ÖTV Sürprizi

Bu ayki yazımın kurgusunu kafamda oluşturmuş ve nasıl bir giriş yapıp, nasıl devam edeceğimi planlamıştım ancak dün Resmi Gazete’de yayımlanan ÖTV artışlarıyla bu kurgu tamamen değişti. Dolayısıyla bu sıcak gündem yazının giriş ve ana konusu oldu.

Haziran 2002’de kabul edilip Resmi Gazete’de yayımlanarak hayatımıza giran Özel Tüketim Vergisi, belirli mal veya ürünler üzerinden maktu veya oransal olarak alınan bir harcama vergisi. İlk olarak Avrupa Birliği ile uyum çerçevesinde gündeme gelmişti ve 2002 yılında yasalaşmıştı. ÖTV, mücevher, kürk gibi lüks mallar; alkol ve sigara gibi sağlığa zararlı mallar; benzin, mazot gibi çevreye zararlı mallara uygulanarak, bu malların tüketimini azaltmaya, caydırmaya yönelik bir uygulama şeklinde başladı. Ancak zaman içinde hem uygulandığı malların çeşitlenmesi hem de bu mallar arasındaki ÖTV oranlarının temel amacından uzaklaştığı izlenimini doğuran düzenlemeleri sebebiyle şu anda bu tanımlamayı yapmak çok mümkün görünmüyor. Şu anki algısı daha ziyade hükümetlerin ÖTV’yi önemli bir bütçe gelir kalemi olarak gördüğü ve bu doğrultuda hareket ettiği yönünde.

Elbette bu algıyı doğrulayacak, kuvvetlendirecek rakamlar da mevcut. Son açıklanan bütçe gelirleri verisi olan Nisan ayı rakamlarını incelediğimizde görüyoruz ki son 12 ayda Merkezi Hükümet 164,11 trilyon Türk lirası gelir yaratmış. Bu gelirin 159,29 trilyon Türk liralık bölümü genel bütçe geliri. Bunun yüzde 84’lük bölümünü yani 136,28 trilyon Türk lirasını ise vergi gelirleri oluşturuyor. Vergi gelirlerinin bütçedeki en büyük gelir kalemi olduğunu bilmek, tahmin etmek elbette şaşırtıcı değil.
Vergi gelirlerini de kendi içinde incelediğimizde, konumuz ÖTV olduğu için diğer kalemlerin üzerinde durmayacağım, son 12 ayda bütçede yaratılan ÖTV gelirlerinin 237 trilyon Türk lirası olduğunu görüyoruz. Diğer bir ifade ile vergi gelirlerimizin yüzde 17’sini; bütçe gelirimizin ise yüzde 14’ünü Özel Tüketim Vergisi oluşturuyor. Toplanan vergilerin 6’da 1’i ÖTV. Ancak grafikte de çok net görüldüğü üzere, 2018 yılı oratalarına kadar bakıldığında bu ÖTV’nin vergi gelirleri ve bütçe gelirleri içindeki ortalama payı sırasıyla yüzde 25 ve yüzde 22 seviyelerinde. 2018 yılı Ağustos ayında yaşanan kur atağıyla birlikte ithal mallara olan talebin azalması sonucu ÖTV gelirlerinde de ciddi düşüş görülüyor. 2021 yılı başlarında eski seviyelerine çıkma eğilimi gösteriyor fakat sonrasında şimdiki seviyelere kadar gerilliyor.
İşte tam da bu sebeten dolayı dün Resmi Gazete’de yayımlanan karar ile alkollü içecekler, tütün mamulleri ve su, meyve suyu, gazozlar gibi içeceklerde ÖTV artışı yapıldı. Artış oranı alkollü içeceklerde yüzde 25, tütün mamullerinde ise yüzde 10 oldu.

