Serap Durusoy
Kendi haline bırakılan enflasyon
Ekonominin öncü göstergelerinden biri olan enflasyon, Türkiye’nin kronik bir sorunu olmakla birlikte yükseliş eğiliminin sürmesi kontrol altına alınmasını güçleştiriyor. Dünya ekonomisinin olağanüstü bir dönemden geçtiği göz önüne alındığında, mevcut jeopolitik riskler ve savaş konjonktürü de enflasyonla mücadeledeki zorlukların başında geliyor. Nitekim ekonomi yönetimi de yaptığı açıklamalarda bu unsura sıklıkla vurgu yapıyor. Ancak sorun tamda burada başlıyor. Çünkü bu riskler, ABD ve AB ülkeleri için de söz konusu iken TÜFE rakamları yüzde 7-8 aralığında gerçekleşiyor.
Bu bağlamda dünyadaki yüksek enflasyon söylemine sığınmak doğru değil.
Zira ülkemizdeki enflasyonun iç dinamiklerle de ilişkili var.
Buna rağmen yüksek enflasyon pahasına eylül ayından itibaren ekonomik model değişikliği olduğu ileri sürülerek kur şoku ile cari fazla yaratma politikası benimsendi. Uygulanan faiz indirim kararlarının ardından politikanın olumsuz etkileri görülmeye başladı. TL’deki değer kaybının yüksek seviyeye ulaşması ve kurlardaki yükselişin önlenememesi üzerine yeni ekonomi önlemleri açıklandı ve mali disiplinden de uzaklaşılmasına neden olan yeni enstrümanlar hayata geçirildi. Ne var ki dış ticaret fazlası vererek ekonomik büyümenin hedeflendiği ve uzun vadede enflasyonun da önleneceğini ileri süren denemenin etkinsizliğini, açıklanan dış ticaret verisi ve enflasyon rakamları da gösterdi.
Mart ayı enflasyon verisi fren tutmayan ve ekonomik büyüme için kaderine terk edilen enflasyonun ülke ekonomisini nasıl kırılgan bir hale getirdiğini ortaya koydu. Manşet enflasyonu gösteren TÜFE, martta aylık bazda yüzde 5,46 iken, yıllık bazda ise 20 yılın yeni zirvesi olan yüzde 61,14’e yükseldi. 409 maddeden 313’ünün ortalama fiyatında artış gözlemlendi. 2022 yılı mart ayında artışın yüksek olduğu ana gruplar sırasıyla yüzde 13,29 ile ulaştırma, yüzde 6,55 ile eğitim, yüzde 6,04 ile lokanta ve oteller oldu. Buna karşılık en az artış gösteren ana grupların ise yüzde 1,78 ile giyim ve ayakkabı, yüzde 1,84 ile konut ve yüzde 2,78 ile eğlence ve kültür olduğu belirtildi. Yüzde 11’lik bir büyüme ve bu büyümenin temel bileşenlerinden biri olan talepteki artışın TÜFE’deki artışta etkili olduğu gözlemlendi. Kaldı ki ENAG’ın hesaplamasında TÜFE’deki aylık artış açıklanan resmi rakamın çok üzerinde yüzde 11.93, yıllık ise yüzde 142.63 olarak bulundu.
Resmi rakamlara göre Yİ-ÜFE’nin ise martta bir önceki aya göre yüzde 9,19, yıllık bazda ise yüzde 114,97 artış gösterdiği açıklandı. ÜFE hem enflasyonla mücadelede, hem de reel sektörün dinamiklerini göstermesi açısından oldukça önemli. Çünkü ÜFE’deki yüksek patika dayanıklı tüketim malları ve hizmetler sektörünü de olumsuz yönde etkilemekte. Ayrıca ÜFE ve TÜFE makasının mart ayında rekor tazelemesi de bir diğer önemli noktayı oluşturuyor. Bu genişleme özellikle düşük gelirli hane halkının alım gücünü olumsuz yönde etkileyerek hissettiği enflasyonun daha yüksek olmasına yol açtığı gibi, üreticilerin cirolarını da azaltıcı bir etki yaratıyor.
Görüldüğü üzere mart ayı enflasyon verisi, enflasyonun Türkiye’nin çok ciddi bir problemi olduğunu ve kısa dönemde sadece kurun bir miktar baskılanması, market etiketlerinin denetlenmesi ya da işlevsel olmayan gıda ve fiyat komiteleri ile önlenemeyeceğini bir kez daha ortaya koydu.
Bundan sonraki süreçte gıda fiyatlarında belirleyici olan fakat maliyet kontrolü zor olan emtia ve enerji fiyatlarının, Rusya -Ukrayna savaşının seyrine ve karşılıklı yaptırımlara bağlı olarak ne yöne evrileceği ve gıdada ithal girdi kullanımının maliyetler üzerinden fiyatlara geçişkenliğin nasıl olacağı önemli. Çünkü hızla artan talebe karşı üretimin bu saydığım nedenlerden ötürü yeterli yanıt verememesi olasılığı yüksek. Ayrıca maliyet enflasyonunun tedirginliği, enflasyonla mücadele edilmediği inancı fiyatların sürekli artacağı beklentisini güçlendirerek patolojik durumu daha kalıcı hale dönüştürmekte. Nitekim ekonomik güven endeksinin mart ayında 98,2 den 95,7’ye gerilemesi de bunu doğruladı. Bu bağlamda Sayın Nebati’nin söylediği şekilde enflasyonu makul seviyeye getirmek için (ki bu seviyenin ne olduğu belli değil) enflasyon beklentisinin ve ataletinin alternatif yatırım araçları gibi enstrümanların geliştirilerek kırılması zor.
Diğer yandan çokuluslu yatırım bankası Goldman Sachs, Türkiye’de enflasyonun yıl boyu yüzde 65’in üzerinde, JP Morgan ise yüzde 60-70 aralığında olacağını belirtti. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu S&P de Türkiye’ye enflasyon konusunda uyarıda bulundu. S&P yerel ve yabancı para birimi kredi notunu düşürme nedeninin, para birimi ve faizlere olan müdahaleler olduğunu vurguladı.
Bu bağlamda asli görevi ekonomideki fiyat istikrarını sağlamak olan MB’nin açıklanan enflasyonun ardından yaptığı değerlendirmede savaş ve jeopolitik gelişmelere vurgu yapmak ve elektrikte KDV indiriminin daha olumsuz olabilecek görünümü sınırladığına yönelik açıklamada bulunmak yerine keşke uygulanmakta olan politikanın sürdürülemezliğini kabul edip önümüzdeki dönemde nasıl bir aksiyon sergileyeceğini ortaya koyan bir açıklamada bulunabilse idi. Çünkü faiz artışında yaşanılan gecikmeden dolayı tren zaten çoktan kaçtı. Yapılabilecek tek şey hiç olmazsa sözle yönlendirme ile enflasyonla mücadele edileceği inancını vermek. Bunlar yapılmadığı sürece TL’nin hem izlenen politika hem de enflasyon nedeni ile kaybettiği değer, savunmasız bir para olmasına yol açıyor. Bir de önümüzdeki günlerde Fed’in atacağı şahin adımlar sonrasında oluşacak güçlü dolar endeksi ve Euro bölgesinden gelen yüksek ÜFE rakamının ardından ECB’nin faiz artışını öne çekme ihtimali de gerçekleşirse kurların baskılanması zorlaşacak ve ekonomi yönetiminin dillendirdiği liralaşma umudu da ortadan kalkacak gibi görünüyor.