Aytuna Tosunoglu
NARSİSİST
Megaloman da deniyor, onlara. Ortak özellikleri var.
Sinema eğitimi alanlar bilir, sinema filmi senaryosu yazmaya hazırlanırken karakter analizleri çıkartırız. Hatta sinema için yazılmış, derlenmiş psikoloji kitapları var; onlardan faydalanırız arada. Son on yılda sinema ile ilgili yazılmış tezlerin arasında film kahramanını merkeze alan bilimsel çalışmalar da mevcut. Hepsinin ortak bir amacı var: Tanımak. İnsanı tanımak.
İzlediğimiz film ve televizyon dizilerinden birkaç narsisist anmak istiyorum, bugün. Onların gerçekçi olmayan duyguları vardı. Kendini önemseme, empatiden (duygudaşlıktan) yoksun ve her durumu kendine yontma eğilimindeydiler. En bilineninden başlamak gerekse, Don Vito Corleone derim. “The Godfather – Baba” filminde Vito Corleone, organize suç örgütünün başıydı. Şişirilmiş bir benlik, empati eksikliği, kendini başkalarından üstün görme, amaca ulaşmak için etrafındakileri harcama gibi karakter özellikleri gösteriyordu.
“Amerikan Sapığı” filmini görmeyen kaldı mı? Ana karakter Patrick Bateman, egosu New York kenti kadar büyük bir bankacıydı. Konumunu yükseltmek, gelirini arttırmak için insanları bozuk para gibi harcıyordu. “Şeytan Marka Giyer” filminde Miranda Priestly, dünyaca bilinen bir moda dergisinin kibrinden yanına yaklaşılamayan, arsız, acımasız editörüydü. Hatta denir ki, filmdeki kötücül Miranda aslında Vogue dergisini yöneten Anna Wintour’un kendisidir. Çalışma saatleri insani olmayan, sürekli talepkâr, başkalarına saygı göstermeyen, insan harcayan biri olduğunu okumuştum, bir yerlerde…
Zamanında keyifle izlediğimiz “The Sopranos” isimli dizide Tony Soprano panik atak tedavisi gören bir mafya lideriydi. Psikoloğu bile kendisinin megaloman olduğunu, açgözlü ve bencil oluşunu buna bağladığını söylüyordu. Hakkında kitap yazılan, taklitlerini yapmaya çalıştığımız “House” dizisini hatırlayın. Dr.Gregory House bir narsisist değilse neydi? Hastalarını, meslektaşlarını sık sık aşağılıyordu. Üstelik doktor olmasına rağmen empatiden yoksundu. İşler planladığı gibi yürümediğinde arabasıyla evin duvarını yıkacak kadar ileri gidiyordu.
Başka pek çok örneği sıralamak mümkün. Bu örneklerdeki gibi bir kişilikle birlikte çalışıyor olabiliriz, hatta özel hayatımızın bir parçası bile olabilirler, şu anda. Hatta bazı ülkelerin yönetiminde narsisist liderler bile olabilir. Sözüm meclisten dışarı!
Bir ayırımı burada belirtmek gerek: Kendi fotoğrafını çekmeye takıntılı, şöhret odaklı günümüz kültüründe narsisizm kelimesi aşırı derecede kendini beğenmiş, hayatı kendisinden ibaret sanan birisini tarif etmek için sık ve gereksiz yere kullanılıyor. Ancak, kaynaklardan anladığım psikolojik terimleri kullanarak ve basitçe ifade edersek, narsisizm sadece kendini sevmek anlamına gelmiyor. Narsistik kişilik bozukluğu gösteren kişilerin, kendi idealize ettikleri, görkemli hale getirdikleri imajlarına, öz imgelerine âşık olduklarını söylüyor, kaynaklar. Yere göğe sığdıramadıkları şişkin öz imgelerinin bu aşka ihtiyacı vardır. Çünkü bu onların derin güvensizlik duygusundan kaçmalarına olanak tanır. Hele bu narsistik kişilik bozukluğu yaşayan kişinin yanında özgüveni olmayan, korkuları olan başka birkaç insan varsa oh ne ala! Narsisist onları kendisine bağlar, kendi büyüklüğünün yansımasını diğerlerinin çaresizliğinde görmek ister.
Narsistik kişilik bozukluğu, bencilliği, kibri ve bu ikisinin harmanlandığı bir düşünce sistemini, bir davranış örüntüsünü işaret eder. Ve tam sürat bir aşırı hayranlık görme talebini… Bu tür kişilik bozukluğu yaşayanlar manipülatif, bencil, ukala, patronluk taslayan, sürekli talepkâr olarak karşımıza çıkar. Anladığım kadarıyla bu özelliklerin hepsinin bir arada olması bir gereklilik. Bu insanlar, sorun çıkmasına neden olsalar bile davranışlarını değiştirme konusunda son derece dirençlidir. Eğilimleri, suçu/kusuru başkalarının üstüne atmak olarak belirlenmiş. Hatta, kendilerini hiç hata yapmaz olarak gördükleri için suç ya da kusur ya da pürüz konusunda oldukça hassaslar. En ufak, minicik eleştiriye, yanlış algılamalara bile kötü tepki veriyorlar. Çünkü bunları kişisel saldırı olarak alıyorlar.
Bunları neden yazdım, bugün? Hani, senaryo yazacaksanız, olaylar çamaşır makinası kazanı gibi bir oraya bir buraya savrulan insanların yaşadığı bir apartmanda ya da bir mahallede ya da bir kentte ya da bir ülkede geçiyorsa, üstelik bu karışıklığa sebep narsisist bir apartman görevlisi ya da narsisist bir muhtar ya da narsisist bir vali ya da narsisist bir liderse, karakter analizi yazarken anlattıklarımdan faydalanırsınız belki. Diye…
Ben olsam filmin sonunda o megalomanı hayatta en korktuğu şeyle cezalandırırım.