Aytuna Tosunoglu
NA’BER…
Bir İngiliz, bir Amerikalı, bir Fransız ve bir Rus birlikte oturmuş; hepsi sular seller gibi Türkçe konuşuyor.
Bu cümlede sadece bir tane spekülasyon var ve fıkra anlatmıyorum. Tahmin ya da teori olarak sunduğum kısmı sular seller gibi Türkçe konuşan bir İngiliz’in, bir Amerikalının, bir Fransız’ın ve bir Rus’un varlığı ve Türkçe bilmeleri değil. Onların bir araya gelip konuşmaları kısmı tahmin…
Birbirlerine biraz caka satarak Türkçe konuşuyorlar. İngiliz ve Amerikalı herkesten önce gelmiş, aralarında laflıyorlar.
“Nasıl gidiyor?”,
“Şükür ya. İyi.”
“Var mı, yeni bir durum?”,
“Yok, valla. Bildiğin şeyler.”
Derken içeriye Fransız giriyor, bir şey kaçırmış gibi “İstikşafi görüşmelere devam mı?” Amerikalı Fransız’ı görünce sahte sahte seviniyor gibi yapıyor, “Ooo selam!”, Fransız’dan hemen cevap, “Aleykümselam.” İngiliz ilgisizmiş gibi cep telefonunu çıkartmış, istikşafinin nasıl yazıldığına bakıyor, çaktırmadan. Amerikalı yer gösteriyor, “Gel ya. Çök.” Fransız, oturuyor “Bensiz başladınız sandım”. İngiliz’den cevap, “Mümkün mü…” Fransız oralı değil, cebinde bulduğu bir karanfil tanesini ağzına atarken şarkı mırıldanıyor, “Daha iyisini mi bulucan bi gel neler anlatıcam, ben seni öyle bir sevicemki aklını oynatıcan, tra lay..”
Onları buluştukları yerde bırakalım, şimdilik. Yirmi birinci yüzyılımızın ilk çeyreğine denk gelen biz masumlara bazı durumları bu defa tahmin yürütmeden, teorisiz söyleyelim. An itibariyle dört büyük ülkenin resmi istihbarat birimlerinin başında Türkçeyi bizden iyi konuşan eski istasyon şefleri, gizli görev çalışanları, eski büyükelçiler vesaire var. Mesela İngiliz MI-6’in (em ay siks diye okuyun, havalı oluyor) direktörü bu yılın temmuz ayında göreve atanan Moore, Richard Moore. Kendisi daha önce Ankara’da İngiltere Büyükelçisiydi. Türkçeyi elçilik konutunda çocuklarına bakan dadıdan öğrenmedi, bunu biliyoruz. Fransız istihbaratının adı, dış güvenlik genel müdürlüğü. Kısaca DGSE deyin (değ jey es ö olarak okuyabilirsiniz). Onun yönetiminde de eski Fransa Büyükelçisi, Bernard Emie var ve Macron göreve geldiğinde o da istihbaratın başına geçmiş. Türkçesi acayip iyi. Sırada dostumuz Amerika var. Adı, Gina Haspel. 1990’ların başına kadar aralarında Türkiye’nin de olduğu bazı ülkelerde gizli görevlerde çalışmış (özgeçmişinde öyle yazıyor), istasyon şefliği yapmış. Siz onu tren istasyonu şefi olarak anlamayın. Si ay ey’in (CIA) Türkiye istasyon şefi dediniz mi onlar her şeye kadir olurlar. Grupları manipüle ederler, birbirine düşürürler, terör hareketlerini organize ederler vesaire vesaire. Bizim Gina da onlardan biriymiş. Başarılı olanlar listesindeymiş ki, 2018’de CIA’nın başına getirilmiş. Türkçesi sular seller gibi…
Etrafımızdaki komşularla ilişkilerimiz ortadayken dilimizi konuşan en üst düzey yabancı istihbaratçıların Türkçe sevdası bize dertlerini daha iyi anlatabilsinler diye mi? Yoksa biz bir ülkenin istihbaratı ile görüşürken öbür üç ülke ne dediğimizi anlasın diye mi? Malum bizim başkan ana dilinden başka dil bilmiyor. Ya da malum yerleri sadece üst düzey istihbarat dinlesin, anlasın, yukarıya raporlasın diye mi? İnsan merak ediyor.
Biz onların bulunduğu yere geri dönelim, bakalım ne yapıyorlar. En son Fransız Türkçe popüler bir şarkıyı mırıldanıyordu. Şarkı bitmiş. Çaylar ince belli bardakta içilmiş. Hatta İngiliz bardağın üstüne çay kaşığını yatırmış, devamını istemiyorum anlamında. Simitlere dokunulmamış. Ortalık sessiz, üçü de cep telefonundan komik Türkçe videoları izliyor. Antep halayını o sırada masada oturup demlenen birinin omuzunun üstünden sırtına, oradan kafasına basarak çeken insanımızı seyrederken gülmüyorlar. Derken pat diye kapı açılıyor, bulundukları yerde. İçeri Rus giriyor ve sesleniyor, “Na’ber bro?”.
Çünkü o Türkoloji mezunu.
Adı, Dmitry Peskov. Putin’in sağ kolu…