Öyleyse ÖTV gelirlerini de kendi içinde detaylandıralım ki bu artışın bütçeye olası katkısını hesaplayabilelim. Son 12 ayda 237,04 trilyon Türk lirası olan ÖTV gelirlerinin 101,90 trilyon Türk liralık bölümünü dün ÖTV artışı yapılan kalemler oluşturuyor. Bu mamullerden elde edilen ÖTV’nin payı, toplam ÖTV geliri içinde yüzde 43, toplam vergi gelirlerinde yüzde 7 ve toplam bütçe gelirlerinde yüzde 6.
Bu mamullerde meydana gelebilecek olası satış hacmi değişimlerini ya da bütçenin ve toplanan vergilerin diğer kalemlerindeki olası değişimleri göz ardı ederek, diğer veriler aynı kalsaydı ve sadece bu mamullerdeki ÖTV gelirinin düzenleme etkisiyle değiştiğini varsayarak bir hesaplama yaparsak; dünkü artışla birlikte 26 trilyon Türk lirası olan alkollü içecekler ÖTV gelirinin 32,5 trilyon Türk lirasına; 73,5 trilyon Türk lirası olan tütün mamulleri ÖTV gelirinin de 80,9 trilyon Türk lirasına yükseleceğini hesaplayabiliriz. Bu da dünkü ÖTV artışıyla birlikte ÖTV, toplam vergi ve toplam bütçe gelirleri üzerinde yaklaşık olarak 14 trilyon Türk lirası bir ek kaynak yaratıldığı anlamına geliyor. (Bu rakam elbette ürünler arasındaki oran farklılıklar, bunların ağırlıkları gibi sebeplerle farklılık gösterebilir.) Böylelikle bu mamullerden toplanan ÖTV’nin toplam ÖTV gelirlerindeki payı yaklaşık olarak yüzde 50’ye yükselmiş olacak. Genel bütçe gelirleri içindeki payı ise yüzde 7 mertebesinde olacak.

Çok rakamlı bir yazı olduğunun farkındayım. Ancak göstermeye ve anlamamıza çalıştığım konu şudur ki, hem toplam ÖTV gelirleri hem de dün ÖTV artışı yapılan mamuller özelindeki ÖTV gelirleri bütçe üzerinde önemli bir paya sahiptir. Ve diğer taraftan da, zaman göstermektedir ki bu artışlar ne kadar kişisel bütçeleri zorlarsa zorlasın genel tüketimde anlamlı bir düşüşe yol açmamakta, toplum bu oranların oluşturduğu fiyatlara hızlıca(!) alışmakta ve bu mamulleri tüketmeye devam etmektedir. Bunu akaryakıt fiyatlarının geldiği noktaya rağmen satışlarında kayda değer bir değişim görmememizle de destekleyebiliriz. Hal böyle olunca da gelir yaratmaya ihtiyaç duyulan zamanlarda bu ve benzeri mamullerdeki Özel Tüketim Vergileri hızlıca ek gelir yaratma kalemi olarak görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında aslında bu düzenleme yazının başlığındaki gibi sürpriz de olmadı çoğumuz için.

