Serap Durusoy
Para otoritesinin yok edilişinin sonuçları
2021 Eylül ayında ülkemizde ekonomi politikasında temeli olmayan radikal bir değişime geçildi. Bu farklı ekonomik paradigma çerçevesinde 2001 yılında güçlü ekonomiye geçiş programı ile benimsenen enflasyon hedeflemesinin yerini faiz hedeflemesi aldı. Bir de buna MB’nin operasyonel bağımsızlığındaki aşınma da eklenince ekonominin dinamikleri olumsuz etkilendi. Nitekim art arda açıklanan makroekonomik veriler gelinen tabloyu ortaya koydu.
Geçen hafta mart ayı enflasyon rakamı açıklandı. Baz etkisine bağlı olarak yıllık enflasyon beklentilerin altında gelmiş olsa da aylık enflasyon serisi mart ayında da devam ederek 51. aya yükseldi. Enflasyonun artış hızındaki yavaşlama ne yazık ki fiyatların düşeceği olarak yorumlanamaz. Her ne kadar Sayın Nebati “Atılan isabetli adımların etkisi ile enflasyon düşüşe geçmiştir” yönünde bir değerlendirmede bulunsa da enflasyon düşerken fiyatların yükselmeye devam etmesi bu gerçeği ortaya koyuyor.
Öte yandan Sayın Bakan’ın “Faiz artarsa fabrikalar kapanır, işsizlik artar” yorumunun ardından bu hafta açıklanan şubat ayına ilişkin işsizlik rakamı söylenenin aksine yeniden çift haneye geldi.
Enflasyonda hedeflenen oranın bu kadar fazla aşıldığı bir ortamda; daha az tüketerek, daha az gelire razı olarak ekonomik ve sosyal maliyeti ağır olan bu sürecin yükünü üstlenmek zorunda bırakılan geniş halk kitleleri, katlandıkları büyük fedakârlıktan dolayı mağduriyet yaşarken bir de buna işsizliğin eklenmesi mağduriyetin boyutlarını elbette ki daha da büyütüyor.
TÜİK’in Hane Halkı İşgücü Araştırması sonuçlarına göre Ocak'ta tek haneye düşen işsizlik oranının 0,2 puan artarak şubat ayında yeniden yüzde 10,0 seviyesine ulaştığı belirtildi. İşsizlik oranının erkeklerde yüzde 8,7, kadınlarda ise yüzde 12,6 olarak tahmin edildiği açıklandı.
Geniş tanımlı işsizliğin 2021 yılından beri en yüksek seviyesine çıkarak yüzde 23,4 olduğu söylendi.
Ayrıca TÜİK deprem etkilerinin verilere yansıtılmadığını duyurdu.
Kurumdan yapılan açıklamada, ülkede yaşanan deprem felaketi nedeniyle Adıyaman, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya ve Osmaniye illerinde anket yapılamadığı belirtildi.
İşgücünün 2023 yılı şubat ayında bir önceki aya göre 295 bin kişi azalarak 34 milyon 975 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise 0,5 puanlık azalış ile yüzde 53,6 olarak gerçekleştiği açıklandı.
İşgücüne katılma oranının ise erkeklerde yüzde 71,2 iken kadınlarda yüzde 36,4 olduğu belirtildi.
Zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan atıl işgücü oranının da 2023 yılı Şubat ayında bir önceki aya göre 1,5 puanlık artış ile yüzde 23,4 olduğu gözlemlendi.
Şubat ayına göre yüzde 9,8 azalış gösteren kayıtlı işsiz sayısında da kayıtlı işsizlerin yüzde 50,2’si erkeklerden, yüzde 49,8’inin kadınlardan oluştuğu belirtildi.
Türkiye ekonomisinin kanayan bir yarası olan 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta da işsizlik oranının erkeklerde yüzde 15,4, kadınlarda ise yüzde 26,2 olarak tahmin edildiği açıklandı.
Hal böyle iken üniversite mezunu gençlerin büyük bir kısmı işsizliklerini kamufle etmek için yüksek lisans ve doktora programlarına kayıt olurken, bir diğer kısmı da beyin göçüne yöneliyor.
Rakamlara ilişkin kamuoyunda oluşan güvensizlik algısına rağmen mevcuttaki bu rakamlar dahi oldukça endişe verici.
Büyümenin iyi planlanmaması, sektörel önceliklerin doğru belirlenmemesi, sanayi ve tarım gibi artı değeri yüksek ve lokomotif etkisi olan sektörlerin önceliklendirilmemesi, nüfus artışını destekleyen politikalarda ısrar edilmesi, işsizlik türlerine göre politikaların belirlenmemesi ve daha da önemlisi genç işsizliği gerçeğinin kabul edilmemesi ve nitelikli işgücü kaybının önemsenmemesi bu sorunu daha da görünür kılıyor.
Nitelikli gençlerin ülkeyi terk etmesi yalnızca iş bulmak amacı taşımıyor. Gençlerin bu kararlarında ilerleyebilecekleri özgür ve kaliteli bir yaşam arayışının da etkili olduğu göz ardı edilmemeli.
Öte yandan şubat ayında cari açığın beklentileri aşarak 8,78 milyar dolar olması ve 12 aylık cari açığın da şubat ayında 54 milyar dolara ulaşarak 20 yılın en yüksek seviyesine gelmesi, uygulanmakta olan ekonomi politikasının öznesini oluşturan cari fazla yaratma amacının da ütopyadan öteye geçemediği gerçeğini bir kez daha gösterdi.
Bu artışın nedeni elbette ki ithalat ve özellikle de altın ithalatı. Nitekim Borsa İstanbul Kıymetli Madenler Piyasası verilerine göre, şubat ayında altın ithalatı 57 bin 452 kg olarak gerçekleşti.
Her ne kadar Şubat'ta altın ve enerji hariç cari işlemler hesabının 834 milyon dolar fazla verdiği belirtilse de bu durum cari açık gerçeğini değiştirmiyor. Haliyle katlanılan yüksek enflasyona rağmen yüksek gelen cari açık “Cari fazla neredesin sen?” sorusunu sormayı gerektiriyor.
Kuşkusuz cari açığın artması kadar bu artışın nasıl finanse edildiği de bir diğer önemli noktayı oluşturuyor. Elbette ki bu açık MB rezervleri ve kaynağı belirsiz para girişleri ile karşılandı. Nitekim resmi rezervlerde bu ay 4,7 milyar dolarlık net düşüş bunu kanıtlıyor. Ayrıca kaynağı belirsiz para girişinin tutarını oluşturan net hata noksan kaleminde şubat ayında 1 milyar dolarlık giriş yaşanması da bunun bir diğer kanıtı.
Tüm bunlara ilave olarak TÜİK’in salı günü açıkladığı sanayi üretim verisi Şubat ayında sanayi üretiminde bir önceki aya göre yüzde 6, yıllık bazda ise yüzde 8,2 azalarak 3 yılın en büyük düşüşü görüldü. Kuşkusuz bu düşüşte depremin etkisi dışında, Avrupa’daki resesyon, kapasite kullanım oranındaki azalma, finansmana erişim zorluğu ve asgari ücret maliyetlerindeki artış da etkili oldu.
Görüldüğü üzere cari fazla yaratarak ekonomik büyümeyi önceliklendiren politikanın sürdürülebilirliğini sağlayacak koşullar mevcut değilken, bu politikada ısrar edilerek politika faizinin tek haneye indirilmesi makroekonomik dinamikler dikkate alındığında ekonomiyi aşama aşama krize sürüklediği söylenebilir.