Hüseyin Tapınç
Kulüp
Türkiye’de yakın dönem içinde hakkında en çok yazı yazılan dizi Ethos olmuştur. Bu dizi kadar hakkında yazı kaleme alınmayı hak eden bir diğer yapım da Kulüp. Her iki dizi de Türkiye’nin yakın tarihine ışık tutan diziler.
Ethos, bizdeki gösterim adıyla Bir Başkadır, dizisinde Berkun Oya bizi bizle yüzleştiren ve karanlık yanlarımızı yüzümüze vuran son derece başarılı bir yapıma imza atmıştı. Ethos günümüzden yola çıkarak bir yüzleştirme hikâyesi anlatırken, Kulüp dizisi bizi yakın dönem tarihimizle yüzleştiriyor. Bu dizide Zeynep Günay Tan ve Seren Yüce bir belgeselci titizliği ile 1950’lilerin ortalarından başlayarak 1960’lara kadar geçen döneme ışık tutuyorlar ve önceki dönemlere ilişkin olarak merak güdümüzü harekete geçiriyorlar. Dizinin yaşanmış olaylardan ve gerçek kişilerden yola çıkması belgesel tadının izleyici tarafından daha çok hissedilmesini de sağlıyor.
Kulüp dizisinin ana motifi yüzleşme kavramı etrafında şekilleniyor. Yüzleşme konusu katman katman diziye işleniyor.
İzleyiciler Varlık Vergisi, 6 – 7 Eylül gibi ülke tarihinde ayrı ayrı lekeler olarak duran, ama aslında birinin diğerini tamamladığı tarihi gerçeklerle yüzleşiyorlar; bu gerçeklerle yüzleşmeye davet ediliyorlar. Bu yüzleşme seremonisinin bir diğer uzantısı da 1960 Askeri Darbesi.
Toplumsal ve tarihi olaylarla yüzleşmenin bir diğer uzantısı da hikâyenin kahramanlarının birbiriyle yaşadığı yüzleşmeler. Matilda ile kızı Raşel’in yüzleşmesi, Çelebi ile Matilda’nın yüzleşmesi ve diğerleri.
Tüm bu yüzleşme anlarının anlama ve affetme ile sonuçlandığını söylemek gerekiyor. Zaten yüzleşmelerin nihai hedefi de bu değil midir?
Toplumsal düzeyde ve bireyler arasındaki yüzleşmeler dizinin birinci ve ikinci sezonlarında nasıl bir denge kurulduğunu gösteriyor. Birinci sezondaki toplumsal yüzleşme motifi ve bireyler arasındaki ilişkide denge toplumsal yüzleşmeden yana ağır basarken, ikinci sezonda bireyler arasındaki ilişkiler dengede toplumsal yüzleşme motifine kıyasla daha ağır basmaya başladı. Tahterevallinin hangi dengesinden hoşnut kaldığınız aslında hangi sezonu daha çok sevdiğinizi de açıklıyordur eminim.
Dizinin ilk ana motifi yüzleşme ise ikinci ana motifi de aile kurumu olarak öne çıkıyor. Dizi benim için tam bir “kırık aileler antolojisi.” Ekrana yansıyan hiçbir aile “tam” değil; herkes eksik, herkes yarım, herkes yaralı. Dizideki yan karakterlerin ailelerinden başlamak üzere (Ali Şeker ve ailesi), Matilda ile Raşel’in, Raşel ile Fıstık İsmet’in, Matilda ile Çelebi’nin, Raşel ile kızı Rana’nın aileleri hep yarım; herkesin eksik, tamamlanmamış bir ailesi var.
“Aile toplumun temelidir; aile yapısı ne kadar sağlam olursa toplumun temeli bir o kadar güçlü olur” minvalindeki ideolojik önermeleri düşündüğümüzde, dizideki eksik ailelerin temsiliyeti ve bunların üzerine inşa edilmiş olan toplum da bir o kadar anlam kazanıyor.
Ancak, aile konusunda özenle altını çizmem gereken çok önemli bir önermesi var dizinin. O da kan bağı ile bağlı olduğunuz ya da resmi olarak kurduğunuz ya da kurmaya çalıştığınız ailelerin dışında insanların bir araya gelerek oluşturdukları, bir parçası olmayı seçtikleri aileler de vardır. Bu aileler iyi günlerde de kötü günlerde de sizi bağırlarına basar ve o ailenin bir parçası olmak hayatta başınıza gelebilecek en güzel şey de olabilir. O ailelerin sofrası toplumda egemen olan, sizi ezen ya da yok etmeyi hedefleyen güçlere karşı direnebileceğiniz, o güçleri sofranızdan ve hatta hayatınızdan uzaklaştırabileceğiniz tek güç kaynağınız olabilir.