Değişmeyen gündem: Enflasyon
Fiyat artışları artık hepimizin ana gündemi, değişmeyen konusu oldu. Daha önceki yazlarıımda da ifade etmiştim, dünyanın bir çok ülkesine göre yüksek enflasyonlu yıllar olsa da bizim yakın tarihimize bakarsak 2000’li yılları genel olarak şikayetçi olmadığımız bir enflasyon seviyesiyle geçirmiş ve şikayetçi olmadığımız için de sorunu halletmiş olduğumuz yanılgısına düşmüş, bu sorunla bir daha karşılaşmayacakmışız gibi davranmıştık. Ve geldiğimiz noktada hem pandeminin global olarak ortaya çıkardığı fiyat artışları, hem Rusya-Ukrayna savaşı hem de iç faktörler birleşti ve sonuç olarak hem resmi kurumların hem de oda, sendika, özel çalışma gruplarının açıkladığı fiyat endekslerine baktığımzda artık açıklanan yıllık fiyat artış rakamlarının en düşüğü yüzde 70 seviyesine geldi. Fiyat endekslerinde yüzde 70 ile yüzde 160 arasında değişen yıllık artış oranları gelirler tarafında karşılık bulamadığı için de satın alma gücü en üst gelir gruplarında dahi gerilemeye başladı. Gıda ve tarım fiyatları gibi en temel ihtiyaç kalemlerinin fiyat artışlarını gösteren endekslerdeki oranlar bile genel ücret ve gelirlere yansıtılan artış oranlarının çok üzerinde seyrediyor. Ücretliler tarafından değil de üreticiler tarafından bakıldığında da zaten aylardır söylediğimiz gibi, ÜFE ile TÜFE arasındaki makas açılmaya devam ediyor ve üreticilerin de maliyetlerindeki artışı satış fiyatlarına yani gelirlerine yansıtamadığı görülüyor. Dolayısıyla toplum genel olarak hızla artan fiyatlarla aynı hızla artmayan ücret/gelirler arasında sıkışmaya devam ediyor.
Üstüne üstlük beklentiler de bozulduğu için fiyatlama davranışları rasyonellikten uzaklaşmaya başlıyor, bu da sorunu daha da kalıcı ve çözümden uzaklaştırıcı bir duruma sokuyor.
Bu sebeple artık önceki aylarda yaptığım gibi enflasyon oranını ‘yüzde 69,97 oldu’ gibi bir bilgiyle vermenin artık pek bir anlamı, karşılığı kalmadı. Yüzde 70 yerine 75 de olsa, 65 de olsa artık rakam anlamsızlaştı ve zaten can acıtıcı eşiğin üzerine çıktı.

Güven Endeksleri
Bir taraftan Rusya-Ukrayna savaşı beklenenden uzun sürüp devam ederken diğer taraftan bir de kendi yarattığımız sorunları gözmerden gelme durumumuz hala devam ediyor ve piyasaları rahatlatıcı tedbirleri henüz aldığımız söylenemez. Bu şartlar altında açıklanan Mayıs ayı güven endekslerine bakıldığında beklendiği kadar kötü olmadığı görülüyor. Reel Kesim, Finansal Hizmetler ve İnşaat Sektörleri endekslerinde düşüş görüyoruz. Finansal Hizmetler Güven Endeksi’ndeki 5,8 puanlık düşüş dikkat çekici. Diğer taraftan Hizmet Sektörü Güven Endeksi’ndeki 7,8 puanlık yükseliş de oldukça olumlu. Pandemi kaynaklı kısıtlama ve tedbirlerinin neredeyse tamamen kaldırılması ve turizm sezonuna giriliyor olması şüphesiz ki en büyük etken.

Beklentiler
Güven endekleri gibi yakın gelecek ile ilgili ekonomik beklentilerimizi şekillendirirken kullandığımız diğer veri seti de TCMB tarafından yapılan ve açıklanan ‘Piyasa Katılımcıları Anketi’. Anketin Mayıs ayı sonuçlarına göre; katılımcılar yıl sonunda Amerikan doları değerinin 17,57 Türk lirası olacağını bekliyor. Katılımcıların 2022 yılı için büyüme beklentisi bir miktar yüseldi ve yüzde 3,3 oldu. Bu yıl sonunda yıllık enflasyon (TÜFE) beklentisindeki bozulma da maalesef sert bir şekilde sürüyor; beklenti 11 puanın üzerinde bir yükselişle yüzde 57,9 oldu. Ocak ayında yüzde 30 olan yılsonu enflasyon beklentisi aradan geçen 5 ayda yüzde 60 seviyesine gelmiş durumda. Cari işlemler açığındaki beklenti de negatif yönlü seyrini sürdürüyor; yıl sonu için beklenen cari açık henüz 4 ay önce 7,9 milyar Amerikan doları iken bu ay 34,4 milyar Amerikan dolarına yükselmiş. Merkez Bankası politika faizi olan 1 hafta vadeli repo ihale faiz oranının yükseltileceği beklentisi artık tamamen ortadan kalmış görünüyor; 12 ay sonrası için beklenti, şu anki faiz oranı olan yüzde 14.
Sağlıkla ve keyifle geçecek, savaşın ve pandeminin tamemen hayatımızdan çıkmış olacağını umduğum bir aydan sonra, önümüzdeki ay görüşmek üzere.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Utku Ekmekçi Arşivi