. Sorumlular görevden ayrılmalı, hesap vermeli ve yerlerine yeni kişiler gelmelidir.”
Siyasi düşünmeden, toplum sosyolojisine falan eğilmeden, bilhassa tarafgirlik de yapmadan sadece elini vicdanına koyarak bu sözleri okuyan, dinleyen, izleyen ortalama bir yurdum insanının “yanlış konuşuyorlar” deme ihtimali yoktur. Nasıl ki, ekonomi için söylediklerini değerlendirirken “Yalan konuşuyorlar, memleket ekonomisi güllük gülistanlık…” diyemeyeceksek, yaşanan felaketler karşısında da “Türkiye’de liyakat esastır, görevini layıkıyla yapmayan kişiler anında görevden alınır.” diyecek akıllı uslu birini, arasak da bulamayız.
Adalet Bakanı olacak arkadaş eleştirileri “Hiçbir kuruluş kendini milletin iradesinin ve hukukun üstünde göremez.” şeklinde cevaplamış, arkasından da memuriyetinin hakkını vererek soruşturmalar açtırmış. Türkiye’nin yönetilme şeklini, özellikle de herkesin bildiği ve acısını yaşadığı gerçekler üstünden eleştirmek, millet iradesini hiçe saymak değil, bizzat milletin sorununu dile getirmektir. Ancak; herkesin bildiği gerçekleri dile getirdiği için azınlık da olsa toplumun bir kısmını temsil eden bir sivil toplum örgütünü zan altında bırakmak ve yargı sopası ile üstüne gitmek gerçek bir irade gaspıdır. Bunun böyle olduğunu Bakan da çok iyi biliyor. Bildiği için de TÜSİAD heyetinin makul eleştirilerine cevap vermek yerine “bayrak inmez, vatan bölünmez” formunda abuk sabuk bir yorum yapıyor. Oysa hiç konuşmadan direkt soruşturma açılmasını sağlasa hem memuriyetinin hakkını vermiş olacak hem de bu denli rezil olmayacaktı. Gerçi rezil olmak artık Türkiye için nostaljik bir mevhum…
AKP’nin eski Türkiye ile derdi bitmiyor. Çünkü eski Türkiye’nin güçlü kurumları, tarihi komplekslerinden kurtulmalarını engelliyor. TÜSİAD da bu kurumlardan biri ve siyasal İslamcı cenah kabul etmese de Cumhuriyet burjuvazisini onlar temsil ediyorlar. Kuşaktan kuşağa aktardıkları gelenekleri, müktesebatları ve evrensel değerlere olan bağlılıklarıyla da batı tipi demokrasiyi bildikleri ve içselleştirdikleri açıktır. Bugün gösterdikleri tepkinin ve koydukları vizyonun arka planında da bu bilinç var.
Hülasa nicelik yarıştırarak bu işler olmuyor. Bazı şeyler için hem zaman hem de farklı kültürel motivasyonlar gerekiyor.