Aytuna Tosunoglu
SİGARA
Tüm ayrılıklar gibi(!) insanın ilk şoku atlatması 5-6 güne yayılan bir acının melankoliyle birleşip sodyum alkan sülfonat tankının içinde saçlarını sokmadan yüzmesi gibi bir şey, işte.
Birazcık camsil durumu çözer gibi geliyor insana. Ya da uçak motorunun kompresyon odacığında birkaç kez Denise Biellmann hareketi yapası geliyor (Bu da ne, diyenler için: Artistik buz pateninde bir acayip hareket. Patenci sol ayağı ile kayarken, sağ bacağını arkadan kaldırıyor, başının üzerine gelecek şekilde tutuyor, iki eliyle başının üstünde yer alan patenli ayağını pateninin alt demirinden tutuyor ve o şekil akıyorlar, buzun üstünde. Bu hareketi ilk defa 1980’li yıllarda Denise Biellmann yaptığı için yarışmalarda onun adıyla anılıyor).
Aman, hiç anlamaya çalışmayın. Aynen yukarıda yazdığım gibi oluyor.
Sonrası ise bir akıl oyunu. Sanıyorum bir ömür sürecek bir akıl oyunundan bahsediyorum. Oyunu oynadığınız kendi aklınız ve beyninizde küçük bir bölge. Biri “biz ayrılamayız” derken öbürü “benim etkinliğimi kendi amacına bağlamasana” gibi şeyler söyleyerekten saçmalıyor.
Sigarayı bırakma “savaşı” verenleri anti-depresan ilaç kullandırmaya teşvik etmek hallice bir pasta payının, sigara üreticilerinin elinden alınıp ilaç sektörüne kaydırılması için yapılmış bir numara olduğunu düşünenlerin sayısı benimle sınırlı değil. Sigara içmek sağlığa zararlıdır, kabul. Sigara içmemek için anti-depresan ilaçları kullanmak sağlığa zararlı değil midir?
İngiltere’de, 1975 yılında yapılan Dünya Sağlık Örgütü’nün konferansında Sağlık Genel Müdürü George Godber şöyle demiş; “Aktif içicilerin çevrelerindeki insanlara, özellikle ailelerine ve çocuklarına zarar verdikleri algısının yaygınlaştırılması zaruridir.” Pasif içicilik sigara aleyhtarlarının amentüsü. Çünkü, bu “pasif içicilik”in zararlı olduğu kanıtlanırsa ya da en azından öyle algılanırsa, tiryakilerin hak, tercih, tolerans gibi gerekçeleri bertaraf edilecek. Bizde 2009 yılında bu konuda kampanya bombardımanı vardı. Üzerinden on iki yıl geçti, sigara içenlerin sayısı düştü mü? Bırakanlar, bıraktı. Onların yerine yeni içiciler gelmedi mi?
Güzel bir kelimedir, anarşizm ve Antik Yunanca’da yöneticisiz anlamına gelir. Toplumsal otoritenin, tahakkümün, erkin ve hiyerarşinin tüm biçimlerini bertaraf etmeyi savunur. Politik bir felsefedir. Henri Arvon, anarşizmin felsefi temellerini tartışırken devletin yetkileri nelerdir diye sorar. Bunun cevabını ararken tanrısal misyon fikrinin bertaraf edilmesi gereklidir, der. Yani, devlete verilmiş ve bu devletin bireysel mutluluğu, herhangi bir yüksek ve aşkın dava uğruna feda etmesine izin veren tanrısal misyon fikri bertaraf edilmelidir. Ama velakin bizde devlet bir baba - bir hikmet sahibi kişi görevini de üstlendiği için “o” bilir. Yine Arvon’a göre devletin tek varlık nedeni toplumsal sözleşmenin savunulması, bireysel özgürlüklerin savunulmasıdır. Bu rolü etkin bir biçimde yerine getirebilmesi için, devlete bir ölçüde sınırlama yapma hakkı verilir. Öte yanda, ortak bir örgütlenme olmasına rağmen, insan temelde tek başına ve atomlaşmış bir varlıktır. Ve bu da şunu ifade eder: Her bireyin zamanla değişmeyen bir özgürlük hakkı olsa bile toplumsal sözleşme geçicidir, koşullara bağlıdır ve değiştirilebilir bir bağdan başka bir şey değildir. Dolayısıyla, rasyonalist bireycilik, haberi olmadan ve arzusu hilafına, bağrında anarşizmi taşır.
Devlet, sürekli değişen ve yaratıcı olan “ben”in dinamizmini sınırlar. Stirner’e göre, “Devletin tek bir amacı vardır: Bireyi kısıtlamak, bastırmak, tabi kılmak, onu herhangi bir genel şeye bağımlı kılmak; devlet, birey her şey olmadığı sürece varlığını sürdürebilir; devlet benim kısıtlanmamın, sınırlanmamın, köleliğimin somut görünümüdür. Hiçbir zaman bir devlet bireyin serbestçe faaliyet göstermesini sağlamayı sürekli amacı haline getirmez, bireyin etkinliğini kendi amacına bağlar.” Bu bağlamdan devamla, devlet yabancılaşmaya içkin olan bütün kötülükleri içinde taşır demeliyim. Bir yandan yönetilenleri köleleştirir ve alçaltır. Devlet’in gücünün sadece iyiliğin hizmetinde kullanıldığını kabul etsek bile iyiliği zoraki benimsettiği için onun niteliğini değiştirir. Çünkü, “bir emir” özgürlüğün meşru bir tepkisine yolaçar. Ayrıca iyilik “emirle” gelirse “kötülüğe” dönüşür, çünkü insan onuru iyiliği özgürce ister.
Sigara ve içki yasaklarının büyük bir tahribat yaptığını düşünüyorum. Bu tahribat sadece ekonomik değil, hoşgörüsüzlüğü, toplumsal gerilimi ve gammazlama kültürünü besliyor, her türlü toplum mühendisliğine örnek teşkil ediyor.
Ama, en çok hakikati tahrip ediyor.